HIV/AIDS
HIV/AIDS

HIV (Human Immmunodeficiency Virus), Türkçe’de İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü olarak...

Sifiliz (Frengi)
Sifiliz (Frengi)

Sifiliz doğru tedavi edilmediği takdirde uzun dönemde çok ciddi komplikasyonlara...

Gonore (Bel Soğukluğu)
Gonore (Bel Soğukluğu)

Gonore cinsel yolla bulaşan yaygın hastalıklardan biridir. Etkeni Neisseria gonorrhoeae...

Klamidya
Klamidya

Klamidya enfeksiyonu “chlamydia trachomatis” adı verilen bakterinin sorumlu olduğu cinsel...

Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19), ilk olarak Çin’in Vuhan Eyaleti’nde Aralık ayının sonlarında solunum yolu belirtileri (ateş, öksürük, nefes darlığı) gelişen bir grup hastada yapılan araştırmalar sonucunda 13 Ocak 2020’de tanımlanan bir virüstür.

Salgın başlangıçta bu bölgedeki deniz ürünleri ve hayvan pazarında bulunanlarda tespit edilmiştir. Daha sonra insandan insana bulaşarak Vuhan başta olmak üzere Hubei eyaletindeki diğer şehirlere ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin diğer eyaletlerine ve diğer dünya ülkelerine yayılmıştır.

Koronavirüsler, hayvanlarda veya insanlarda hastalığa neden olabilecek büyük bir virüs ailesidir. İnsanlarda, birkaç koronavirüsün soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli hastalıklara kadar solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğu bilinmektedir. Yeni Koronavirüs Hastalığına SAR-CoV-2 virüsü neden olur.

Belirtileri Nelerdir?

Belirtisiz olgular olabileceği bildirilmekle birlikte, bunların oranı bilinmemektedir. En çok karşılaşılan belirtiler ateş, öksürük ve nefes darlığıdır. Şiddetli olgularda zatürre, ağır solunum yetmezliği, böbrek yetmezliği ve ölüm gelişebilmektedir.

Nasıl Bulaşır?

Hasta bireylerin öksürmeleri aksırmaları ile ortama saçılan damlacıkların solunması ile bulaşır. Hastaların solunum parçacıkları ile kirlenmiş yüzeylere dokunulduktan sonra ellerin yıkanmadan yüz, göz, burun veya ağıza götürülmesi ile de virüs alınabilir. Kirli ellerle göz, burun veya ağıza temas etmek risklidir.

Kimler Daha Fazla Risk Altında?

COVID-19 enfeksiyonu ile ilgili şimdiye kadar edinilen bilgiler, bazı insanların daha fazla hastalanma ve ciddi semptomlar geliştirme riski altında olduğunu göstermiştir. 

  • Vakaların yüzde 80'i hastalığı hafif geçirmektedir.
  • Vakaların %20’si hastane koşullarında tedavi edilmektedir.
  • Hastalık, genellikle 60 yaş ve üzerindeki kişileri daha fazla etkilemektedir.

Hastalıktan En Çok Etkilenen Kişiler:

  • 60 yaş üstü olanlar
  • Ciddi kronik tıbbi rahatsızlıkları olan insanlar:
    • Kalp hastalığı
    • Hipertansiyon
    • Diyabet
    • Kronik Solunum yolu hastalığı
    • Kanser gibi
  • Sağlık Çalışanları

Çocuklar Risk Altında Mı?

Çocuklarda hastalık nadir ve hafif görünmektedir. 

Çocuklarda şimdiye kadar ölüm görülmemiştir.

Hamileler Risk Altında Mı?

COVID-19 enfeksiyonu gelişen gebe kadınlarda hastalığın ciddiyeti konusunda sınırlı bilimsel kanıt vardır. 

Bununla birlikte mevcut kanıtlar COVID-19 enfeksiyonu sonrası hamile kadınlar arasındaki hastalık şiddetinin, hamile olmayan yetişkin COVID-19 vakalarına benzer olduğunu ve hamilelik sırasında COVID-19 ile enfeksiyonun fetüste olumsuz bir etkisi olduğunu gösteren hiçbir veri olmadığını göstermektedir. 

Şu ana kadar COVID-19'un hamilelik sırasında anneden bebeğe bulaştığına dair de bir kanıt bulunmamaktadır.

Tanı Nasıl Konur?

Yeni Koronavirüs tanısı için gerekli moleküler testler ülkemizde mevcuttur. Tanı testi sadece Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü Ulusal Viroloji Referans Laboratuvarında ve belirlenmiş Halk Sağlığı Laboratuvarlarında yapılmaktadır.

Korunma Yolları Nelerdir?

Mümkün olduğu kadar yurtdışına yolculuk yapılmaması önerilmektedir. Yurtdışına çıkışın zorunlu olduğu durumlarda aşağıdaki kurallara dikkat edilmelidir: 

Akut solunum yolu enfeksiyonlarının genel bulaşma riskini azaltmak için önerilen temel ilkeler Yeni Koronavirüs Hastalığı (COVID-19) için de geçerlidir. Bunlar;

  • El temizliğine dikkat edilmelidir. Eller en az 20 saniye boyunca sabun ve suyla yıkanmalı, sabun ve suyun olmadığı durumlarda alkol bazlı el antiseptiği kullanılmalıdır. Antiseptik veya antibakteriyel içeren sabun kullanmaya gerek yoktur, normal sabun yeterlidir.
  • Eller yıkanmadan ağız, burun ve gözlerle temas edilmemelidir.
  • Hasta insanlarla temastan kaçınmalıdır (mümkün ise en az 1 m uzakta bulunulmalı).
  • Özellikle hasta insanlarla veya çevreleriyle doğrudan temas ettikten sonra eller sık sık temizlenmelidir
  • Hastaların yoğun olarak bulunması nedeniyle mümkün ise sağlık merkezlerine gidilmemeli, sağlık kuruluşuna gidilmesi gereken durumlarda diğer hastalarla temas en aza indirilmelidir.
  • Öksürme veya hapşırma sırasında burun ve ağız tek kullanımlık kağıt mendil ile örtülmeli, kağıt mendilin bulunmadığı durumlarda ise dirsek içi kullanılmalı, mümkünse kalabalık yerlere girilmemeli, eğer girmek zorunda kalınıyorsa ağız ve burun kapatılmalı, tıbbi maske kullanılmalıdır.
  • Çiğ veya az pişmiş hayvan ürünleri yemekten kaçınılmalıdır. İyi pişmiş yiyecekler tercih edilmelidir.
  • Çiftlikler, canlı hayvan pazarları ve hayvanların kesilebileceği alanlar gibi genel enfeksiyonlar açısından yüksek riskli alanlardan kaçınılmalıdır.
  • Seyahat sonrası 14 gün içinde herhangi bir solunum yolu semptomu olursa maske takılarak en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalı, doktora seyahat öyküsü hakkında bilgi verilmelidir.

Detaylı bilgi için https://covid19bilgi.saglik.gov.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.

hsgm resim 2Lejyoner hastalığı veya Legionellosis, Legionella türlerinin neden olduğu ciddi bir akciğer enfeksiyonudur. Legionella ailesi şu anda 70 ayrı serogrubu kapsayan en az 50 türden meydana gelmektedir. Bunların sadece bir kısmı insanda hastalık ile ilişkilidir. Hastalığa en sık neden olan tur L.pneumophila’dır; ve diğerlerinden farklı invazyon ve virulans yetenekleri ile, L.pneumophila serogrup 1, vakaların %75-80’inden sorumludur. Bununla birlikte diğer türlerde özellikle  nozokomiyal pnömonilere neden olabilir.

Hastalık ilk olarak 1976 yılında Philadelphia’da bir otelde (Bellevue Stratford Hotel)  Amerikan Lejyonerlerinin katıldığı bir kongrede, katılımcılar arasında pnömoni ile seyreden bir salgınla tanımlanmıştır. Kongreye katılan  katılımcılardan 221’i L. pneumophila’dan etkilenmiş ve 34’ü yaşamını kaybetmiştir. Enfeksiyon ilk olarak lejyonerlerin olduğu toplantıda ortaya çıktığı ve  etken mikroorganizma akciğer doku örneklerinden izole edildiği için  hastalığa “Lejyoner hastalığı” denilmiş ve enfeksiyona neden olan bakteri de Legionella pneumophila olarak adlandırılmıştır. Lejyoner hastalığıilk olarak otel kaynaklı bir salgın ile tanımlanmıs olup cok gecmeden hastane-kaynaklı salgınlar veya sporadik olgularla ortaya cıkabileceği de anlaşılmıştır.

Lejyonelloz terimi ise hafif ateşli hastalıkdan (Pontiac ateşi), hızlı ve fatal olabilen pnömoniye kadar uzanabilen (Lejyoner hastalığı) bakteriyel enfeksiyonları tanımlamak için kullanılır. Lejyoner hastalığı, ılımlı bir alt solunum yolu tutulumundan, tum organları etkileyen, ağır koma ve olume ilerleyebilen formlarıyla genis bir klinik yelpazede ortaya çıkabilen sistemik karakterli bir enfeksiyondur. Temel patolojik olaylar akciğerlerde ortaya cıkar ve hastalığın seyrini savunma mekanizmalarının durumu belirler. Klinik ve radyolojik olarak diğer pnömonilerden ayırdedilemediği icin kesin tanısı mikrobiyolojik inceleme ile konur.

Lejyoner Hastalığının nedenleri nelerdir?

Legionella bakterileri doğal sularda bulunan mikroorganizmalardandır. Dünyanın hemen her yerinde göl, nehir, bataklık, kaplıcalar gibi su kaynaklarından; toprak örneklerinden; kuyu suları, gübre, kanalizasyon içeriği ve okyanus kıyılarından Legionella’ lar  izole edilmiştir. Legionella’lar insan yapımı su sistemlerinde de yaygın bir şekilde gösterilmiştir. Su sıcaklığı uzun süre 25-55 0C arasında kaldığında Legionella ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkar. Güçlü bir su akışı bakterilerin üremesini engelleyebilir, ancak bu akış tüm sıcak su sistemi boyunca sabit değilse, suyun durgun olduğu bölgelerde ölü boşluklar meydana gelir. Ölü boşluklar bakterinin yerleşmesini kolaylaştırarak riski artırır.

Lejyoner Hastalığı Nasıl Bulaşır?

Kontamine bir su kaynağı yoksa Lejyoner hastalığı gelişmez. Bakterinin akciğerlere ulaşmasında iki yol olduğu kabul edilir. Yaygın olarak kabul gören yol, solunum havasına çevresel kaynaklardan yayılan (soğutma-kulelerinin fanları, jakuzi ve duş başlıkları, sprey nemlendirme cihazları, dekoratif fıskiyeler...) Legionella içeren su aerosollerinin solunmasıdır. Diğer önemli bulaşma yolu, Legionella içeren suyun aspirasyonu sonucu orofarinkse yerleşmiş bakterinin solunum yollarına geçmesidir. İnsandan insana bulaş yoktur.

Lejyoner Hastalığı kalıtsal mıdır?

Lejyoner Hastalığı kalıtsal değildir.

Lejyoner Hastalığı belirtileri nelerdir?

Lejyoner hastalığının inkübasyon periyodu 2-10 gün olmakla birlikte birçok vakada 5-6 günden sonra semptomlar ortaya çıkabilir. Hastalık erken dönemde ciddi bir gribal enf. şeklinde başlayıp bunları ateş kuru öksürük, baş ağrısı, yorgunluk, iştahsızlık, solunum sıkıntısı, kas ve eklem ağrıları gibi semptomlar takip eder. Akut durumlarda vücudun birçok sistemi etkilenip bulantı, kusma , mental konfüzyon ve hatta renal yetmezlik gelişebilir.

Lejyoner Hastalığı Risk Faktörleri nelerdir?

Lejyoner hastalığı “fırsatçı” bir enfeksiyon olarak da değerlendirilir; çünkü belirgin bir şekilde altta yatan bir hastalığı olan veya immün sistemi zayıf bireyler hasta olmaktadır. Normal bağışıklık sistemine sahip sağlıklı bireyler etkene maruz kalsalar bile çoğu kez enfeksiyon gelişmemektedir. Erkekler kadınlardan daha çok etkilenmektedir.

 Aşağıda yer alan faktörler hastalık riskini  arttırmaktadır. Bunlar;

  • Sigara içiciliği
  • Alkol bağımlılığı
  • Kronik Akciğer hastalığı olması
  • İleri yaş (50 yaş ve üstü)
  • Steroid ya da diğer immunosupresif ilaç kullanımı, İmmün sistemini baskılayan herhangi bir hastalığın veya sağlık sorununun bulunması (HIV-AIDS, kanser, kemoterapi-radyoterapi, organ transplantasyonu v.b)

Lejyoner Hastalığının Seyri nasıldır?

Ilımlı bir alt solunum yolu enfeksiyonundan komaya kadar değişik ağırlıkta klinik görünümlerle ortaya çıkabilir.Fizik muayenede hasta toksik bir görünümde olabilir.Pnömoni hızla her iki akciğere yayılabilir ve diğer organların da tutulduğu sistemik bir enfeksiyona ilerleyebilir.Olgular genellikle semptomların başlamasından sonraki 2-6 gün içinde hastaneye başvururlar.Klinik tablo hastanın yatırılmasını ve solunum desteği verilmesini gerektirecek ölçüde ciddi olabilir.Lejyoner hastalığında temel patolojik olaylar akciğerlerde orataya çıkar ve hastalığın seyrini savunma mekanizmalarının durumu belirler.Fatalite hızı altta yatan hastalığa ve bağışıklık sisteminin durumuna göre değişir.Toplum - kaynaklı vakalardafatalite hızı %10-20 arasında görülmekte iken,hastane - kaynaklı vakalarda % 40'a çıkabilmektedir.

Lejyoner Hastalığının komplikasyonları nelerdir?

Uygunsuz ADH salınımına bağlı olarak hiponatremi, renal yetmezlik ve rhabdomyoliz en önemli komplikasyonlar olmakla birlikte pulmoner fonksiyonlarda azalma, fulminan solunum yetmezliği, endokardit, dehidratasyon, septik şok, nörolojik semptomlar (mental durum değişikliği, letarji, baş ağrısı vb), septik şok, koma gibi komplikasyonlarda ortay çıkabilir.

Lejyoner Hastalığında Tedavi yöntemleri nelerdir?

Lejyoner Hastalığının aşısı yoktur. Makrolid, kinolon ve tetrasiklin gibi hüccre içine giren antibiyotikler etkilidir. Erken antibiyotik tedavisi alanlarda genellikle 3-5 günde semptomlarda iyileşme gözlenebilmekle beraber antibiyotik tedavisi 10-14 gün devam ettirilmelidir.

Lejyoner Hastalığında Tanı Nasıl Konulur?

Klinik ve radyolojik özellikleri ile diğer pnömonilerden ayırt edilemeyen Lejyoner hastalığının kesin tanısı, hastalığın akla getirilmesini takiben yapılan mikrobiyolojik inceleme ile konmaktadır. Tanı, başlıca klinik örneklerin kültüründen bakterinin izolasyonuna, idrarda Legionella antijenlerinin gösterilmesine veya serumda Legionellalara karşı antikor titresindeki artışın saptanmasına dayanır.

Lejyoner Hastalığı Dünyanın Hangi Bölgelerinde Görülmektedir?

Su kaynaklı bir infeksiyon hastalığı olduğu için dünyanın hemen her bölgesinde görülebilmektedir.

Lejyoner Hastalığının ülkemizde görülme durumu nedir?

Bu konuda çok fazla çalışma olmamasına karşın yıllara göre dağılımı incelendiğinde hastalık sporadik olarak seyretmektedir.

Gebelik Hastalığın Seyrini Etkiler mi?

Etkilemez. Ancak gebelik dışında hastada yukarıda bahsedilen risk faktörlerinin varlığında hastalığın seyri kötü olabilir.

Emziren kişilerin hasta olması durumunda neler yapılmalıdır?

İnsandan insana bulaş gösterilmediği için herhangi bir önlem alınmasına gerek olmamakla berber uygun tedavi için mutlak bir sağlık kurumuna başvurulmalıdır.

Çocuklarda Hastalığın Seyri Nasıldır?

Hastalığın prognozu altta yatan hastalığın varlığı ile ilgilidir. İmmün sistemi herhangi bir nedenle baskılanmış kişilerde hastalık fatal olabilir.

Çocuklarda Hastalığın Tedavi yöntemleri nelerdir?

Tedavide erişkin ve çocuk ayırımı yoktur. Uygun antibiyotik tedavisi verilmelidir.

Lejyoner hastalığı nasıl önlenebilir?

Lejyoner hastalığının meydana gelmesini önlemek için binalardaki havalandırma ve su sistemlerinin endüstriyel standartlara göre düzenli bakımı yapılmalıdır.

Duş başlıkları ve hortumları sökülmeli ve düzenli olarak  temizlenmelidir.

Duş başlıkları her zaman kullanılmıyorsa duştan önce sıcak su birkaç dakika duş başlığından iyice tazyikli bir biçimde akıtılmalıdır.

Kuyu suyu kullanılmadan önce sterilize veya filtre edilmelidir.

Toprak, saksı toprağı, organik gübrelerde bakteri tespit edildiği için bu kaynaklarla mesleki olarak temas etmek zorunda kalan ve bahçe işleriyle uğraşanların Lejyoner Hastalığına  yakalanmasını önlemek için aşağıda yer alan bazı önlemlerin alınması gerekir:

  • Bahçe işlerinde sulama yaparken su akışının düşük basınçta olması sağlanmalıdır.
  • İyi havalandırılmayan mekanlarda çalışılmaması gerekir.
  • Üreticilerin saksı toprakları ve gübre paketlerinin etiketleri üzerindeki aşağıda yer alan uyarıları dikkate alarak saksı toprağı tozuna maruz kalma riskini azaltmaları gerekir:
  • Tozu azaltmak için saksı toprağını ıslatınız.
  • Saksı toprağı, gübre paketlerini açarken yüzünüze yakın mesafede açmayın ve kullanırken eldiven ve P2 maskesi takınız.
  • Saksı toprağı veya diğer toprağı elledikten sonra, bir şey yemeden – içmeden ve sigara içmeden önce ellerinizi yıkayınız.

hsgm resim 3El, ayak, ağız hastalığı genellikle 2-10 yaş arasındaki çocukları, özellikle de 5 yaşın altındaki çocukları etkileyen ancak bazen yetişkinlerde de görülebilen yaygın bir viral hastalıktır. Hastalık sıklıkla yaz ve sonbabar aylarında görülmekte olup, küresel ısınma ile mevsim özelliklerin değişmesiyle beraber, hastalığın görüldüğü mevsim de değişiklik göstermektedir

El, ayak, ağız hastalığı tüm dünya ülkelerinde görülmekle birlikte tropikal bölgelerde ve düşük hijyenli bölgelerde daha şiddetli seyretmektedir.

El, ayak ve ağız hastalığına enterovirus cinsi virüsler neden olur. Hastalık en sık enterovirüs 71 veya koksaki virüs A grup 16 ile meydana gelir

Belirtileri Nelerdir?

El, ayak ve ağız hastalığı genellikle ateş (38-39 derece) , iştahsızlık, belli belirsiz bir kırıklık hali ve boğaz ağrısı ile başlar. Karın ağrısı ve öksürükte olabilir. Ateşin başlamasından 1-2 gün sonra, ağızda herpanjina adı verilen ağrılı, içi su dolu döküntüler meydana gelir. Döküntüler genellikle ağızın arka kısmında küçük kırmızı lekeler olarak başlar, daha sonra içi su dolu kabarcıklar haline gelir ve sıklıkla kabuğu patlayarak ülserleşir. Deri döküntüleri ise 1-2 gün sonra gelişir. Ayak tabanı ve ellerde avuç içinde düz kırmızı noktalar halinde başlayan döküntüler, daha sonra su toplar. Bazen döküntüler dizlerde, dirseklerde, kalçada veya genital bölgede de oluşabilir. El ve ayaklardaki döküntüler genellikle 5-7 gün içerisinde kendiliğinden iyileşir.

Özellikle küçük çocuklar ağızlarındaki ağrılı yaralar nedeni ile su içmekte zorlanabilir ve dehidratasyon oluşabilir.

Her ne kadar adı El-Ayak-Ağız Hastalığı da olsa her zaman tüm bu alanlarda döküntü görülmeyebilir. Sadece ağız yaraları veya sadece deride döküntüler şeklinde gelişebilir.

Nasıl Bulaşır?

Solunum yoluyla, tükürükle, yakın temasla ve dışkı yoluyla bulaşabilir. Yazın havuz sezonunun açılması ve enfekte havuz sularının yutulması ise ayrı bir risk oluşturmaktadır. Yoğunlaşan virüslerle hastalık salgına da dönüşebilmektedir. Bu nedenle anne ve babalara, çocuklarına ellerini sık sık yıkama alışkanlığı kazandırmaları konusunda büyük görev düşmektedir

Tanısı Nasıl Konur?

Alınacak ayrıntılı bir hastalık öyküsü ve fizik muayene, ağızda, ellerde ve ayaklarda karakteristik döküntüler, genellikle hastalığın teşhisi için yeterlidir. Aftöz stomatit, su çiçeği, eritema multiforme ve herpes simplex gibi hastalıklarla ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Genellikle, hiçbir laboratuvar çalışması gerekmez. Lökosit sayısı 4000-16,000 / ml arasındadır. Bazen, atipik lenfositler mevcuttur. Son çalışmalar, C-reaktif protein (CRP) ve açlık kan şekerinin şiddetli vakalarda hafif vakalara oranla anlamlı olarak daha yüksek olduğunu göstermektedir. Virüsün bulunması muhtemel alanlardan ( burun-boğaz sürüntüsü, gaita, döküntü sıvıları..) alınan numunelerde PCR yöntemi ile virüs izole edilebilir veya kanda hastalığa sebep olan virüslere (coxackie, enterovirüs..) karşı oluşan antikor (bağışıklık sistemi yanıtı) tespit edilebilir.

 Tedavisi Nasıldır?

Hastalığın spesifik bir tedavisi ve aşısı yoktur. Hasta kişilerin şikayetlerine yönelik ve varsa komplikasyonlara yönelik tedaviler uygulanabilir.

Korunma Yolları Nelerdir?

Hasta bireyler ile temastan kaçınarak ve bazı temel temizlik kurallarına dikkat ederek hastalıktan korunulabilir.

  • Eller özellikle tuvalet kullanımı sonrası veya bez değiştirdikten sonra, yemek hazırlamadan veya yemekten önce mutlaka su ve sabunla yıkanmalıdır.
  • Oyuncaklarda dahil olmak üzere kullanılan tüm malzemelerin yüzey temizliğine dikkat edilmelidir.
  • Hastalarla yakın temastan (öpüşme, sarılma gibi…) ve ortak tabak bardak kullanımından kaçınılmalıdır.
  • Ellerin sık sık yıkanması, kirli ellerin ağza ve yüze sürülmemesi çok büyük önem taşır.
  • Bulaşıcı olduğundan el-ayak-ağız hastalığına yakalanan kişilerden uzak durulması gerekir.
  • Ortak yaşam alanlarını sık sık havalandırarak içeri temiz hava girmesini sağlamak gerekir.
  • Okul ve kreşlerde ortam yüzeylerinin günlük temizliği sağlanmalıdır.

El-ayak-ağız hastalığına karşı en etkili yöntem hijyendir. Gerekli hijyen ve temizlik kurallarına uyulması durumunda el-ayak-ağız hastalığı riski azalır.  El, ayak, ağız hastalığı ile ilgili, Halk Sağlığı Müdürlükleri tarafından, ihtiyaçlar doğrultusunda sağlık personeline ve halka yönelik eğitimler planlanmakta ve uygulanmaktadır.

Kimler Riskli Gruptadır?

Okul, kreş vb. toplu yaşam alanlarında bulunmak, yazın havuz sezonunun açılması ve enfekte havuz sularının yutulması ise ayrı bir risk oluşturmaktadır

hsgm resim 5Avian İnfluenza (Kuş gribi, Tavuk Vebası, Bird Flu) insanlarda grip etkeni olarak gözlenen influenza virüslerinden A tipinin neden olduğu, evcil ve yabani kanatlılar ile memeli hayvanların çoğunda solunum ve sindirim sistemine ait belirtiler gösteren, ölümle sonuçlanan çok bulaşıcı bir hastalıktır.

İnfluenza A virüsleri hemaglutinin (H) ve nörominidaz (N) antijenlerine göre sınıflandırılır. Kuşlarda hastalık yapan influenza virüsünün 15 alt tipi bulunmaktadır.

Kümes hayvanlarını enfekte eden avian influenza A virusu,  hastalığa neden olma yeteneğine göre ikiye ayrılır.

  1. Yüksek virülansa sahip olanlar, patojenitesi yüksek olan kuş gribine yol açar ki bunun bir kuş sürüsündeki mortalitesi %100’ü bulabilir. Kuşlar ilk belirtilerin başladığı gün içinde bile ölebilirler.
  2. Virulansı düşük olanlar ise çok daha hafif bir hastalığa neden olurlar.  Her iki tablodan sorumlu viruslar şuan için H5, H7 ve H9 alt tiplerindendir.

Nasıl Bulaşır?

Hasta hayvanların akıntıları ve özellikle dışkı ile direkt temas; bulaşık yem, su, malzeme ve kıyafetlerle temas; klinik olarak hastalık belirtilerini göstermeyen su ve deniz kuşlarıyla temas bulaşa neden olabilir. Özellikle ölü veya canlı hastalıklı kuşlar ve kuşların atıklarına maruz kalan kişilere solunum ve temas yoluyla bulaşır.

Avian influenza virüsleri genellikle insanları doğrudan enfekte etmez ve insanlar arasında dolaşmaz. İnsanda avian influenza virüsleriyle oluştuğu bildirilmiş doğal enfeksiyon sayısı çok azdır. İnsanlardaki olguların enfekte kümes hayvanları veya kontamine yüzeylerle temas sonucunda geliştiği düşünülmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından insandan insana geçiş olmadığı belirtilmekle birlikte literatürde sağlık çalışanları, kümes hayvancılığında çalışan işçiler ve aile üyeleri arasında şüpheli geçiş olguları bildirilmiştir. Avian İnfluenza A nın bazı suşları (H5N1, H7N7 ve H9N2 vb.) sağlık çalışanları, aile bireyleri, tavukçuluk yapanlar ve tavuk imha ekiplerinde çalışanlarda insandan insana çok sınırlı bir biçimde de olsa bulaşabildiği anlaşılmaktadır.

Hastalık ülke içinde çiftlikler arasında hızlıca yayılım gösterebilir. Enfekte olmuş araçlar, elbiseler, ayakkabılar aracılığı ile bir yerden diğerine taşınırlar.

Doğrudan ya da dolaylı yollarla vahşi göçmen kuşların evcil kuşlara enfeksiyonu bulaştırması en önemli salgın nedenidir. Ayrıca, canlı kuş pazarları salgının yayılmasında önemlidir.

Bir ülkeden diğerine ise uluslararası canlı kümes hayvanları ticareti ve göçmen kuşlar aracılığı ile taşınabilmektedir.

Enfeksiyonun görüldüğü dönemlerde sulak alanlara girip çıkan araç ve insanlar ile yerleşim yerlerine taşınma riski vardır. Riskli dönemlerde avcılık faaliyetleri ile de hastalığın yerleşim yerlerine taşınma olasılığı bulunmaktadır.

Risk yaratan diğer bir durum da, hastalık çıkmış olan yerleşim yerlerinden kontrolsüz araç ve insan hareketleri ile yayılımıdır.

Hastalığın Güney Kore Cumhuriyeti, Vietnam, Tayland, Kamboçya, Endonezya başta olmak üzere asya ülkelerinde salgınlar yaptığı bildirilmiştir ancak Dünya Sağlık Örgütü bu ülkelere seyahat kısıtlaması getirmemektedir.

Belirtileri Nelerdir?

Hastalarda;

  • 38°C üzerinde ateş ile birlikte öksürük,
  • Boğaz ağrısı,
  • Kırıklık,
  • Nefes darlığı,
  • İshal yakınmalarından bir ya da birkaçı bir arada görülmektedir.

Belirtilerin başlamasından önceki 10 gün içinde H5N1’den etkilenmiş bir ülkede kümes hayvanları ya da bilinen veya kuşkulu bir avian influenza olgusu ile temas öyküsü olması önemlidir. Kuluçka süresi ortalama 2-5 gün olmakla birlikte 17 gün sonra hastalık geliştiği de bildirilmiştir.

Hastalığının seyri:

Avian influenza’nın inkübasyon süresi, bilinen insan gribinden daha uzun olabilmektedir. Yakın zamandaki verilerde de kuluçka süresinin iki-beş gün olduğu, bununla birlikte bu sürenin sekiz güne kadar uzayabildiği belirtilmektedir. Bununla birlikte muhtemelen tanımlanamayan enfekte hayvan veya çevresel kaynaklarla temasa bağlı olarak üst limit 17 gün olarak bildirilmiştir.

Avian influenza infeksiyonunun başlıca klinik belirtileri hastalığa neden olan virüs subtipine bağlıdır. Başlangıç semptomları; hastaların çoğunda yüksek ateş (tipik olarak 38°C’den daha yüksek) ve alt solunum yolu semptomları ile birlikte grip benzeri bir hastalık şeklindedir. Boğaz ağrısı, öksürük ve kas ağrısı görülebilir. Üst solunum yolu semptomları nadiren mevcuttur. Avian influenza A/H5N1 ile meydana gelen infeksiyonda, H7 veya H9 virüsleri ile meydana gelen infeksiyondan farklı olarak nadiren konjunktivit mevcuttur. Bazı hastalarda hastalığın erken döneminde ishal, kusma, karın ağrısı, plöretik ağrı, burun ve diş eti kanamaları rapor edilmiştir.

Başlangıç semptomları sonrasında genellikle alt solunum yolu belirtileri gelişir ve hastaların hekime müracatında bu bulgular mevcuttur. Solunum sıkıntısı, takipne ve inspiratuar raller yaygındır. Balgam çıkarma değişkenlik gösterir ve bazen kanlı olabilir. Hastaların hemen hemen tümünde klinik olarak pnömoni mevcuttur. Radyolojik değişiklikler difüz, multifokal yama infiltrasyonlar, interstisyel infiltrasyonlar ve hava bronkogramları ile birlikte segmental veya lobüler konsolidasyon şeklindedir. Plevral efüzyon yaygın değildir. Hayatta kalan hastalarda akciğer hasarı ile ilgili radyolojik bulguların hastalıktan sonraki birkaç ay devam edebileceği vurgulanmaktadır. Ciddi olgularda mekanik ventilatör desteği gerekebilir. Solunum yetmezliğinin ilerlemesi difüz bilateral buzlu cam infiltrasyonu ve ARDS belirtileri ile ilişkilidir. Renal yetmezlik bulguları, bazen kalp dilatasyonu ve supraventriküler taşiaritmilerle seyreden kalp yetmezliği bulguları yaygındır.

Çocuklar avian influenza hastalığına karşı daha duyarlı olmakla birlikte, şimdiye kadar saptanan vakalar arasında çocuklar daha sık yer almıştır. Ayrıca avian influenza çocuklarda daha ağır seyretmektedir.

Pnömoni (viral ya da sekonder bakteriyel), KOAH alevlenmesi, miyokardit, miyozit, perikardit, renal yetmezlik, respiratuar yetmezlik, ventilatörle ilişkili pnömoni, pulmoner hemoraji, pnömotoraks, pansitopeni, Reye sendromu ve dokümante edilmiş bakteriyemi olmaksızın sepsis sendromu gibi komplikasyonlar gelişebilir. H5N1 diğer avian influenza A türlerine göre daha ciddi ve öldürücü seyretmektedir.

Tanısı Nasıl Konur?

Laboratuvar tanısında altın standart, virüs izolasyonudur. Şüpheli insan vakalarının hızlı laboratuvar doğrulaması genellikle influenza virüs antijenlerinin immünokromatografik veya immünfloresan tespiti ya da solunum örneklerinde H5 spesifik RNA’sının real-time-polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile tespit edilmesi ile yapılmaktadır. Ek olarak nükleoprotein gibi viral antijenlere karşı oluşan antikorları tespit eden ticari ELISA kitleri mevcuttur.

Tanı İçin Laboratuvar Kriterleri: Aşağıdakilerden en az birinin pozitif olması gerekir.

  1. a) Klinik bir numuneden avian influenza A izole edilmesi,
  2. b) Klinik bir numunede avian influenza A nükleik asit tespit edilmesi,
  3. c) Avian influenza A spesifik antikor yanıtı (dört katı veya daha fazla artış veya tek bir yüksek titre).

Vaka Sınıflaması

Olası vaka: Klinik ve epidemiyolojik kriterleri taşıyan kişi.

Kuvvetle Olası vaka: İnfluenza A/H5 veya A/H5N1 testi insan influenzası için Avrupa Birliği Ağı Referans Laboratuvarlarına katılımı olmayan bir ulusal referans laboratuvarında pozitif olan kişi

Ulusal olarak doğrulanmış vaka: İnfluenza A/H5 veya A/H5N1 testi insan influenzası için Avrupa Birliği Ağı Referans Laboratuvarlarına katılımı olan bir ulusal referans laboratuvarında pozitif olan kişi.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından doğrulanmış vaka: H5 için DSÖ ile işbirliği yapan bir laboratuvarda doğrulanmış kişi

Kimlerden numune alınmalı:

Hasta veya ölü kanatlı hayvan teması öyküsü bulunan ve 38 °C’nin üzerinde ateş ile birlikte

  • Öksürük
  • Boğaz ağrısı
  • Kırıklık
  • Nefes darlığı
  • İshal

yakınmalarından bir ya da birkaçı bir arada bulunan hastalardan nazofarengeal sürüntü veya aspirat, nazal aspirat, BAL, doku örneği (biyopsi/otopsi) numunelerinden uygun olan numune alınarak gönderilecektir.

Tedavisi Nasıldır?

Hastalığın tedavisinde antiviraller (Nöraminidaz inhibitörleri: oseltamivir ve zanamivir) kullanılmaktadır. Bu ilaçların, belirtiler başladıktan sonra ilk 48 saat içinde başlanması gerekmektedir. Oksijen ve ventilatör desteği ile destekleyici bakım, tedavinin temelini oluşturmaktadır.

Korunmasız riskli teması olan kişiler profilaksi alacaktır. Korunmasız temaslılar var ise enfeksiyon hastalıkları uzmanı ile birlikte koordineli olarak profilaksi başlanır. Profilaksi temaslının kayıtlı olduğu Toplum Sağlığı Merkezi tarafından başlanarak 10 gün takip edilecektir.

Profilaksi doğrulanmış veya olası vaka ile ilk temastan sonra mümkün olduğu kadar çabuk,  ilk 48 saat içinde başlanmalıdır. Bu mümkün değil ise son temastan sonraki 7 gün içerisinde profilaksi başlanabilir.

Kemoprofilaksi için oseltamivir, standart influenza profilaksisi (1x75mg) yerine, tedavi dozunda (2x75mg) temas kısa süreli ve devam etmiyorsa 5 gün, yoğun ve sürekliliği olan temaslarda 10 gün süre ile verilmelidir.

Erişkin hastalar gibi çocuk hastaların da tedavisinde antiviraller (Nöraminidaz inhibitörleri: oseltamivir ve zanamivir) kullanılmaktadır. Bu ilaçların, belirtiler başladıktan sonra ilk 48 saat içinde başlanması gerekmektedir. Oksijen ve ventilatör desteği ile destekleyici bakım, tedavinin temelini oluşturmaktadır.

Çocuklarda oseltamivir dozu şu şekilde hesaplanır;

2 haftadan – 1 yaşa kadar 6 mg/kg /gün iki  dozda,

1 yaş – 12 yaş arası çocuklarda (Kilograma göre)

  • 15 kg ve altında 2 x 30 mg,
  • 15.1 – 23 kg arası 2 x 45 mg,
  • 23.1 – 40 kg arası 2 x 60 mg,
  • 40.1 kg ve üzeri 2 x 75 mg,

Avian influenza tespit edilmiş kanatlıların itlafında görev alan personelin, itlaf sırasında yoğun maruziyet olması nedeni ile, itlaf süresince ve bilinen son temastan sonrasındaki 5 gün süresince profilaksi alması uygundur.

Korunma Yolları Nelerdir?

Eğer bir kişi Avian influenza enfeksiyonu açısından kesin tanı almışsa veya şüpheleniliyorsa ve hastaneye yatması gerekmiyorsa;

  • Avian influenza enfeksiyonu için riskli teması olan kişiler son temaslarından sonraki 10 gün boyunca ateş, öksürük, solunum sıkıntısı ile baş ağrısı, boğaz ağrısı, bulantı-kusma ve ishal gibi diğer erken semptomların olup olmadığını takip etmelidirler.
  • Evindeki ve toplumdaki diğer kişilere hastalığı bulaştırma riski nedeni ile evindeki diğer kişilerden farklı bir odada oturmalı,
  • Öksürdüğünde veya hapşırdığında bir mendille (tercihen kağıt mendille) ağzını kapatmalı, kullanılmış mendiller ağzı kapalı ve delik olmayan naylon poşetlere konularak ağzı kapatılarak ikinci bir naylon poşet içerisinde atılmalı,
  • Ellerini sıklıkla yıkamalı;
  • Başka bir kişi/kişiler ile aynı ortamı paylaştığı (ev, sokak, toplu taşıma araçları, hastane vb.) zaman yüz maskesi takmalı,
  • Kişisel eşyalarını başkaları ile paylaşmamalı, ev halkının bardak, tabak, havlu gibi eşyalarını kullanmamalı; eğer kullanması gerekirse bu eşyaları iyice su ve sabunla yıkamalıdır.
  • Ayrıca bulgularını takip etmeli, eğer hastalığında bir kötüleşme olursa acil tıbbi yardım istemelidir.

Hasta olmamak için:

  • Hastalık şüphesi olan ölü ya da canlı kanatlı hayvanlarla temas edilmeden önce gerekli temas önlemleri (eldiven ve maske) alınmalıdır.
  • Şüpheli materyale çıplak elle dokunulduğunda eller mutlaka sabunla yıkanmalıdır.
  • Denetimden geçmiş ürünler tüketilmelidir.
  • Kanatlı hayvanlar uygun koşullarda iyice (60-70 derece) pişirilmelidir, az pişmiş olarak tüketilmemelidir.
  • Hastalık şüphesi olanlar hızlıca sağlık merkezlerine başvurmalıdır.

Hasta olan veya hasta olduğundan şüphelenilen kişilerle temas eden aile yakınları ve sağlık çalışanları koruyucu maske ve önlük kullanmalıdırlar.

Dolaşan virüslerdeki majör veya minör antijen değişiklikleri nedeniyle grip aşısının bileşimi her yıl değişmektedir. Halen var olan grip aşıları insana özgü influenza virüs suşlarına karşı koruyucudur ve avian influenza virüsüne karşı korunma sağlamaz. Bununla birlikte, kümes hayvanları arasında patojenitesi yüksek kuş gribi salgını yaşanan ülkelerde temas riski yüksek olan kişilere, bu aşının yine de kullanılması önerilmektedir. Böylece insana özgü influenza virüsü ve kuşa özgü influenza virüsü ile oluşabilecek bir ko-enfeksiyon sırasında herhangi bir gen değiş tokuşu olması, dolayısıyla pandemik potansiyeli olan bir suşun ortaya çıkması olasılığı azaltılabilir.

Kimler Riskli Gruptadır?

Ölü ya da canlı hasta hayvanlarla veya hayvan atıklarıyla doğrudan teması olan kişiler en büyük risk altındadırlar. Ayrıca hasta insanlarla teması olan sağlık çalışanları da risk altındadır.

Gebelik, diğer influenza türleri gibi avian  influenzanın seyrini de ağırlaştımaktadır.

Hamile ve emziren kişiler için özel bir uygulama gerekmeyip diğer hastalara yapılan önerilerle aynıdır. Sadece annenin bebeğine yaklaşırken yüz maskesi takması önerilir.

hsgm resim 6MERS-CoV ; ilk defa 2012 yılında Suudi Arabistan’da tanımlanan ve yeni bir coronavirüsün neden olduğu bulaşıcı solunum yolu hastalığıdır. Coronavirüsler ise bulgusuz, hafif soğuk algınlığından ağır hastalığa (SARS) ve akut solunum yolu yetmezliği sendromu kadar farklı belirtilere neden olabilen geniş bir virüs ailesidir.

Nasıl Bulaşır?

Şu an için MERS-CoVirüsünün develerden kaynaklandığından şüphelenilmektedir. Ancak hastalığın insanlara nereden ve nasıl bulaştığı henüz kesin olarak bilinmemektedir. Hastalık insandan insana yakın temas ile bulaşabilmektedir ancak şu an için hızla yayılmamaktadır. İnsandan insana olan bu bulaşma aile bireyleri, hastanelerdeki hastalar ve sağlık çalışanları arasında olmuştur.

Belirtileri Nelerdir?

Ateş, titreme, baş ağrısı, baş dönmesi, boğaz ağrısı, kuru öksürük, nefes darlığı, kas ağrısı gibi genellikle solunum yolu hastalıklarının ortak özellikleri ilk şikayetler olarak ortaya çıkar.

Ayrıca kusma, ishal gibi gastrointestinal semptomlar da görülebilmektedir. Bazı vakalarda kanlı balgam görülmüştür. Ateş olmadan hafif solunum yolu hastalığı ve zatürre gelişmeden önce ishal ile gelen atipik vakalar da bildirilmiştir. Hastalık şiddetli olduğunda yoğun bakım ve solunum cihazına gerek duyulmaktadır. Bazı hastalarda da özellikle böbreklerde organ yetmezliği meydana gelmiştir. MERS-CoV vakalarının yaklaşık %40’ı maalesef hayatını kaybetmiştir.

Tedavisi Nasıldır?

MERS-CoV için özel bir tedavi olmaması, virüsün tam bilinmemesi nedeni ile uygulanan tedavi destekleyici, ikincil enfeksiyonları ve komplikasyonları önlemeye yöneliktir. 

MERS-CoV tanısı almış kişiler mekanik solunum desteği ve solunum izolasyonu sağlayabilecek bütün hastanelerde takip ve tedavi edilebilirler. 

Eğer bir kişi MERS-CoV enfeksiyonu açısından kesin tanı almışsa veya şüpheleniliyorsa ve hastaneye yatması gerekmiyorsa;

  • Evindeki ve toplumdaki diğer kişilere hastalığı bulaştırma riski nedeni ile evindeki diğer kişilerden farklı bir odada oturmalı,
  • Doktor randevusu öncesi durumu hakkında sağlık kuruluşuna bilgi verilmeli, 
  • Öksürdüğünde veya hapşırdığında bir mendille (tercihen kağıt mendille) ağzını kapatmalı, kullanılmış mediller ağzı kapalı ve delik olmayan naylon poşetlere konularak ağzı kapatılarak ikinci bir naylon poşet içerisinde atılmalı, 
  • Ellerini sıklıkla yıkamalı; 
  • Başka bir kişi/kişiler ile aynı ortamı paylaştığı (ev, sokak, toplu taşıma araçları, hastane vb.)zaman yüz maskesi takmalı,
  • Kişisel eşyalarını başkaları ile paylaşmamalı, ev halkının bardak, tabak, havlu gibi eşyalarını kullanmamalı; eğer kullanması gerekirse bu eşyaları iyice su ve sabunla yıkamalıdır.
  • Ayrıca bulgularını takip etmeli, eğer hastalığında bir kötüleşme olursa acil tıbbi yardım istemelidir.

MERS-CoV enfeksiyonu için tanı konulmuş veya değerlendirmesi devam eden bir kişi ile yakın temas etmiş olanlar, son temaslarından sonraki 14 gün boyunca günde iki kez ateşleri ölçülmeli, öksürük, solunum sıkıntısı ile baş ağrısı, boğaz ağrısı, bulantı-kusma ve ishal gibi diğer erken semptomların olup olmadığını takip etmelidirler.

Hamile ve emziren bayanlarla çocuklar için özel bir uygulama gerekmeyip diğer hastalara yapılan önerilerle aynıdır. Sadece annenin bebeğine yaklaşırken yüz maskesi takması önerilir.

Korunma Yolları Nelerdir?

MERS-CoV enfeksiyonu için aşı yoktur. Suudi Arabistan başta olmak üzere Orta Doğu ülkelerinde vakalar görülmesi nedeniyle buraya yolculuk planlayanlar için korunma tedbirleri uygulanmalıdır. Hac ve umre yolculuğu yapacak kişiler için el hijyeni, öksürük ve aksırık sırasında ağız ve burun kapatılması, solunum sekresyonları ile temas durumunda ellerin yıkanması akut ateşli solunumsal semptomları olan kişilerden en az 1 metre uzakta durulması, kalabalık alanlarda maske kullanılması gibi solunumsal hijyen önerileri, gıda güvenliği önerileri (çiğ süt ve hayvansal ürünler tüketmemek, çiğ tüketilecek sebze ve meyveleri iyice yıkayarak tüketmek gibi), kişisel hijyen önerileri ile hayvanlarla temastan kaçınılması, sağlık kuruluşuna başvurmaları halinde diğer hastalarla teması en aza indirilmesi tavsiye edilmektedir.

Kimler Riskli Gruptadır? 

Bağışıklık sistemleri zayıflamış olanlar, yaşlı insanlar ve kanser, şeker hastalığı, kronik akciğer hastalığı olanlarda hastalık daha şiddetli seyretmektedir. Başlıca riskli gruplar;

  • 65 yaş ve üzerinde olanlar,  
  • Kalp hastalığı olanlar, 
  • Böbrek hastalığı olanlar, 
  • Solunumsal hastalığı olanlar, 
  • Diyabet gibi kronik bir hastalığı olanlar,
  • Doğumsal veya edinilmiş immün yetmezliği olanlar, 
  • Malign hastalığı olanlar, 
  • Son dönem hastalığı olanlar, 
  • Hamile kadınlar, 
  • 12 yaşın altındaki çocuklar.

hsgm resim 4Beyin ve spinal kordu çevreleyen pia ve araknoid zarın  infeksiyoz ve noninfeksiyoz nedenJerle gelisen akut ya da kronik inflamasyonuna menenjit denir. Menenjit, hemen her yaş grubunda görülebilen ciddi bir enfeksiyondur Akut bakteriyel menenjit (ABM) yuksek oranda mortaliteye neden olabilen ciddi bir infeksiyon hastalığıdır. Menenjit olusturan etkenler; bakteriler, virüsler, mantarlar, spiroketler, riketsiyalar,protozoa, helmintler ve diger etkenler olabilir. Streptoccocus pneumoniae, Neisseria meningitidis ve Haemophilus influanzae akut bakteriyel menenjitin %80-85’inden sorumlu bakterilerdir.

Hastalığın Nedenleri Nelerdir?

Neisseria meningitidis’in neden olduğu meningokokal hastalık tüm dünyada çocuk ve genç erişkinlerin en önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biridir. Neisseria meningitidis (meningokok) isimli bakteri çeşitli hastalık tablolarına yol açar. Bunlar arasında en sık görülenleri ve en tehlikeli olanları meningokoksemi ve menenjittir.

Hastalık Nasıl Bulaşır?

Meningokok infeksiyonlarında tek rezervuar insandır. Meningokok menenjitinde bulaş, enfekte kişinin burun ya da boğazından direk temas ya da damlacık yolu ile gercekleşmektedir.

Hastalık Kalıtsal Mıdır?

Meningokoksik menenjit kalıtsal bir hastalık değildir.

Hastalığın Belirtileri Nelerdir?

Meningokok menenjitini diğer bakteriyel menenjitlerden ayırt eden tek başına bir bulgu yoktur. Meningokok menenjiti olguları da diğer bakteriyel menenjit etkenlerine benzer şekilde ateş ile birlikte, bulantı, kusma, irritabilite, baş ağrısı, konfuzyon, ense sertliği gibi semptom ya da bulgular ile başvurmaktadır. Meningokok menenjitinde tipik başvuru semptomları ani başlayan ateş, bulantı, kusma, başağrısı, bilinc değişiklikleri ve miyalji olarak tanımlanmıştır. Meningokokkal menejitli hastalann sistemik muayenelerinde purpura ve petesial dokuntulerin gorulmesi taruya yardımcıdır. Büyük cocuklarda en sık bulgular ateş, baş ağrısı, fotofobi, bulantı, kusma, konfuzyon, letarji ve bilinç değişiklikleridir. Sut cocukluğu doneminde en sık bulgular ise ateş, hipotermi, letarji, solunum sıkıntısı, sarılık, beslenme gucluğu, fışkırır tarzda kusma, ishal, konvulziyon, irritabilite ve/veya fontanel bombeliği olarak belirtilmektedir.

Hastalık Açısından Kimler Risk Altındadır?

Bakteri insanların yaklaşık %10’nun boğazında taşınmaktadır ve ozellikle kucuk cocuklar, oğrenciler ve askerler gibi kalabalık ortamlarda yaşayanlar, hacılar gibi hem kalabalık ortamda bulunan, hem de riskli bolgelere seyahat edenler, kompleman eksikliği olanlar, asplenikler ve immun yetmezliği olanlar bakteriyi hastalardan veya bu taşıyıcılardan alarak ağır hastalık gecirebilirler.

Hastalığın Seyri Nasıldır?

Neisseria menigitidis enfeksiyonu geciren insanların coğunda hastalık asemptomatik seyrederken, bazen sepsis ve menenjit gibi invazif hastalıklara da neden olabilir. Hastaların

% 10-14’ü etkili antibiyotik tedavisine rağmen kaybedilir ve % 20-40’ında nörolojik sekeller gelişir.

Hastalığın Komplikasyonları Nelerdir?

Dissemine intravasküler koagülasyon, akut sürrenal yetmezligi, endokardit, septik artrit, subdural effüzyon, hidrosefali, lokalize ventrikülit, kortikal tromboflebit, nörolojik sekeller epilepsi, zeka geriliği, öğrenme güçlüğü, beyin absesi, işitme kaybı intellektüel fonksiyonlarda bozulma, kişilik değişiklikleri, baş dönmesi, yürüme bozuklukları, körlük, parezi, paralizi vb.

Hastalığın Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Meningokoksik menenjit acil bir hastalıktır ve menenjit düsünülen hastada tedavi hemen başlanmalıdır. Antibiyotik tedavisine baslamak için mikrobiyolojik ve serolojik testlerin sonuçlanması beklenmemeli ve kullanılacak antibiyotiklerin ilk dozu 30 dakika içinde verilmelidir. Menenjit tedavisinde hatırlanması gerekli bazı kurallar:

- Antibiyotikler i.v. yoldan uygulanmalı,

- Bakterisidal ve yan etkisi en az olan antibiyotikler tercih edilmelidir,

- LP yapılamayan veya yapılsa da BOS’ un incelenemeyecegi bir saglık kurumundaki hekim ilk tedavi dozunu verdikten sonra bu islemin yapılabilecegi bir hastaneye hastasını sevk etmeli, hastalar evinde veya poliklinikte tedavi edilmemeli,

- LP yapılabilecek bir hastaneye basvuran hastada BOS’ dan boyalı preparat yapıldıktan hemen sonra tedaviye başlanmalıdır,

-Altta yatan hastalıgı, immun yetersizligi olanlarda, travmatik ve post operatif gelisen menenjitlerde daha genis antibakteriyel spektrum saglayacak antibiyotik kombinasyonu düsünülmeli,

- Mümkünse BOS’ a iyi geçtigi bilinen antibiyotikler tercih edilmeli.

İntravenoz seftriakson tedavisi, kan kultürü veya PCR icin örnek alındıktan sonra  meningokok enfeksiyonu olduğu düşünülen ve aşağıdaki riskleri taşıyan cocuklara derhal verilmelidir: Seftriaksonun yarılanma ömrü uzun oldugu için hastaya 12 saat kazandırır.

  • Peteşi yayılırsa
  • Döküntü purpurik olursa
  • Bakteriyel menenjit bulguları varsa
  • Meningokoksik septisemi bulguları varsa
  • Hekim tarafından enfeksiyondan şüpheleniliyorsa

Meningokoksik septisemi ve menenjit icin penisilin G (250.000-400.000/kg/gun) halen ilk tercih edilen antibiyotiktir. Penisiline dirençli vakalarda tedavide üçüncü kuşak sefalosporinler tercih edilmelidir. Sefotaksim (200 mg/kg/gun) veya seftriakson (100 mg/kg/gun) penisilin yerine verilebilir. Tedavi süresi 7 gündür. Tedavinin en önemli aşamalarından biri de destek tedavisidir. Hastalar yoğun bakımda izlenmeli, şok, DİK, beyin ödemi gibi komplikasyonlar zamanında saptanıp tedavi edilmelidir.

Hastalığın Tanısı Nasıl Konur?

Meningokok infeksiyonlarının tanısında klinik çok önemlidir. Kesin tanı için enfeksiyon etkeninin belirlenmesi, laboratuvar tanısının yapılması şarttır. Ateş ve peteşi ile başvuran her hastada ön planda meningokok infeksiyonları düşünülmelidir. Kesin tanı için kan kültürü ve BOS kültürü gerekmektedir. Ayrıca derideki lezyonların biyopsilerinde de etken gösterilebilir. Son yıllarda meningokokal hastalıkların tanısında polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile bakteri DNA’sının saptanması önemli bir tanı yöntemi olmuştur.

Hastalık Dünyanın Hangi Bölgelerinde Görülmektedir?

Neisseria meningitidis, tüm dünyada menenjit ve sepsisin en sık nedenleri arasında yer almaktadır. İnfeksiyon özellikle gelişmiş ülkelerde sporadik, endemik olarak görülürken Afrika menenjit kuşağında (Sahra altı Afrika’da Senegal’den Etiyopya’ya kadar olan ülkeler kuşağı) Ekim sonundan başlayan ve Haziran başına kadar uzanan dönem içerisinde salgınlara neden olabilmektedir. Benzer şekilde Arap Yarımadası da yüksek riskli bölge olarak kabul edilmektedir.

Hastalığın Ülkemizde Görülme Durumu Nedir?

Neisseria meningitidis dünya genelinde hem endemik hem de epidemik hastalığa neden olmaktadır. Türkiye’de N. meningitidis infeksiyonları, epidemik veya sporadik vakalar olarak ortaya çıkabilmektedir. Ülkemizde son yıllarda  yapılan bazı çalışmalarda serogrup W-135’in sıklıkla tespit edildiği bildirilmiş olup araştırmacılar bunun  Hac ziyaretine giden hacılardan kaynaklandığı düşünmektedirler. Yapılan çalışmalarda ikinci sıklıkta ise serog­rup B saptanmaktadır.  Zaman içinde serog­rupların görülme sıklığı ve sıralaması değişmektedir. Ülkemizde son yıllarda serogrup B ön plandadır.

Gebelik Hastalığın Seyrini Etkiler Mi?

Gebelik hastalığın seyrini etkilememektedir. Ancak gebeliğin yanı sıra bazı risk faktörlerini(asplenik, komplemen eksikliği) taşıyan kadınlarda ve enfeksiyon etkeninin epidemik olduğu bölgelere seyahat eden gebe kadınlarda hastalık ağır seyredebilir.

Emziren Kişilerin Hasta Olması Durumunda Neler Yapılmalıdır?

Hastalık solunum yolu ve yakın temasla bulaştığı için annenin maske takması önerilir. Hastalığa yakalanan ancak emziren annelerde acil olarak antibiyotik tedavisi başlanarak emzirmenin kesilmesi önerilir. Salgınlarda gebelere aşı önerilir. Annede olusan antikorlar plasenta yoluyla geçerek yenidoganda ilk birkaç ay % 50’ye yakın koruma sağlar. Anne ve fetusta aşının herhangi bir yan etkisi gösterilmemiştir.

Çoçuklarda Hastalığın Seyri Nasıldır?

Neisseria meningitidis’in neden olduğu meningokokal hastalık tüm dünyada çocuk ve genç erişkinlerin en önemli morbidite ve morta­lite nedenlerinden biridir. Meningokokal hastalık en sık koruyucu antikorların henüz oluşmadığı 3 ay-1 yaş arasındaki çocuklarda görülür. İkinci insidans artışı ise 15-17 yaş arası adolesanlarda saptanmaktadır. En iyi tedavi koşullarında bile mortalite % 10-15 arasında değişmektedir.

Çoçuklarda Hastalığın Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Yukarıda hastalığın tedavi yöntemlerinde anlatılmıştır.

Hastalıktan Korunmak İçin Alınması Gereken Önlemler Nelerdir?

Neisseria meningitidis’in neden olduğu menenjitine karsı kemoproflaksi ve aşı ile korunma sağlanabilir. İnfekte hasta ile yakın teması olan kişilere profilaksi verilmesi ikincil vakaların önlenmesi açısından çok önemlidir. Kemoprofilaksi indeks vaka ile yakın temas edenlerde riskli bakteriyi elimine etme amacını taşımaktadır. Yakın temas ile, hastanın ev halkı, okul veya yuva arkadaşları ve ağız salgıları ile doğrudan temas edenler (öpüşme) kastedilmektedir. Hastane personeli ise özel risk altında değildir. Burada tek istisna ağızdan ağza solunum yapan­lar veya herhangi bir şekilde hastanın sekres­yonlarına maruz kalanlardır. Normal hasta bakı­mı sorun yaratmaz. Kemoprofilaksi, mümkün olan en kısa sürede başlatılmalıdır. İdeal olarak indeks olgu­nun saptanmasını izleyen ilk 24 saat içinde pro­filaksi verilmelidir. Çocuklarda meningokok profilaksisinde rifampin ilk seçenektir. 10 mg/kg/doz olarak günde iki kez iki gün süreyle (toplam dört doz) oral olarak kullanılır. Maksimal doz 600 mg’dır. Rifampin profilaksisi gebe kadı­na önerilmez. Tek doz intramüsküler injeksiyon olarak verilen seftriakson iki günlük oral rifam­pinin yerini tutmaktadır. Seftriakson 15 yaş altındakilerde 125 mg; 15 yaş üzerindekilerde ise 250 mg olarak uygulanır. Erişkinlerde en uygun tedavi tek doz oral siprofloksasin (500 mg) kullanımıdır. Yeni bir seçenek ise tek doz 500 mg azitromisin kullanımıdır. Kemoprofilaksi aşılamaya oranla daha avantajlıdır. Salgın durumunda kemoprofilaksi ile beraber suşa özgü meningokok aşısı yapılması önerilir. Sağlıklı çocuklara (9 ay-10 yaş) rutin olarak meningokok aşıları önerilmez, artmış meningokok enfeksiyon riski olan olgulara yapılmalıdır. Ayrıca meningokok aşısı, hastalığın hiperendemik olduğu bölgelere seyahat edenlere önerilir

hsgm resim 7Cüzzam, “Mycobacterium leprae” isimli basil tarafından oluşturulan,  kronik bir enfeksiyon hastalığıdır. Lepra basili 1873 yılında Gerhard Armauer Hansen tarafından bulunmuştur. Konakçı organizmanın immunolojik durumuna göre kendini sınırlayabilen veya progressif olabilen lokalize ya da geniş yayılımlı bir tablo ortaya çıkabilir. Primer olarak yüzeyel periferik sinirleri, deriyi, üst solunum yolu mukozasını, gözün ön kamerasını, kemikleri ve testisleri tutar.

Lepra basili, aside alkole dirençli 0.3-0.4 mikron eninde, 2-7 mikron boyunda, düz veya hafifçe kıvrık, çomak şeklinde, zorunlu intrasellüler bir mikroorganizma olup periferik sinirleri, özellikle Schwann hücrelerini infekte eden tek basildir.

Lepra’nın nedenleri nelerdir ve nasıl bulaşır?

Bulaşma şekli kesin olarak bilinmemesine karşın solunum yolu ile bulaşma en çok kabul edilenidir. Lepra basilinin tek rezervuarı insandır. Lepranın bulaşması; enfekte şahsın bulaştırıcılığına, temasın yakınlığına, sıklığına ve süresine bağlıdır. Bulaşma genellikle çocukluk çağında aynı aile içindeki uzun süre temas edilen aktif hastalardan kaynaklanmaktadır.

Lepra’nın klinik belirtileri nelerdir?

Leprada klinik belirtiler hipopigmante bir makülden, geniş yayılımlı periferik sinir sistemi, göz, kemik adale ve diğer dokuların tutulduğu, şekil bozuklukları ve sakatlıkların geliştiği bir tabloya kadar değişir. Klinik bulguların farklılığı konakçı organizmanın verdiği cevaba bağlıdır. İnkubasyon periyodu TT için 2.9-5.3 yıl, LL için 9.3-11.6 yıl arasında değişmektedir. Ortalama inkubasyon periyodu 2-4 yıldır. Çok ender olmakla birlikte birkaç haftalık kısa veya 30 yıl gibi uzun inkubasyon periyodları bildirilmiştir. Bu periyodu izleyerek indetermine lepra adı verilen başlangıç lezyonu ortaya çıkar. Hastaların %20-80 inde ilk belirti indetermine lepradır. Eğer hasta taramaları daha dikkatli yapılırsa bu sayı yükselebilecektir. Kalçalar, yüz, kol ve bacakların dış yüzü gibi soğuk deri alanlarına oturan bir veya birkaç adet, birkaç cm. çapında sınırları çok keskin olmayan, hipopigmante veya hafifçe eritemli bir makül vardır. Bunların diagnostik bir belirtisi yoktur. Eğer klinik olarak tanı konulamıyorsa kesin tanı için dermatopatolojik incelemeye başvurulabilir. Biyopsi ile dermatopatolojik kesitlerde tipik nöral ve adneksiyal infiltrasyonun ve basilin gösterilmesi tipiktir. Bu lezyon çoğu vakada spontan olarak iyileşir az bir kısmı ise ileri klinik tiplere gider. İndetermine lepra evresinde başarılı bir tedavi ile tamamen iyileşir, herhangi bir reaksiyonel ya da nörolojik sekel kalmaz.

Tüberküloid lepra esas olarak periferik sinirleri ve deriyi tutar. Deri lezyonları tek veya birkaç tane, sınırları belirgin, halka veya atnalı şeklinde, ortası normal deri görünümünde, kenarı infiltre, hipoestetik veya anestetik plaklardır. Üzeri kepeklidir, kıllar dökülmüştür. Yüzde oturan lezyonlarda ise; bu bölgede innervasyon zengin olduğu için duyu kaybı kompanse edilmiş olabilir. Vücudun herhangi bir bölgesine yerleşebilirler. Lezyonlar büyüktür, 10 cm ve daha büyük çapa erişebilir. Yaymalarda basil gösterilemez, lepromin testi pozitiftir. Gerçek TT leprada genişlemiş periferik sinir bulgusu azdır, lezyon yakınındaki bir veya iki sinir kalınlaşması gösterilebilir. Bu tip gerçek TT olgular, tedavisiz kendiliğinden iyileşebilir. Prognoz açısından iyidir.

Borderlayn lepra: Borderlayn lepra, tuberkuloid ve lepromatöz lepra arasında yer alan bir spektrumdur. Hastaların büyük bir kısmı bu spektrumda yer alır,  ayrıca sinir lezyonlarının ciddiyetinden dolayı önem taşır. Leprada görülen tüm deformite ve sakatlıklara neden olur. Bazıları hastalığın stabil olmayışından dolayı  bu tip hastalığa dimorf lepra adını da vermektedir.

Lepromatöz lepra: Lepra basilinin çoğalması ve vücuda yayılması, lepromatöz uçtaki pekçok belirtiden sorumludur. Başlangıç ve gidişi sinsidir.  Zamanla bakteriyel yük artar ve birçok organ basil tarafından tutulur. Bu tip hastalarda reaksiyonel durumlar gelişebilir. Lepromatöz lepranın erken belirtisi; geniş yayılımlı, simetrik, sınırları belirsiz, hipopigmante daha sonra bakır kırmızısı renkte maküllerdir. Üzerleri parlak ve nemli olduğu için dikkatle muayene edilmezlerse rahatlıkla gözden kaçarlar. Giderek tüm vücuda yayılırlar. Saçlı deri, perine, koltuk altları, kasıklar ve vücudun orta kısımları tutulmamıştır. Erken lezyonlarda duyu kaybı yoktur fakat terleme hafifçe bozulmuş olabilir. Bu evrede tanı konulup tedaviye alınmadığı taktirde lezyonlar daha infiltre olur. Papül, tuberkül ve nodül şeklinde lezyonlar ( leprom ) vardır. Yüzdeki lepromlar yüzde diffüz bir infiltrasyona yol açarlar ( arslan yüzü: facies leonina). Yeni lepromatöz vakaların % 80 inde üst solunum yolu mukozasının invazyonu görülür. Burun mukozasında yerleşen lepromlar burun kanaması ve burun tıkanıklığına, burun septumunda  delinmeye, burun kıkırdağında emilime,  (trilobe burun: yonca burun ), damakta yerleşenler damak delinmesine, uvulada yerleşenler uvulanın kaybına, ses tellerinde yerleşenler kalın kısık ve çatallı bir ses çıkmasına ( hoarsaness) neden olurlar. Maksiller kemiğin alveolar çıkıntılarının tutulması ön ve lateral kesici dişlerin dökülmesine neden olur. Bu patoloji ve zigomatik çıkıntıların erozyonu yanaklarda düzleşmeye, üst dudağın ve yüzün karakteristik bir görünüm almasına yol açar. Bu tip hastalıkta sinir lezyonları yavaş gelişmektedir. LL’da basillemi sırasında iç organlar da basil tarafından infiltre edilebilir. Karaciğerin lepromatöz infiltrasyonu mortalite nedeni olan bir tutulumdur. Lepromatöz hastalıkta gözün hastalığa katılması % 90-100 arasında görülmektedir. Kemiğin destruktif lezyonları, direkt olarak lepra basili tarafından oluşturulur. En çok el ve ayakların küçük kemikleri tutulur. Burada falanksların subartiküler bölgelerde osteoporozu ve subartiküler kollaps gösterilmiştir.  LL’da akut testiküler ağrı ortaya çıkabilir. Testisler, küçük, yumuşaktır. Jinekomasti, sterilite, impotans görülebilir. Androjene bağlı kıl dağılım özelliği değişmiştir. Sakal ve bıyık kılları seyrekleşmiş, saçlar ise gürdür. Hastaların %2-23 ünde glomerulonefrit bildirilmiştir. Klinik belirtiler, ödem, proteinüri, hematüri olabilir.

Sinir Tutulumu:

1-leprae, makrofajlara ve Schwann hücrelerine afinitesi olan zorunlu intrasellüler bir mikroorganizmadır. Leprada sinir hasarı sadece periferik sinirlerin lepra basili ile enfekte olmasına değil aynı zamanda vbasile karşı immunolojik ve inflamatuvar cevaba da bağlıdır. Bu nedenle tuberkuloid taraftaki hastalarda daha erken ve şiddetli tutulum olurken, lepromatöz leprada sinir tutulumu yaygın fakat daha geçtir. Leprada periferik sinirler sırasıyla otonom, sensitif ve motor lifleri ile hastalığa katılırlar. Üç fonksiyon da hastalığa katılırsa da en çok sensitif fonksiyon etkilenmektedir.

Ulnar sinir tutulumu ile 4. ve 5. parmak tarafında, kolun iç yüzünde otonom disfonksiyona bağlı olarak deride kuruluk vardır. Daha sonra sensitif liflerin tutulmasına bağlı olarak bu bölgede anestezi, motor liflerin hastalığa katılması ile de 4.-5. parmakta fleksiyon kontraktürü (ulnar pençeleşme), hipotenar atrofi oluşur. Median sinir tek başına çok nadiren hastalanır. Genellikle öncesinde ulnar sinir tutulumu vardır. Median sinir tutulumu ile el içinde duyu kaybı, tenar ve eliçi kaslarında atrofi, başparmağın opozisyon hareketinde bozulma olur. Radial sinir tutulumunda el sırtında işaret parmağının proksimalinde duyu kaybı, motor liflerin hastalanması ile de düşük el ortaya çıkar. Facial sinir tutulması ile facies antonina ve lagoftalmus ortaya çıkar. Posterior tibial sinir tutulması ayak tabanında anestezi, ayak kubbesinde çökme ve parmaklarda pençeleşmeye yol açar. Peroneal sinirin tutulması ile ayak sırtı ve bacağın yan kısmında anestezi, motor liflerin katılmasıyla da düşük ayak ortaya çıkar .

Lepra Rekasiyonları:  Hastalığın klinik seyri sırasında ortaya çıkan hücresel ve humoral immünite ile ilgili, ‘reaksiyonlar’ adı verilen tablolar vardır. Tip I Lepra reaksiyonu : Çoğunlukla borderlayn hastalarda olmak üzere LLs ve tedavi altındaki TT olgularda görülür. Hücresel immünite ile ilgilidir. Sinirlerde kalınlaşma, sinir ağrıları, ödemler, deri lezyonlarında alevlenme vardır. Tedavi altındaki olgularda immünitede kuvvetlenme ile iyiye giden (upgrading : reversal), tedavi almayan olgularda ise immünitede zayıflama ile kötüye giden (downgrading) reaksiyonlar ortaya çıkar. Tip II Lepra reaksiyonu : Tedavi altındaki lepromatöz olgularda görülür.Tedavi ile basilin parçalanma ürünlerine karşı antikor oluşumu ve kompleman aktivasyonu ile immün kompleks hastalığı olarak ortaya çıkar. Ateş, eritema nodosum tarzında deri lezyonları, iridosiklit, glomerulonefrit, artrit, epididimoorşit başlıca klinik belirtilerdir. Enfeksiyon odakları, küçük ve büyük cerrahi müdahaleler, mental stressler,gebelik, doğum, düşük ve küretaj gibi olaylar reaksiyonları tetikleyebilir.

Lepra açısından kimler risk altındadır?

  • Hastalığın endemik olarak görüldüğü bölgelerde yaşayan kişiler
  • Aktif lepra hastası ile uzun süreli yakın temasta bulunan ve hastalığa yatkınlığı olan kişiler

Lepra’nın seyri nasıldır?

Hastalığın uygun tedavisi ile tam iyileşme sağlanır ancak tedavi edilmeyen ya da tedaviye geç kalınan hastalarda farklı düzeyde kalıcı komplikasyonlar oluşur.

Lepra hastalığının komplikasyonları nelerdir?

Lepra tedavi edilmediğinde deri, sinir, kol, bacak, ayak ve gözlerde kalıcı hasara sebep olabilir.

Lepra komplikasyonları:

  • Körlük veya glokom,
  • Yüzde bozulma (kalıcı şişkinlik, yumrular, topaklar),
  • Erkeklerde erektil disfonksiyon ve infertilite,
  • Böbrek yetmezliği,
  • Pençe ele veya ayakta fleksiyon kabiliyetinin kaybına sebep olabilecek kas güçsüzlüğü,
  • Burun kanamasına ve kronik tıkanık buruna sebep olabilecek burun içerisinde kalıcı hasar,
  • Merkezi sinir sitemi dışındaki (kol, bacak ve ayaklar dahil olmak üzere) sinirlerde kalıcı hasar .

Sinir hasarı his kaybına sebep olabilir. Lepra ilişkili sinir hasarı olan kişiler elleri, bacakları veya ayakları kesildiğinde, yandığında veya yaralandığında acı hissetmeyebilir.

Lepra’nın tedavi yöntemleri nelerdir?

Lepra tedavisi mümkün olan  bir hastalıktır. Ülkemizde de WHO tarafından önerilen standart  (MDT) çoklu ilaç tedavi protokolü 1983 yılından beri uygulanmaktadır . Sağlık Bakanlığı 506 sayılı Hansen Hastalığı teşhis ve tedavi yönetmeliğine göre Lepra ülkemizde her düzeyde sağlık personeli tarafından tanınması gereken ve bildirimi zorunlu bir hastalıktır. Lepra ülkemizde ve dünyada ücretsiz olarak tedavi edilmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü;  tedavi etkinliğini artırmak, tedavi süresini ve sıklığını azaltmak , dirençli  basil gelişimini engellemek, dirençli suşları ortada kaldırmak, yan etkiyi en aza indirmek, maliyeti düşürmek amacı  ile çoklu ilaç tedavisi kullanımını başlatmıştır. DSÖ; 1981 yılında tedavi rejimlerini değerlendirmek amacı ile bir çalışma grubu oluşturmuş ve bu çalışma grubu 1982 yılında çok ilaçlı bir tedavi protokolunu ( Multi Drug Therapy: MDT) tüm dünyaya duyurmuştur. DSÖ çalışma grubu tedavi uygulamasını kolaylaştırmak için hastaları az basilli  ve çok basilli olarak iki gruba ayrılarak tedavi protokolunu belirlemiştir .

AZ  BASİLLİ  LEPRA  TEDAVİSİ  ( I, TT, BI  2’den küçük BT olgular):

Az basilli Lepra tedavisi; Dapson monoterapisi ile tedavi edilmiş, yeni belirtilerin ortaya çıktığı basilsiz,

2 yıldan az dapson monoterapisi uygulanmış eski basilsiz,

Yeni teşhis edilmiş  basilsiz vakalara 6 ay süre ile uygulanmaktadır.   2 yıl süre ile her 12 ayda bir klinik ve bakteriyolojik kontrol ( mümkünse: 3, 6, 12, 24, 36. ay) yapılması önerilmiştir.

ÇOK  BASİLLİ LEPRA TEDAVİSİ (LL , BL ve  BI 2’den büyük BT olgular):

Yeni teşhis konmuş ve hiç tedavi görmemiş,

Daha önce Dapson monoterapisine iyi yanıt vermiş olanlar

Tek başına Dapson monoterapisi uygulanmış, tedavi sırası ya da sonrasında aktivasyon gösteren, çok basilli olgularda minimum 2 yıl tedavi uygulanması önerilmiştir. Yaymada basil negatif olana kadar tedaviye devam edilmelidir.

Lepra’nın tanısı nasıl konulur?

Lepra pek çok dermatolojik ve nörolojik hastalığı taklit eder. Lepranın endemik olduğu bölgelerde  hastalık genellikle gözden kaçmaz fakat lepra insidansının düşük olduğu alanlarda akla gelmemesi  nedeniyle tanı konulması  güç olabilmektedir. Hastaların büyük bir kısmında  lepra tanısı basit muayenelerle konabilir. Eğer lepranın tanı kriterleri tam olarak uygulanırsa yanlış tanı olasılığı çok azalacaktır.  Lepra tanısı için şu muayeneler yapılmalıdır:

Yüzeyel duyu kaybının araştırılması: Şüpheli deri lezyonlarında ve tüm deri alanlarında sıcak-soğuk, dokunma ve ağrı duyuları muayene edilmelidir . 

Periferik sinir kalınlaşmasının muayenesi : Lepra periferik sinirleri tutan bir enfeksiyon hastalığı olduğundan periferik sinirler, kalınlaşmış, sert ve/veya hassas olarak ele gelir.

Deri smearlerinin alınması : Alında kaşların dış kısmı, çene, kulak memeleri, el ve ayak parmaklarının dış yüzü, dirsek, diz gibi soğuk deri alanlarından ve burun mukozasından basil aranır. Bölge alkollü pamuk ile silindikten sonra bistüri ile 3mm derinliğinde, 5mm uzunluğunda insizyon yapılır. Bistüri ile alınan doku kazıntısı lam üzerine 1 cm2 alana yayılır, tesbit edilir ve Ziehl-Neelsen yöntemi ile boyanır .

Dermatopatolojik tanı: En değerli tanı yöntemidir fakat deri biyopsisi saha çalışmalarında, taramalarda kardinal tanı yöntemi değildir. Araştırma merkezlerinde kullanılabilir. Biyopsi örneği tüm kalınlığı boyunca dermisi ve pannikulusu içermelidir. Sinir biyopsisi: Deri lezyonu mevcutsa sinir biyopsisi gerekli değildir. Ancak primer nöritik lepranın tanısı için sinir biyopsisi gereklidir.

Lepra dünyanın hangi bölgelerinde görülmektedir?

1980 li yılların başlarından bu yana  yapılan etkili kampanyalar ve çoklu ilaç tedavisi rejimlerinin uygulamaya girmesi ile 16 milyondan fazla hasta tedavi edilmiş ve aktif hasta sayısı da önemli ölçüde azalmıştır. Dünya Sağlık Örgütü 2013 yılı  verilerine göre 2012 yılında  bir yılda 1000 den fazla yeni tanı konulan ülke sayısı 20 nin altındadır. Olguların çoğu güneydoğu Asya, Afrika ve batı Pasifik bölgesindendir. 2012 yılında yeni tanı alan hasta sayısı 232 857 iken, 2013 yılının ilk çeyreğinde bu sayı 189 018 olmuştur.Hindistan, Nepal, Nijerya, Coted’Ivoire, Filipinler, Güney Sudan, Siri Lanka ve Tanzanya ‘da 2012 yılında bir önceki yıldan daha fazla yeni tanı bildirilmiştir. Tüm dünyadaki yeni tanı alan olguların %95 i 16 ülkeden bildirilmektedir.

Lepra’nın ülkemizde görülme durumu nedir?

Ülkemizde Lepra hastalığı bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar kapsamında olup halen “Lepra Eradikasyon Programı” uygulanmaktadır. Ülkemizde de DSÖ’nün lepra eliminasyonu hedefine ulaşılmış olup, hastalık prevalansı 10,000’de 1 vakanın altındadır.

Gebelik Lepra’nın seyrini etkiler mi?

Hamilelik sırasında veya sonrasında Tip 1 ve Tip 2 reaksiyonların geliştiğini gösteren sınırlı veriler mevcuttur. Bu nedenle lepra hastaları gebelik düşündükleri dönemde ve gebelik süresince mutlaka hekim kontrolünde olmalıdır.

Çocuklarda Lepra’nın seyri nasıldır?

Bulaşma genellikle çocukluk çağında aynı aile içindeki uzun süre temas edilen aktif hastalardan kaynaklanmaktadır. Ortalama inkubasyon periyodu 2-4 yıldır. Çok ender olmakla birlikte birkaç haftalık kısa veya 30 yıl gibi uzun inkubasyon periyodları bildirilmiştir. Bu nedenle de hastalık çocukluk çağında ortaya çıkabileceği gibi erişkin dönemde de ortaya çıkabilir.

Çocuklarda Lepra hastalığının tedavi yöntemleri nelerdir?

Çocuklarda uygulanan tedavi protokolü erişkinlere benzerdir ancak dozlarda değişiklik olmaktadır. Bu nedenle de uzman bir hekim kontrolünde tedavi uygulanmalıdır.

Lepra’dan korunmak için alınması gereken önlemler nelerdir?

Yayılmanın önüne geçmek için en sık uygulanan yöntem hastanın lepra hastanelerinde, sanatoryumlarda veya evde izolasyonudur. Bunun amacı sağlıklı toplum ile hastanın kontağının kesilmesidir. Fakat diğer yönlerden sağlıklı ve aktif durumdaki hastanın komplet izolasyonu pek çok sosyal probleme yol açabilir. Aile bağlarının kopması bakımından da uygun değildir. Ayrıca maddi açıdan da son derece büyük yük getirecektir. Bunun dışında erken ve aktif  hastalığı olan olguların tümünü tanımak olanağı olmadığından pratik önemi de  tartışılabilir. Lepradan korunmak için uzun süre Dapson ile kemoproflaksi uygulanmıştır. Uygulamalar sonunda Dapson kemoproflaksisi ile % 50 oranında koruyuculuk elde edildiği bildirilmektedir.  Fakat daha sonra yapılan araştırmalar ve klinik gözlemler koruyuculuğunun çok yüksek olmadığını ayrıca düşük dozda dapson kullanımına bağlı olarak rezistan suşların gelişimi riskini ortaya koyduğundan dapson proflaksisi  bugün için uygulanmamaktadır. Lepraya karşı koruyucu etkisi bulunan ilk aşı BCG aşısıdır. Antilepra aşılama immunproflaktik veya immunoterapötik olarak yapılır. Bugün en yaygın kullanılan aşı BCG aşısıdır. Yapılan çok geniş çalışmalarda koruyuculuğun  %20  ile  %80 arasında değiştiği bildirilmiştir. Genel olarak orta derecede koruyucu etkisinin olduğu kabul edilmektedir. Lepraya karşı koruyuculuğu daha yüksek aşıların geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapılmıştır.  Bu aşılar arasında Mycobacterium W ( Talwar, 1978), Mycobacteriıum ICRC ( Mycobacterium intracellulare) (Deo et ark . 1981), Bacillus Calmette Guerin+heat killed mycobacterium lepra ( Convit, 1992), Mycobacterium tufu (Iushum ve Kalinşina,1995) ve Mycobacterium habana (Singh ve ark ,1997) sayılabilir. Lepraya karşı etkili bir aşının bulunmaması  ( primer korunma) nedeniyle hastalığın endemik olduğu bölgelerde sekonder korunma önem taşımaktadır. Modern bir lepra kontrol programının esasları;olguların tanınması, yeni olguların saptanması, tanı konulan olguların tedavisi ve hasta ve toplumun eğitilmesidir.