İdrar kesesi basıncının idrar tutmayı sağlayan kas yapılarının oluşturduğu basıncı geçmesi ile idrar yolundan vücut dışına istemsiz olarak çıkması durumudur. Yaşlılarda %15-50 oranında izlenir. Yaşlanma ile idrar kesesi işleyişinde bir takım değişiklikler olur.
Bunlar:
- Bazı sistemik hastalıklara bağlı olarak idrar kesesinin işleyişi bozulabilir (Şeker hastalığı gibi)
- Yaşlı bireylerin zihinsel kapasitesi, hareket yeteneğindeki azalma idrar tutabilme ve idrar yapma yeteneği üzerine olumsuz etki yapabilir,
- Yaşlılarda gece idrar çıkışında artış olur,
- İdrar tutmayı sağlayan adale yapılarında güçsüzlük ortaya çıkar,
- Yaşlanmaya bağlı sinir sistemi etkilenmesi ile idrar hissinin algılanması gecikebilir,
- İdrar kesesinde istenmeyen kasılmalar ortaya çıkar,
- İdrar yolu önünde prostat gibi tıkayıcı bir engel büyümeye başlar.
İdrar Kaçırma İçin Yaşlılık Döneminde Risk Faktörleri
- Yaşlanma,
- Kullanılan ilaçlar,
- Geçirilmiş ameliyatlar,
- Ek sinir sistemi hastalığı varlığı,
- Şişmanlık,
- Travma,
- Kabızlık,
- Doğuşsal anormallikler,
- İdrar yolu iltihapları,
- Prostat büyümesi,
- Kısıtlı hareket yeteneği
İdrar Kaçırma Durumundan Korunma veya Hafif derecede İdrar Kaçırması Olan Olgularda Yapılması Gerekenler
- Ek hastalık varsa kontrol altına alınmalıdır,
- Sıkışma tipi idrar kaçırma yakınması olan hastalarda sıvı kısıtlaması ve kalça adalelerinin çalıştırılması gibi yaklaşımlar önerilir,
- İşeme eğitimi verilerek programlı idrar yapılması öğretilir,
- Kabızlığı önleyici beslenme önerilir,
- İdrar kaçırma türüne göre ilaç tedavisi yapılabilir,
- İdrar kaçırmaya neden olabilecek ilaç kullanımı varsa ilgili doktor önerisi ile değiştirilebilir,
Gerekli durumlarda sonra veya vücut dışı cihazlar kullanılabilir
Ergenlik; fiziksel, biyokimyasal, ruhsal ve sosyal yönden hızlı büyüme, gelişme ve olgunlaşma süreçleriyle çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir.Ergenlik çağı 12-18 yaş grubunu içerir. Ergenlik çağının genellikle kızlarda 10-12, erkeklerde ise 11-14 yaşlar arasında başladığı kabul edilmektedir.
Ergende beslenmenin önemi
Ergenlik çağında büyüme hızlıdır. Hızlı büyüme ve gelişme ise enerji ve besin öğelerine ihtiyacı arttırır. Gencin artan ihtiyaçlarının karşılanmasında çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Bu sorunların bir bölümü gencin yaşam şekliyle, bir bölümü ise bilinçsizlik nedeniyle kazanılan hatalı alışkanlıklarla ilgili olabilir. Sorunların giderilip, gencin sağlıklı büyüme ve gelişmesini sağlayacak beslenme koşullarına kavuşturulmasında ve ileriki yaşamında sağlığını olumlu etkileyecek alışkanlıkların kazandırılmasında aileye, okula ve toplumun diğer kurumlarına önemli görevler düşmektedir.
Ergenlik çağında gözlenen başlıca değişiklikler şunlardır:
- Vücut şeklinde cinsiyet hormonlarına bağlı değişiklikler görülür. Özellikle vücuttaki yağ dokusunda, kas ve kemik yapısında değişiklikler olur. Kız çocuklarda göğüs ve kalçalar belirginleşir. Erkeklerde ise kalçalar küçülür, vücut adaleli ve az yağlı bir görünüm alır.
- Psikolojik değişiklikler nedeniyle çocuk aile ile bağımlılığını yitirebilir ve etrafını umursamaz bir davranışa girebilir. Bunun sonucu olarak çocuk ailesinden çok arkadaşlarına yönelir; onlarla birlikte olmak ister. Yemek zamanlarında arkadaşları ile birlikte olmaktan hoşlanır.
Hızlı büyümeye ek olarak gencin sporla uğraşması enerji ve besin öğelerinde artışa neden olur. Çeşitli spor dallarının ne miktarda ek enerji gerektirdiği ve bunu karşılamak için diyetin özelliği konusunda gençlere yeterli bilginin verilmesi ve bilinçlendirilmeleri gerekir.
Bu dönemde yanlış uygulanan zayıflama diyetleri yetersiz ve dengesiz beslenme nedenidir. Genç kendisini filmlerde, gazete ve dergilerde gördüğü kişilere benzetme özlemi içinde onların öğütlerini uygulama hevesine kapılabilir. Bedensel hareketler arttırıldığı, yeterli ve dengeli beslenmeye dikkat edildiği sürece kasların gücü artar ve şişmanlık önlenir, kemik mineral yoğunluğu artar.
Yetersiz beslenme sonucu gençlerde artan besin öğeleri ihtiyaçlarının karşılanamaması, sağlık kurallarına uyulmaması sonucu barsak parazitlerinin varlığı, diyette C vitamininin yetersiz düzeyde alınması, kızlarda menstürasyon kansızlığın nedenleri arasındadır.
Diş çürükleri gençlerde önemli sağlık sorunlarındandır. Ülkemizde yapılan araştırmalara göre diş çürüklerinin görülme sıklığı U-70 arasındadır. Aşırı şeker tüketimi, sularda flor azlığı, yetersiz beslenme, diş bakımı ve temizliğinin yeterince yapılmaması sonucu görülür.
Basit guatr besinler ve su ile iyodun yetersiz alınması sonucu çocuklarda ve gençlerde önemli bir sağlık sorunudur. Bu nedenle iyotlu tuz kullanılmalıdır.
Ergenin beslenme özellikleri
Sağlıklı beslenmenin yanı sıra çocukların daha hareketli bir yaşam tarzı benimsemeleri, fiziksel aktivite düzeylerinin arttırılması ve bu konuda desteklenmeleri çocukların sosyal, zihinsel ve bedensel gelişimlerine önemli katkılar sağlayacaktır.
Ergenlik çağı gençlerin yeterli ve dengeli beslenmeleri büyüme ve gelişme hızlandığı için daha da önemlidir. Beslenme gencin yaşına göre boy uzunluğu ve vücut ağırlığının saptanması ile değerlendirilir. Ayak üstü beslenme (fast food) veya abur-cubur beslenme alışkanlığı çocuk ve gençler arasında yaygın olarak görülmektedir. Aslında bu tip beslenme günümüzde insanın hızlı yaşam temposu nedeniyle oluşmuştur. Bu tür beslenme ile enerjinin @-50'si yağdan gelmektedir. Bu yağın çoğunluğu doymuş yağlardan oluşmaktadır.
Diyetteki doymuş yağ miktarı ve serum kolesterol düzeyi ile kalp-damar hastalıkları arasında ilişki olduğu bilinmektedir. Bu hastalıklar yetişkinlerde görülmesine karşın temelleri çocukluk çağında atılmaktadır. Genellikle ayak üstü beslenmede A ve C vitaminleri, kalsiyum, posa tüketimi yetersizdir, yağ ve tuz tüketimi ise yüksektir.
Bu yaş grubunun diğer bir yanlış alışkanlığı da öğün atlamadır. En çok atlanan öğün ise sabah kahvaltısıdır. Sabah kahvaltısı insanlar için önemli bir öğündür.
Ergenlik çağında özellikle kızlarda yemek yeme ile ilgili bozukluklar olarak anoreksiya nervosa ve bulimia nervosa görülmektedir. Genç kendi kendini kusturmakta, laksatif ve diüretik ilaçlar kullanmakta ve sağlığı bozulmaktadır.Genç, bir deri bir kemik görünümünü almaktadır ve bu durumlarda gencin psikiyatrik tedavi görmesi gerekmektedir. Sorunların nedenlerinin araştırılması gerekmektedir.
Broşür için tıklayınız.
Saçlarımızın beyazlaması gibi gözümüzde de yaşlanmayla ilgili değişiklikler olur. Yaşlanmaya bağlı olarak gözlerimizde ortaya çıkabilecek değişiklikler;
Presbiyopi (Yaşa bağlı yakını görme bozukluğu):
- Yaşa bağlı yakını görme bozukluğudur, genellikle 40’lı yaşlarda çıkar.
- Göz merceği yaşlanır ve yakına odaklanamaz.
- Yakına bakışta görme bulanıklığı gelişir.
- Görme bozukluğu genellikle gözlük ile düzeltilir. Kontakt lens, lazer, göz içine lens konulması diğer tedavi uygulamalarıdır.
Göz Kapağı Sorunları
- Göz kapağı düşüklüğü (pitoz); kapak dokusunun elastikiyetini kaybetmesine bağlı göz kapağının aşağı düşmesidir. Görmeyi engelliyorsa ameliyatla düzeltilebilir.
- Kapakların içe (entropiyon) ya da dışa dönmesi (ektropiyon) yaşlanmaya bağlı görülebilir. Tedavisi ameliyattır.
- Cilt kanseri; kapak kenarında iyileşmeyen yaralar uzun süreli şişlikler şeklinde görülebilir. Erken dönemde göz hekimine başvurulması gereklidir.
Kuru Göz
- İnsan yaşlandıkça gözyaşı üretimi azalır.
- Batma, yanma, kuruluk hissi, kızarıklık olur.
- İlerledikçe kum varmış hissi oluşur.
- Yaşlanma dışında romatizmal hastalıklar, göz kapağı hastalıkları, başka hastalıklar için kullanılan ilaçlar ( tansiyon, allerji, kalp, mide ilaçları gibi) nedeniyle de gelişebilir.
- Tanısı, muayene ve bazı testlerle konulur.
- Tedavide, genellikle suni gözyaşı damlaları verilir.
Ağlar Şekilde Göz Sulanması
- Gözyaşı kanal tıkanıklığı sebebiyle görülmektedir.
- Tedavisi, ameliyattır.
Uçuşmalar
- Okurken, ekrana bakarken gözün önünde uçuşan gölgelerin ortaya çıkmasıdır (sinek uçuşması).
- Genellikle 40 yaşından sonra görülür. Katarakt ameliyatı olanlarda, miyop gözlerde ve travma hikayesi olan gözlerde daha erken ortaya çıkar.
- Aniden ve yoğun şekilde ortaya çıkarsa hekime başvurulmalıdır.
- Retinada (göz dibinde) yırtık veya kanama nedeniyle olmuş olabilir. Kısa sürede muayene gereklidir.
Işık Çakmaları
- Şimşek çakması şeklinde hissedilir.
- Retina yırtığı habercisi olabilir.
- Kısa sürede göz muayenesi gereklidir.
Ailesinde göz hastalığı olanlar ve risk grubundakiler daha sık muayene olmalıdır. Hastalığın ilerlemesi beklenmemelidir. Bazen tek bir muayene hastalığın erken yakalanması için yeterlidir. Kendi önlemlerinizi alın ve özellikle;
- Sigaradan uzak durun,
- Yeterli ve dengeli beslenin
- Güneş gözlüğü, siperli şapka kullanın
- Hastalıklarla ilgili bilgi edinin
Yaşam döngüsünün herhangi bir döneminde yetersiz ve dengesiz beslenme nedeni ile karşılaşılacak sağlık sorunları ilerleyen yaşlarda sağlık durumunu, bireylerin üretkenliğini, verimliliğini, yaşam kalitesini olduğu kadar sağlık harcamaları ve insan gücü kullanımını da yakından etkilemektedir.
Bu nedenle her yaş döneminde yeterli ve dengeli beslenme oldukça önemlidir. Beslenme, açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da canının çektiği şeyleri yemek içmek değildir. Beslenme; sağlığı korumak geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin ögelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli yapılması gereken bir eylemdir. Özellikle bebeklik, okul öncesi ve okul çağı dönemi, ergenlik ve yaşlılık döneminde sağlıklı beslenme bireylerin yaşam kalitesini arttırır.
Detaylı bilgi için aşağıdaki linkleri inceleyebilirsiniz.
Yaş ilerledikçe tüm organlarda görülebilen yaşlanma, işitme organında da görülür, işitme duyusu gün geçtikçe zayıflar. Yaşlanmaya bağlı olarak ortaya çıkabilecek duyma sorunları;
Yaşlılık Tipi İşitme Kaybı (Presbiakuzi)
İşitme kaybı duyma yetisinin azalması veya tamamen yitirilmesidir. Yaşlılık tipi işitme kaybının üç temel nedeni olduğu söylenmektedir.
- Kulağa giden damarların özelliklerini yitirip artık eskisi gibi kan taşıyamaması,
- İşitme sinirinin yaşla birlikte özelliğini kaybetmesi,
- Beyindeki işitme merkezinin özelliğini ve işlevini yitirmesidir.
Yaşlılık Tipi İşitme Kaybı Diğer Özellikleri
- İşitme kaybı genellikle 60 yaş üstünde başlar.
- Her iki kulakta olur ve simetriktir.
- Sıklıkla, rahatsız edici olarak algılanmayan bir çınlama da eşlik edebilir.
- Bu tip işitme kaybı altmış 65-74 yaşları arasında her 4 kişiden birinde ve 75 yaşın üzerinde her iki kişiden birinde ortaya çıkmaktadır.
- Başlangıçta konuşmayı anlamada değişiklik gözlenmez. Zamanla sessiz harflerin anlaşılması bozulur.
- Daha sonrada konuşmayı anlama eşiğinde düşme ortaya çıkar. (Hastalar bunu duyuyorum ama anlamıyorum şeklinde ifade ederler.)
- Konuşmaları tam anlayamadıkları ve sözleri tekrarlattıkları için yavaş yavaş sosyal hayatın dışına itilirler.
- Sıklıkla her iki kulakta birden aynı anda ve kademeli olarak görülmesi nedeniyle yaşlılık tipi işitme kaybı hastaları işitme duyularını yitirmekte olduklarını fark edemeyebilirler.
Yaşla birlikte azalan yakını görmenin çözümü yakın gözlüğü, azalan işitmenin çözümü ise işitme cihazıdır. Yaşlılık tipi işitme kaybınız varsa işitme cihazı için KBB doktorunuza başvurunuz.
Kulak Çınlaması (Tinnitus)
Çınlama (tinnitus), hastanın dışardan herhangi bir sesli uyaran olmaksızın anormal ses algılanması olarak tanımlanır. Tinnitus hastalık değil bir şikayettir. Yaşlıların %33’ünü etkileyen ve işitme sisteminin en yaygın şikayetidir. Hastalar ses için (vızıldama, su çağıltısı, ıslık sesi gibi) değişik tanımlamalarda bulunabilirler. Çoğu insan nadiren tinnitusu fark eder ve genellikle sessiz ortamlarda fark edilir. Bu gibi durumda, KBB doktoruna başvurulması gerekir.
Kulak Kiri (Buşon)
Yaş ile dış kulak yolu cildinde deri altı dokusunun incelmesiyle deri incelir ve bezlerin salgısı azalır. Kulak kirinin yapısı değişir. Sertleşir ve miktarında azalma olur. Kulak yolundaki kılların kalınlığı ve sıklığı artar. Bu nedenlerle kulak yolunun salgısının dışarı atılması güçleşir Dış kulak yolu girişinde birikir ve kulak tıkacı oluşur. Bu durum işitmede geçici kayıplara neden olur.
Tedavi
Kulak kirinin temizlenmesidir.
Yaşlanmayla birlikte;
- İşitme zamanla azalmaya başlar.
- Kulaklarda uğultu, çınlama olabilir. Bunlar doğal yaşlanma sürecinin bir parçasıdır. Ancak bu tip şikayetler başka hastalıkların da habercisi olabileceğinden mutlaka hekime başvurulmalıdır.
- Kulak yolunun doğal salgısı hastalık olarak algılanmamalı ancak birikip kulak yolunda tıkaç oluşturuyorsa tedavi edilmesi gerekir.
- İşitme sağlığımız için bilinçsizce ilaç kullanmayın ve hekiminize başvurun.
- Mümkün olduğunca yüksek sesli ve gürültülü ortamlardan uzak kalalım.
Türkiye'de 65 yaş ve üzerinde yaklaşık 4 milyon kişi yaşamaktadır. Ülkemizde yaşlı nüfusun oranı ve yaşlılarda hastalıkların görülme sıklığı giderek artmaktadır.
Ülkemizde 65 yaş ve üzeri yaşlı nüfusun önemli bir bölümü, yetersiz ve dengesiz beslenmeden kaynaklanan hastalıkların etkisi altında yaşamaktadır. Bu yaş grubunda görülen şişmanlık, diyabet, kalp-damar hastalıkları, osteoporoz, felç, iskelet ve kas sistemi hastalıklarında bilinçsiz beslenme önemli bir risk faktörüdür.
Her yaşta olduğu gibi bu yaş grubunda da yeterli ve dengeli beslenme sağlığın korunması ve geliştirilmesi için çok önemlidir. Yeterli ve dengeli beslenme; dört besin grubunda bulunan besinlerin yeterli miktarda tüketilmesiyle sağlanır. Bu besinler; süt grubunda yer alan süt, peynir ve yoğurt; et grubunda yer alan et, tavuk, yumurta ve kuru baklagiller; sebze ve meyve grubu ile tahıl grubuna giren ekmek, bulgur, makarna, pirinç, mısır ve tarhanadır.
Bu besinlerin önerilen tüketim miktarları kişiye özgü olarak değişmekte, bireyin yaşı, cinsiyeti ve fiziksel aktivite durumu bu oranları etkilemektedir. Öğün sayısı artırılmalı, az ve sık yemek yenilmelidir. Sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalıdır. İdeal vücut ağırlığı korunmalı, besinler yoluyla alınan enerji ile harcanan enerji arasındaki denge sağlanmalıdır. Yağlı besinlerin tüketimi sınırlandırılmalıdır. Kırmızı et yerine tavuk veya hindi eti tercih edilmelidir.
Haftada en az 2-3 kez balık tüketilmelidir. Hayvansal kaynaklı yağ tüketimi azaltılmalı, bitkisel kaynaklı sıvı yağlar tercih edilmelidir. Az yağlı veya yağsız süt ve yoğurt tüketimine özen gösterilmelidir. Kan şekerini hemen yükselten şeker, şekerli ve hamurlu besinler yerine muhallebi ve sütlaç gibi sütlü tatlılar tercih edilmelidir. Özel gün ve toplantılarda pasta, tatlı ve şekerleme tüketiminden olabildiğince kaçınılmalıdır.
Her gün imkanlar dahilinde 5-7 porsiyon sebze ve meyve ile haftada 2-3 kez kuru baklagil yemeği tüketilmelidir. Kızartma ve kavurma yöntemleri yerine sağlık açısından daha uygun olan haşlama, ızgara ve fırında pişirme yöntemlerini tercih edilmelidir. Kızartılmış besinlerden uzak durulmalıdır. İçinde et bulunan yemekleri pişirirken ilave yağ konulmamalıdır. Mümkün olduğunca yaşa uygun olarak fiziksel aktivite artırılmalıdır.
65 yaş üzerindeki kişilerde yoğun olarak görülen, beyin kanamaları ve ölümlere yol açan yüksek tansiyondan korunmak için günlük tuz tüketimi kısıtlanmalıdır. Hazırlanmış yemeklere ilave tuz eklenilmemeli ve tuz içeriği yüksek geleneksel besinler olan turşu ve salamuralardan uzak durulmalıdır. 65 yaş üstü kişilerin sıvı kayıpları ile bu kayıpların yol açtığı sağlık sorunları diğer yaş grubundaki kişilere göre daha yüksektir. Bu nedenle yaşlı bireyler günlük sıvı tüketimini artırmalı ve günde 8-10 su bardağı sıvı tüketmelidirler.
Sigara, alkol, aşırı çay ve kahve tüketimi herkes için özellikle de yaşlı kişiler için sağlık sorunlarına davetiye çıkarmaktadır. Ihlamur, taze sıkılmış meyve suyu, ayran ve çorba yaşlı bireyler için uygun içeceklerdir.
Broşür için tıklayınız.
Demans; ilerleyici ve ölümcül bir hastalıktır. Hafızada bozukluk, günlük yaşam aktivitelerinde ilerleyici gerileme, çeşitli psikiyatrik semptomlar ve davranış bozukluklarıyla karakterizedir. Alzheimer hastalığı demansın en sık nedenidir.
İnsan Belleğinin Normalden Demansa Kadar Evreleri:
- Normal
- Basit unutkanlık
- Hafif Bellek Bozukluğu
- Demans
Demans yaşlılarda sık görülen bir sorundur. Hastalık başlangıçta sinsi bir unutkanlıkla başlayabileceğinden yaşlılıkta izlenen unutkanlık normal olarak görülmemelidir. Alzheimer ilerleyici bir hastalıktır. Günümüzde mevcut olan ilaçlar ile erken yakalanan vakalarda son noktaya gidiş süresi uzatılmakta, hastanın öz bakım süresi uzatılıp bakıcı yükü azaltılmaktadır.
Unutkanlığın altından öncelikle sıklıkla modern yaşam tarzının getirdiği ruhsal sıkıntılar ve hastalıklar (depresyon, anksiyete, uyum bozukluğu gibi) aranmalıdır. Bazı vitamin eksiklikleri (B12 ve folat) ve guatr bezi bozuklukları da unutkanlığa neden olabilir ve araştırılması gereklidir.
Demans hastaları genel olarak erken, orta ve ileri olmak üzere üç evreye ayrılır. Hastalar zaman içerisinde erken evreden ileri evreye ilerlerler. Evreler arası geçiş süreleri hastadan hastaya farklılık göstermekle birlikte ortalama 2-5 yıldır. Alzheimer hastalığında başlangıçta hafif bir unutkanlık vardır. Örneğin hasta randevularını, yemeğin altını, bakkaldan alacaklarını unutmaya, namazda rekâtları karıştırma, duaları unutma başlamıştır. Alışveriş listesi, yapılacak işler listesi gibi listeler yapılmaya başlanır. Zamanla unutkanlık giderek artar ve hasta yeni olayları hiç kaydedemeye başlar. Örneğin beş dakika önce sorduğu soruyu tekrar tekrar sorabilir. Torunlarının isimlerini unutabilir. Koyduğu eşyaların yerini hatırlamaz.
Demans evrelerinde gözlenen genel özellikler:
Erken Evre
- Unutkanlık, kelime bulmada zorluk
- Kişilik değişikliği
- Hesaplamada zorluklar
- Eşyaları kaybetme, yerini karıştırma
- Soru veya cümlelerin tekrarı
- Kişi, yer ve zaman kavramının karıştırılması
Orta Evre
- Bellek kaybında artış
- Uygunsuz kelime kullanma
- Basit bakım yetenekleri kaybolur
- Kişilik değişikliği, gece-gündüz ayırımının kaybı
- Uzak akraba, arkadaş hatırlayamama
- İletişim zorluğu
- Aşırı sinirlilik, amaçsız gezinme, hayal görme
İleri Evre
- Beslenmede yetersizlik
- İdrar ve dışkı kaçırma
- Hareket yeteneğinde kayıp-yatağa bağımlılık
- Son dönemde tüm hareket, konuşma ve yeme fonksiyonlarının kaybı.
Demanslı hastalarda unutkanlık dışında davranış bozuklukları da görülebilir. Hastalar daha önceden olmayan bir şekilde içlerine kapanabilir, isteksiz, şevksiz görülebilirler. Uykusuzluk veya tam tersi uykuya düşkünlük başlayabilir. Hastalar uğraş ve hobilerini terk edebilir. Hasta televizyon seyretmek, kitap gazete okumak, komşuya gitmek gibi daha önce yapılan faaliyetlere ilgisiz kalabilir. Hasta yakınları artık onu tanıyamadıklarından şikayet ederler (Benim annem böyle değildi, babam böyle yapmazdı gibi). Eskiden çok güzel yemek yapan kişi, lezzetsiz yemekler yapabilir. Karmaşık alet kullanımı zorlaşır. Para hesabında güçlük olabilir. Bankamatikten para çekmek, fatura yatırmak hastalar için zor veya yapılamaz işler haline gelebilir.
Bunlar ile beraber bir takım psikiyatrik bulgular da olabilir. Hastalar olmayan şeylerden bahsedebilir, onları gördüğünü, işittiğini söyleyebilir. Akrabaları dahil herkesten şüphelenmeye başlar. Yakınlarını hırsızlıkla, kendini aldatmakla suçlayabilir.
Demans Hastasında Sağlığı Koruma Önlemleri:
- Düzenli egzersiz
- Diğer medikal hastalıkların takibi
- Yıllık influenza aşısı, 5 yılda bir pnömokok aşısı
- Ağız ve diş hijyeni
- Gözlük gereksinimi
- İşitme problemleriyle başa çıkma
- İleri evrede:
- Beslenme desteği
- Su ihtiyacının karşılanması
- Deri bakımı
Demans kişinin değil, ailenin hastalığıdır. Demanslı hastaların yakınlarına da büyük görev düşmektedir.
Bakım Verenlere Düşen Görevler:
- Hastanın bakımı
- İlaçlarının verilmesi
- Destek tedavilerinin uygulanması
- Hastanın genel sağlığı ve hayat kalitesinin sağlanması
- Ev içinde güvenliliği sağlamak
- Maddi işlerde yardım
- Bakıcı tükenmişliği yaşamamak için sosyal dayanışma ve destek.
Yeterli ve dengeli beslenme için aşağıdaki 5 temel besin grubunda yer alan besinlerden önerilen miktarda tüketilmelidir.
Süt Grubu
Başta yetişkin kadınlar, çocuklar ve gençler olmak üzere tüm yaş gruplarının bu grubu her gün tüketmesi gerekir.
Bu grupta yer alan besinler:
Süt ve yerine geçen besinler; yoğurt, peynir ve süttozu gibi sütten yapılan besinler
İçerdiği Önemli Besinler :
Protein, kalsiyum, fosfor, B2 vitamini (riboflavin) ve vitamin B12 olmak üzere birçok besin öğesinin önemli kaynağıdır.
Başlıca Görevleri:
Kalsiyumdan zengin olan bu grup kemiklerin ve dişlerin sağlıklı gelişiminde ve hücre çalışmasında önemli rol oynar.
Her gün yetişkin bireylerin günlük 2 porsiyon, çocukların, adölesan dönemi gençlerin, gebe ve emzikli kadınlarla menopoz sonrası kadınların 3-4 porsiyon süt ve yerine geçen besinleri tüketmeleri gerekir. Bir orta boy su bardağı (200 cc) süt veya yoğurt ile iki kibrit kutusu büyüklüğünde peynir bir porsiyondur.
Yağsız veya yağı azaltılmış süt, yoğurt ve tuzu az peyniri tercih edin.Çiğ süt ve pastörize edilmemiş sütlerden yapılan peynir ve benzeri besinler insanlarda brusella hastalığına neden olur. Bu nedenle sokakta satılan kaynağı bilinmeyen sütleri tüketmeyin.Pastörize edilmiş veya UHT (uzu ömürlü süt) sütleri tercih edin. Kaynağını bilmediğiniz ve tanımadığınız kişilerin sattığı sokak sütlerini satın almayın.Sütün az kaynatılması sütte bulunan mikropların tamamını öldürmez. Sütün çok kaynatılması ise vitamin kaybına neden olur. Sütü kaynama noktasına geldikten sonra en az 5 dk. kaynatmak hijyenik yönden yararlı olabilir.Yoğurdun suyunun süzülmesi veya bekletme esnasında oluşan suyunun atılması vitamin B2 (riboflavin) kaybına neden olur. Riboflavin vücutta önemli işlevleri olan bir vitamindir. Bu nedenle yoğurdun yeşilimsi suyu atılmamalı, değerlendirilmelidir. Ekmek mayalandırma, bisküvi ve pasta ile çorba yapımında kullanılmalıdır.Satın alınan plastik yoğurt kapları, daha sonra yiyecek saklama amacı ile kullanılmamalıdır.Sütlü tatlı pişirildikten sonra ocaktan alınırken şekeri eklenmelidir. Pişirilme sırasında eklenen şeker ile sütün proteini birleşince protein kaybı oluşur.Tarhana yoğurt, un veya yarmadan yapılan geleneksel bir besinimizdir. Beslenmemizde önemli yeri vardır. Ancak kurutulma işlemi hava akımı olan ve gölge bir yerde, üstü ince temiz bir bezle örtülerek yapılmalı, güneş altında kurutulmamalıdır. Aksi halde önemli vitamin kayıpları oluşur.İshal tedavisinde yoğurt yenmesi ve tuzlu ayran içilmesi yaşam kurtarır.
Et-Yumurta-Kurubaklagil Grubu
Bu grupta yer alan besinler:
Et, tavuk, balık, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi besinler bulunur. Ceviz, fındık, fıstık gibi yağlı tohumlar da bu grupta yer alır.
İçerdiği Önemli Besinler :
Protein, demir, çinko, fosfor, magnezyum, B6, B12, B1 ve A vitamini, posa (kurubaklagiller) içerir.
Başlıca Görevleri:
- Hücre yenilenmesi, doku onarımı ve görme işlevinde görev alan besin öğelerini sağlarlar.
- Kan yapımında görevli en önemli besin öğeleri bu grup tarafından sağlanır.
- Sinir, sindirim sistemi ve deri sağlığında görev alan besin öğeleri en çok bu grupta bulunur.
- Hastalıklara karşı direnç kazanılmasında rolü olan en önemli besin grubudur.
Etler
- Etler iyi kalite protein kaynağıdır. Özellikle protein gereksiniminin arttığı, hızlı büyümenin olduğu bebeklik, çocukluk dönemlerinde diyette mutlaka yer alması gerekir.Günlük 2-3 köfte kadar et-tavuk-balık-hindi tüketilmelidir.
- Etin kendisi protein içerdiği için suyundan ziyade kendisi yenilmelidir.
- Yağlı etlerin doymuş yağ ve kolesterol içeriği daha yüksek olduğu için koroner arter hastalığı, diyabet, hipertansiyon gibi hastalığı olanlar diyetisyen kontrolünde yağsız kırmızı et ve derisiz beyaz eti (tavuk, hindi) ve balık etini tercih etmelidirler.
- Omega–3 (n-3) içeriği yüksek olduğu için sağlıklı beslenme için haftada en az 2 kez balık yenilmelidir.
- Salam, sosis gibi et ürünlerini tüketirken yanında mutlaka C, E vitamininden zengin bir besine yer verilmelidir. Bu besinlerin yağ oranı yüksek olduğundan sınırlı tüketilmelidir.
- Veteriner kontrolünden geçmiş etler tüketilmelidir. Kaçak kesilmiş etler hastalık etkenlerini taşıyabilir, iyice pişirildikten sonra tüketilmelidir.
- Pişirmede haşlama, ızgara gibi yöntemler tercih edilmeli, kızartmadan kaçınılmalıdır. Et konan yemeğe yağ eklememelidir.
- Etler ızgara edilirken etle ateş arasındaki uzaklık eti yakmayacak, kömürleşme sağlamayacak şekilde ayarlanmalıdır, aksi halde kanser yapıcı maddeler oluşur. Aynı nedenle etler çok yüksek sıcaklıkta, uzun süre pişirilmemelidir.
- Güvenilir yerlerden satın alınmalı; hemen tüketilmeyecekse soğukta veya dondurucuda saklanmalıdır.
Yumurta
- Protein kalitesi yüksek olduğu için bebek ve çocuklar tarafından her gün bir adet tüketilmesi yararlıdır.
- Diyette protein miktarının kısıtlandığı böbrek ve karaciğer yetmezliği gibi hastalıklarda yumurta örnek protein içeriği nedeni ile önemli bir protein kaynağıdır.
- Yumurtaya kabuklarından kolaylıkla mikroorganizmalar geçtiği için özellikle akının iyi pişirilerek tüketilmesi gerekir.
- Pişmemiş (çiğ) yumurta tüketilmemelidir.
- Kalp-damar hastaları haftada 1-2 kez yumurta yiyebilirler.
- Et yemeyenler et seçeneği olarak yumurta yiyebilirler. Bir adet yumurta, besin değeri açısından yumurta büyüklüğündeki ete eşittir.
- Yumurta sebzelerle ve tahıllarla birlikte yenirse, kan kolesterolüne olumsuz etkisi olmaz.
- Yumurtanın içindeki lesitin beyin işlevlerinin düzenli olmasında yardımcı olur.
- Satın alırken üzeri temiz, çatlağı ve kırığı olmayan yumurtalar seçilmeli, buzdolabında yıkanmadan saklanmalıdır.
- Yumurta bayatsa ve uzun süre pişirilirse sarısının etrafında yeşil renkte demirsülfür halkası oluşur. Bu nedenle taze yumurta tüketilmeli ve haşlama süresi katı yumurta için su kaynamaya başladıktan sonra 8 dakika ile sınırlandırılmalıdır.
Kurubaklagiller
- Posa içeriklerinin yüksek olması ve yağ içeriklerinin düşük olması nedeniyle özellikle kalp-damar ve diyabet hastalarının diyetinde sıklıkla yer almalıdır
- Özellikle kuru baklagillerin haftada 2-3 kez tüketilmesi önerilmektedir.
- Protein kalitesini arttırmak için tahıllarla birlikte tüketilmelidir.
- Islatma ve iyi pişirme ile gaz yapıcı etkileri en aza indirilebilir. Kesinlikle pişirme suları dökülmemelidir.
- Bileşimindeki minerallerin yararlılığı açısından C vitamininden zengin besinlerle birlikte tüketilmelidir.
Yağlı Tohumlar
- Yağlı tohumlar; B grubu vitaminleri, mineraller, yağ ve proteinden zengin olan besinlerdir. Ancak yağlı tohumlar diğer besinlere göre daha fazla yağ içerdiklerinden tüketim miktarlarına dikkat edilmelidir. Özellikle çocukların ve ağır işte çalışanların diyetinde yer verilmesi yarar vardır.
- Yeterli ve dengeli beslenmede günlük miktar fındıkta 15-20 adet (30 gr) veya cevizde 5-6 adet (30gr) olmalıdır.
- Evde saklarken kabuklu ve kabukları ayrılmış olanlar bir arada tutulmamalı, nemsiz ve serin ortamda saklanmalıdır.
Sebze ve Meyve Grupları
Bu grupta yer alan besinler
Bitkilerin her türlü yenebilen kısmı sebze ve meyve grubu altında toplanır.
İçerdiği Önemli Besinler :
Mineraller ve vitaminler bakımından zengindirler. Folik asit, A vitaminin ön öğesi olan beta-karoten, E, C, B2 vitamini, kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum, posa ve diğer antioksidan özelliğe sahip bileşiklerden zengindirler.
Başlıca Görevleri:
- Büyüme ve gelişmeye yardım ederler.
- Hücre yenilenmesini ve doku onarımını sağlarlar.
- Deri ve göz sağlığı için temel ögeler içerirler.
- Diş ve diş eti sağlığını korurlar.
- Kan yapımında görev alan ögelerden zengindirler.
- Hastalıklara karşı direncin oluşumunda etkindirler.
- Doygunluk hissi sağlarlar.
- Dengesiz beslenmeye bağlı şişmanlık ve kronik hastalıkların (kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, bazı kanser türleri) oluşma riskini azaltırlar.
- Barsakların düzenli çalışmasına yardımcı olurlar.
Sebze ve Meyve Grubu İçin Öneriler
Çeşitli renk ve türlerde sebze tüketin. Farklı sebzeler, farklı besin ögeleri içerdikleri için gün içerisinde tüketilen sebzelerin çeşitlendirilmesi gerekir. Bir gün içerisinde, koyu sarı sebzeler (havuç, patates), koyu yeşil yapraklı sebzeler (ıspanak, marul, kıvırcık, pazı, semizotu, brokoli vb), nişastalı sebzeler (patates, bezelye) ve diğer sebzeler (domates, soğan, taze fasulye) dengeli bir şekilde tüketilmelidir.
Meyveler de, içerdikleri besin öğeleri ve miktarı bakımından farklıdır. Bu nedenle tüketimlerinde çeşitlilik sağlanmalıdır. Genellikle, turunçgil grubu ve çilekler vitamin C, kiraz, kara üzüm, kara dut diğer antioksidanlardan zengin iken; muz, elma gibi meyveler potasyumdan zengindirler.
Tüm sebze ve meyveler besin değeri içeriği ve ekonomik olması açısından mevsiminde, bol ve ucuz bulunduğu dönemlerde en az 5 porsiyon meyve ve sebze tüketilmesi önerilmektedir.
Örneğin ;
1 porsiyon meyve = 1orta boy elma veya 1 orta boy portakal veya 1 büyük boy mandalina
1 porsiyon sebze = 4-5 yemek kaşığı sebze yemeği veya 1 kase salata
Pişirme İlkeleri
-
Sebze ve meyveleri çiğ tüketmeyi tercih edin. Yenilebilen kabuklarını soymayın. Eğer soymanız gerekiyorsa mümkün olduğunca ince soyun. Birçok vitamin ve mineral, sebze ve meyvelerin özellikle dış yapraklarında, kabuğunda veya kabuğun hemen altındaki kısımlarında bulunurlar, iç kısımlarda yoğunlukları daha azdır.
-
Taze sebzeler önce ayıklanmalı, akan bol su altında iyice yıkanmalı sonra doğranmalı ve yeteri kadar su ile pişirilmelidir.
-
Sebzeleri yıkarken suda uzun süre bekletmemek gerekir. Bekletme sırasında bazı vitaminler suda çözünürler, besin değeri azalabilir.
-
Sebzeleri pişirmeden hemen önce ve büyük parçalar halinde kesmek gerekir. Yüzeyle az temas vitamin kaybını azaltır.
-
Sebzeler doğranmadan önce içinde pişirileceği sıcak karışım hazırlanmalıdır. Bunun için öncelikle yağ, soğan, salça karışımı ve gerekiyorsa su konur. Kaynayana kadar geçen sürede sebzeler doğranılarak sıcak karışıma eklenir ve pişirilir.
-
Yeşil yapraklı sebzelerin su oranı çok yüksektir. Bu nedenle suyu koruyabilen derecelerde hiç su koymadan veya susuz pişirilebilir. Sebze yemeğine ne kadar su konursa vitamin kaybı o kadar fazla olur.
-
Sebzeleri mümkün olduğunca kısa sürede ve diriliği korunacak şekilde pişirmek gerekir. B vitaminleri ve C vitamini gibi bazı vitaminler ısı ile kolayca kayba uğrar.
-
Sebze ve meyveleri pişirirken tencerenin kapağı kapalı tutulmalıdır. Böylece buhar kaybolmayacak ve pişme süresi kısalacaktır.
-
Sebzelerin haşlama suyu kesinlikle dökülmemelidir. Dökülürse suda eriyen vitaminlerin büyük bir kısmı (vitamin C, B2, folik asit vb) suya geçtiği için, besin değeri kaybı çok fazla olacaktır.
-
Sebzelerin pişme suyu çorbalara, yemeklere ve soslara eklenebilir.
-
Sebzeler pişirilirken asla soda eklenmemelidir. Pişirme sırasında eklenen soda sebzelere daha yeşil bir renk kazandırmakla birlikte bazı vitaminlerde kayıplara neden olur.
-
Meyve ve sebzelerin sularını tüketmek yerine, tüm olarak tüketilmesi, ayrıca kabuklu yenilebilen meyvelerin kabukları ile yenilmesi posa tüketimini artırılmasını sağlar.
Çimlenmiş patateslerde kabuğa yakın kısımda bulunan ve zehirleyici etkisi bulanan solanin (bir alkaloid) maddesi miktarı artır. Bu nedenle patates çimlenmekten korunmalıdır. Aşırı çimlenmiş patatesler tüketilmemelidir. Solanin zehirlenmesi sindirim sistemi bozuklukları, terleme ve halsizlik vb bulgularla ortaya çıkar.
Ekmek ve Tahıl Grubu
Bu grupta yer alan besinler
Buğday, pirinç, mısır, çavdar ve yulaf gibi tahıl taneleri ve bunlardan yapılan un, bulgur, yarma, gevrek ve benzeri ürünler bu grup içinde yer alır.
İçerdiği Önemli Besinler ve Başlıca Görevleri:
Tahıl ve tahıl ürünleri vitaminler, mineraller, karbonhidratlar (nişasta, lif) ve diğer besin öğelerini içermeleri nedeniyle sağlık açısından önemli besinlerdir. Tahıllar, protein de içerir. Bu proteinin kalitesi düşük olmakla birlikte kurubaklagiller ya da et, süt, yumurta gibi besinlerle bir arada tüketildiklerinde protein kalitesi arttırılabilir. Tahıllar, ayrıca bir miktar yağ da içerirler. Tahıl tanelerinin yağı vitamin E’ den zengindir. Tahıllarda A vitamini aktivitesi gösteren öğelerle, C vitamini hemen hemen yoktur. Tahıllar B12 dışındaki B grubu vitaminlerinden zengin, özellikle B1 vitaminin (tiamin) en iyi kaynağıdır. Bu vitaminler tahıl tanelerinin çoğunlukla kabuk ve özünde bulunur.Mineraller ve vitaminler bakımından zengindirler. Folik asit, A vitaminin ön öğesi olan beta-karoten, E, C, B2 vitamini, kalsiyum, potasyum, demir, magnezyum, posa ve diğer antioksidan özelliğe sahip bileşiklerden zengindirler.
Ekmek ve Tahıl Grubu İçin Öneriler
- Tam tahıl ürünlerini tüketin.
- Tüketilecek miktar bireyin ağırlık ve bedensel çalışma durumuna göre değişir. Az hareketli, şişman bireylere günde 3 ince dilim ekmek (75 g) yeterli iken zayıf bireyler, ağır işte çalışanlar bunun 3-5 katını yiyebilirler.
- Tam tahıl ürünleri günde 6 porsiyon (6 dilim ekmek veya 3 dilim ekmek, 1 kepçe unlu çorba, 4 yemek kaşığı pilav gibi)tüketilebilir. Ağır işte çalışan ve enerji gereksinimi fazla olanlar bu gruptan daha fazla tüketebilirler.
- Protein ve vitamin içeriğini arttırmak için diğer besinlerle (kuru baklagiller, süt ve ürünleri) birlikte tüketin.
Yaşlılıkla beraber ortaya çıkan ve başta unutkanlık olmak üzere; çeşitli zihinsel ve davranışsal bozukluklara yol açan, günlük yaşam aktivitelerini etkileyen İlerleyici bir beyin hastalığıdır.
Alzheimer Risk Faktörleri
- İleri yaş
- Ailede Alzheimer hastası olması
- Bazı yatkınlık genlerine sahip olma
- Düşük eğitim seviyesi
- Ciddi kafa travması geçirmiş olmak
- Kadın cinsiyet
- Depresyon
- Aluminyum, bakır,demir,çinko gibi ağır metallerle intoksikasyon
- Hipertansiyon
Alzheimer Hastalığı Nedir, Neden olur?
Beynin bazı bölgelerinde proteinler biriktiği için beyindeki sinir hücreleri hasar görür, haberci kimyasal maddeler azalır Sonuçta, bellek ve öğrenme gibi zihinsel beceriler bozulmaya başlar.
Alzheimer Hastalığı Kimlerde ve Ne Sıklıkta Görülür?
Alzheimer hastalığı genellikle yaşlılıkta ortaya çıkan bir hastalıktır. 65 yaşın üzerinde 10 kişiden birinde, 85 yaşın üzerinde iki kişiden birinde görülür. Tüm dünyada 20 milyona yakın Alzheimer hastası bulunmaktadır. Kadınlarda ve erkeklerde hemen hemen aynı oranda görülür. Alzheimer hastalığı bulaşıcı ve kalıtsal bir hastalık değildir. Ancak düşük oranda ailesel bir yatkınlık olabileceği düşünülmektedir.
Alzheimer Hastalığının Belirtileri Nelerdir?
- Zihinsel bozukluklar
- Genellikle ilk belirtisi unutkanlıktır.
- Öğrenme güçlüğü
- Konuşma bozukluğu
- Yolunu kaybetme
- Kişileri tanıyamama
- Karar verme güçlüğü
- Davranışsal bozukluklar
- Huzursuzluk
- İlgisizlik
- Saldırganlık
- Uyku bozukluğu
- Amaçsız dolaşma
- Hayaller görme
- Depresyon
Alzheimer Hastalığı Nasıl Seyreder?
Alzheimer hastalığı yavaş ilerleyen, ancak zaman içinde günlük yaşamı etkileyerek, hastayı geri dönüşsüz bir şekilde bakıma muhtaç bırakan bir hastalıktır. Hastalığın seyri genel olarak üç evreye ayrılabilir: Başlangıç evresi Orta evre ve İleri evre
Başlangıç evresi
- İsimleri, tarihleri unutma
- Yolunu şaşırma
- Kelimeleri bulamama
- İşine, çevresine ilgisizlik
- Hastalığını kabul etmeme
Orta evre
- Belirgin unutkanlık
- Kişileri tanıyamama
- Yıkanma, giyinme gibi gündelik işlerde yardım ihtiyacı
- Hayaller görme, depresyon gibi ruhsal bozukluklar
İleri evre
- Aile üyelerini tanıyamama
- Yemek yemede, yürümede güçlük
- İdrarının, dışkısını tutamama
- Ciddi davranış bozuklukları
Sağlık, insan yaşamının sürdürülmesinde, yaşam kalitesinin yükseltilmesinde ve korunmasında özel bir öneme sahiptir.
Sağlığın korunması ve geliştirilmesi kişinin öncelikle kendi sağlığına sahip çıkması ve sağlık bilincini geliştirmesi ile mümkün olduğu unutulmamalıdır.
Hedefimiz;
"Minimum Hastalık Riski,Maksimum Sağlık"
Maksimum Sağlık İçin;
- Yeterli ve Dengeli Beslenme
- Düzenli Fiziksel Aktivite
- Sigarasız Yaşam
- Stresten Uzak Durma
- Düzenli Sağlık Kontrolü şarttır.
Optimal sağlık için yaşamın her döneminde Yeterli ve Dengeli Beslenme temel unsurdur.
Dişler Neden Çürür?
Diş çürümesi neden oluşur sorusuna verilebilecek en iyi cevap ağız ve diş sağlığına yeterince özen göstermemek olacaktır. Ağız ve dişlerin bakımı düzenli olarak yapılmadığı takdirde hali hazırda ağzımızda bulunan bakterilerin sayısı artarak diş yüzeyine yapışacak ve diş üzerinde delikler oluşacaktır. Bu asit üreten bakterilerin artmasındaki ana sebepler ise yemeklerden sonra dişlerin fırçalanmaması, diş ipi ile dişler arasında kalan yemek artıklarının temizlenmemesi, şekerli ve asitli gıda tüketimi, sigara kullanımı gibi yaşam tarzımızı oluşturan alışkanlıklar gelmektedir.
Diş çürüğü çoğunlukla dişin sert dokusu olan mine, onun altındaki dentin ve kimi zamanda kök yüzeyini örten sert dokunun yıkılması olayıdır. Genellikle karbonhidratlı yiyeceklerin(şeker, nişasta vb.) , kola ve benzeri şekerli gazlı içecekler, kek, çikolata vb. özellikle yapışkan gıdaların diş yüzeyinde uzun süre kalmasıyla oluşmaktadır. Ağızda var olan bakteriler bu gıda artıkları ile beslenmekte ve bu mikroorganizmalar yardımıyla asit üretilmektedir. Bir süre sonra bu asidik ortam dişin sert dokularında yıkıma sebep olup diş çürüklerini oluşturmaktadır.
Ağızda bulunan bakterilerden oluşan bakteri plağı, şekerli ve unlu yiyeceklerin ağızda kalan artıklarından asit oluşturabilmektedir. Bu asitler, dişlerin mineral dokusunu çözerek dişin minesinin bozulmasına ve sonuçta da diş çürüğünün başlamasına ve diş hekimlerinin kavite dedikleri oyuklara neden olmaktadırlar.
Çürük En Çok Kimlerde Görülür?
Şekerli ve unlu yiyeceklerle bakterilerin buluşması sonucunda çürükler oluştuğuna göre herkes için bir tehlike var demektir. Ancak beslenmelerinde karbonhidratlı ve şekerli yiyeceklerin oranı çok yüksek olanlar bir de sularında florür oranı çok düşükse çok daha fazla çürük tehlikesi altındadırlar. Bakteri plağı tarafından oluşturulan asite karşı tükürük doğal bir savunma mekanizması oluştursa da tek başına çürüğü önleyemez. Tükürük akışını ve miktarını azaltan hastalıklar ya da ilaçlar da çürük oluşumunu hızlandırmaktadırlar.
Diş Çürüğü Önlenebilir mi?
Günümüzde diş çürüklerini tamamen engelleyebilecek ilaç ya da aşı henüz bulunmamış olsa da düzenli ve etkin fırçalamanın, önleyici uygulamalar ile desteklendiği durumlarda sağlıklı dişlere sahip olmak mümkündür. Sabah kahvaltısından sonra ve akşam yatmadan önce dişlerin fırçalanması ve her gün diş ipliğinin düzenli kullanılması en etkili yoldur. Yiyecek artıkları en çok dişlerin çiğneme yüzeylerindeki girintilerde ve dişlerin birbirine değdiği ara yüzeylerde biriktiği için, uygun diş fırçası seçilmelidir. Diş hekimi kontrollerinin düzenli aralıklarla yapılması çürüğün erken dönemde yakalanması için en iyi yoldur.
Diş Aşınmaları
Hayat boyunca dişlerimiz pek çok kimyasal ve fiziksel etkenlere maruz kalmaktadır. Bunun neticesinde dişlerde çürük, travma ve aşınmalar meydana gelebilmektedir. Diş aşınmaları abrazyon, atrizyon, abfraksiyon ve erozyondur.
Atrizyon, fonksiyonel veya fonksiyon dışı hareketlerde, arada herhangi bir madde olmadan, dişlerin temasta olduğu bölgelerde, meydana gelen fizyolojik aşınma olarak tanımlanır.
Abrazyon, ağız içerisinde yabancı cisimlerin dişlerle teması sonucu oluşan diş aşınmasıdır.
Abfraksiyon, sentrik dışı okluzal kuvvetlerin kole bölgesinde yarattığı gerilme kuvvetlerinin neden olduğu kama şekilli lezyonlardır.
Erozyon, fiziksel veya mikrobik etki olmaksızın, ağza giren asitlerin diş dokusunda yarattığı kayıp olarak tanımlanmaktadır.
Dişeti Hastalıkları (Periodontal Hastalıklar)
Periodontal hastalıklar dişeti ve dişleri destekleyen diğer dokuları etkileyen iltihabi hastalıklardır. Erişkinlerde diş kayıplarının %70`inden periodontal hastalıklar sorumludur. Bu hastalıklar erken dönemde teşhis edildiklerinde kolay ve başarılı bir şekilde tedavi edilebilirler.
Periodontal hastalıklar dişeti iltihabı (gingivitis) ile başlar. Yani gingivitis periodontal hastalığın erken dönemidir. Bu dönemde dişetleri kanamalı, kırmızı ve hacim olarak büyümüştür. Erken dönemde çok fazla rahatsızlık vermeyebilir. Tedavi edilmezse hastalık periodontitise ilerleyerek dişeti ve dişleri destekleyen çene kemiğinde geriye dönüşsüz hasar oluşturabilir.
Periodontitis periodontal hastalıkların daha ilerlemiş bir safhasıdır. Dişleri destekleyen diğer dokularla birlikte çene kemiğinde de hasar oluşur. Hastalık ilerledikçe dişler sallanmaya başlar, hatta çekime gidebilir.
Dişeti çekilmesi
Popülasyonun büyük bir kısmında görülen diş eti hastalıklarından biri diş eti çekilmesidir. Diş eti çekilmesi, dişi çevreleyen kemiği örten diş eti dokusunun çeşitli sebeplerden dolayı konumunun değişerek diş kök yüzeyinin açılmasıdır. Diş eti çekilmesi, estetik ve hassasiyet şikâyetlerine sebep olabilen ve oldukça sık karşılaşılan bir problemdir. Dişeti çekilmesi genellikle tedavi edilmeyen diş hastalıklarının ve oluşan diş taşlarının temizlenmemesinden dolayı kaynaklanmaktadır. Diş eti çekilmesi tedavi edilmediğinde ilerleyerek sonunda diş kaybına sebep olabilir. Diş eti çekilmesi tedavilerinde koruyucu, idame edici ve/veya cerrahi yöntemler kullanılmaktadır.
Diş Hassasiyeti
Dentin aşırı hassasiyeti veya diş hassasiyeti yaygın bir diş problemidir. Diş eti çekilmesi ve diş minesi aşınması gibi yaygın problemlerin sonucu olarak zaman içerisinde gelişebilen bir durumdur. Diş hassasiyeti çoğunlukla 20 - 50 yaş arasında görülür. Diş hassasiyeti, dişin daha yumuşak iç kısmı olan "dentin" açığa çıktığında başlayabilir. Dentin diş minesi ve dişetlerinin altında bulunur. Binlerce mikroskopik kanal dentin içinden diş merkezine doğru gider. Dentin açığa çıktığında, dış tetikleyiciler (soğuk bir içecek gibi) dişin hassas bölgelerini uyararak dişte kısa süreli rahatsızlığa yol açabilirler. Asitli yiyecek ya da içeceklerin düzenli olarak tüketilmesi dişin minesini aşındırır ve dişlerde hassasiyet oluşmasına neden olur. Bu durumdan şikayetçi olmamak için asitli yiyecekleri sınırlı sayıda tüketmek gerekir. Diş ve diş eti yapıları kişiler arasında farklılık gösterir. Bu nedenle üreticiler birbirinden farklı diş fırçaları üretirler. Eğer hassas dişleriniz varsa ve sert diş fırçası kullanıyorsanız dişlerinize zarar verme olasılığınız çok yüksektir. Bu konuda diş hekiminizin tavsiyesine başvurun. Yanlış diş fırçası kullanımının yanı sıra çok sert diş fırçalama da dişlere zarar verir. Bazı kişiler dişlerini daha sert bir şekilde fırçalayarak daha iyi temizlediklerini ya da dişlerinin daha beyaz olacağını zannederler. Oysa bu diş ve diş etlerine zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Dişlerini sıkan ya da gıcırdatan kişilerde diş hassasiyetinin görülmesi çok yaygın bir durumdur.
Ortodonti
Ortodonti, diş hekimliğinin diş ve yüz düzensizliklerinin teşhis ve tedavisi ile ilgilenen uzmanlık dalıdır. Ortodontik tedavi her yaşta uygulanabilir. Eğer, iskeletsel bir problem yoksa ve sadece dişlerde çapraşıklık varsa bu bozukluklar, her yaşta ortodontik tedavi ile düzeltilebilir. Hastanın yaşı sadece hareketin ve tedavinin süresini etkiler. Ancak, iskeletsel bir sorun varsa, ergenlik döneminin sonuna kadar bu bozuklukların tedavisi ortopedik tedavi yaklaşımları ile düzeltilebilir. Yetişkin dönemde ise bu tarz iskeletsel sorunlar, ortognatik cerrahi operasyonlar ile beraber yürütülen ortodontik tedavi ile düzeltilebilir.
Yeterli ve Dengeli Beslenme Sağlığın Temelidir.
Beslenme açlık duygusunu bastırmak, karın doyurmak ya da canının çektiği şeyleri yemek içmek değildir.
Beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin öğelerini yeterli miktarlarda ve uygun zamanlarda almak için bilinçli yapılması gereken bir davranıştır.
Besin öğeleri vücudun gereksinmesi düzeyinde alınamadığında Yetersiz Beslenme oluşur.
İnsanın yaşamı için 50’ ye yakın besin öğesine gereksinimi vardır. İnsanın, sağlıklı büyüme ve gelişmesi, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için bu öğelerin her birinden günlük ne kadar alınması gerektiği belirlenmiştir.
Bu öğelerin herhangi biri alınmadığında, gereğinden az ya da çok alındığında,büyüme ve gelişme engellenir, sağlık bozulur.Gereğinden fazla besin tüketilirse, çok alınan bazı öğeler vücutta yağ olarak depolandığından sağlık için zararlı olur. Bu duruma Dengesiz Beslenme denir.
Dengesiz beslenmenin önlenmesinde beslenme eğitimi ile sağlıklı beslenme bilincinin kazandırılması büyük bir önem taşır.
Yeterli ve Dengeli Beslenen Kişiler
- Sağlam ve sağlıklı bir görünüştedir.
- Hareketli ve esnek bir bedene,
- Muntazam bir cilde, canlı ve parlak saçlara ve gözlere,
- Kuvvetli, gelişimi normal kaslara,
- Çalışmaya istekli kişiliğe,
- Boy uzunluğuna uygun vücut ağırlığına,
- Normal zihinsel gelişme,
- Sık sık hasta olmayan bir yapıya sahiptir.
Yetersiz ve Dengesiz Beslenenler ise;
- Hareketleri ağır ve isteksiz
- Sağlıksız genel görünüşte (aşırı zayıf veya şişman)
- Pürüzlü, kuru, sağlıksız cilt yapısına,
- Şişman veya zayıf vücut yapısına,
- Sıksık baş ağrısından şikayet eden
- İştahsız, yorgun, isteksiz bir yapıya sahiptir.
Süt dişleri de tıpkı kalıcı dişlerde olduğu gibi tedavi edilmelidir. "Nasıl olsa değişecek!" düşüncesiyle bu dişlerin çekilmesi pek çok problemlere neden olur. Süt dişlerinin beslenmede önemi vardır. Çürük dişleri olan çocuklar dişleri ağrıdığı için doğru dürüst yemek yiyemezler. Aynı şekilde dişleri çekilen çocuklar da yemek yiyemedikleri için büyüyüp gelişemezler. Genel vücut gelişiminin yanı sıra süt dişleri çenelerin gelişimi için de gereklidir. Dişler konuşmak için gereklidir. Özellikle konuşmanın öğrenildiği dönemde ön süt dişlerinin eksik olması f,v,s,z,t harflerinin bir alışkanlık haline gelerek ömür boyu yanlış telaffuz edilmesine neden olacaktır. Güzel bir gülümseme için ise sağlıklı dişlere ihtiyaç vardır. Çürük ya da eksik dişleri olan çocuklar çirkin göründüklerini düşünerek psikolojik rahatsızlık duyarlar. Süt dişlerinin bir diğer görevi de alttan gelen daimi dişlerin yerini korumaktır. Bir şekilde süt dişi zamanından önce çekilirse yandaki dişler bu boşluğa doğru kayar. Alttan gelecek kalıcı dişe yer kalmaz. Bu diş diğerlerini sıkıştırır, sonuç olarak çapraşıklıklar meydana gelir. Bu nedenlerden dolayı süt dişleri de daimi dişlerde olduğu gibi tedavi edilmelidir.
Süt Dişi Travmaları
Süt dişi travmaları, sıklıkla okul öncesi dönemde özellikle küçük çocukların dengelerini sağlamakta zorluk çekmeleri nedeni ile görülür. Araştırmalar, görülme sıklığının %11 ile %30 arasında değiştiğini göstermektedir. Bu oranlardaki büyük farklılıkların hekime başvurma oranının düşük olmasından kaynaklandığı bildirilmiştir. 1 -3 yaşlarında, fiziksel aktivitenin artması ile doğru orantılı olarak görülme sıklığı artar. Erkek çocukları daha fazla etkilenir. Kalıcı dişlerde travma görülme sıklığının ise %22 oranında olduğu ve 8 -11 yaş arasında sıklıkla görüldüğü saptanmıştır.
Süt Dişi Travma Tedavileri
Olayın oluş zamanı dişin etkilenme miktarını ve tedavi planını etkiler. Olayın nerede olduğu tetanoz profilaksisi açısından önemlidir. Diş travmalarının olası zararlarından korunmak için travma şekli ve büyüklüğü nasıl olursa olsun eğer bilinç kaybı, kanama, denge kayıpları, baş ağrısı, kusma, bulantı, konuşma zorlukları vb. gibi genel sağlık durumu ile ilgili bir problemi yoksa en kısa sürede mutlaka bir diş hekimine, mümkünse bir çocuk diş hekimine başvurulmalıdır.
Süt Dişi Travmalarından Korunmak İçin Neler Yapılmalı
Aileler ve çocuklarla ilgilenen kişilere düşen birinci görev diş travmalarına karşı hazırlıklı olmalarıdır. Bu hazırlık acil durumlarda ne yapılması gerektiğinin bilinmesi ve ulaşılacak hekimin belirlenmesini içermektedir. Ayrıca çocuklara, spor yaparken ağız koruyucu aparey ve kask, arabada kemer ve koltuk, evde ise düşmeyeceği ortamlar sağlanmalıdır. Travma ile diş hekimine başvuru arasında geçen süre, tedavinin başarısını etkileyen birinci nedendir. Eğer diş kırıldıysa ve kırık parça bulunabildiyse, kırık parçayı hemen bir süt içerisine koyarak mümkün olan en kısa sürede (ilk 1 saat içerisinde) diş hekimine başvurmak gerekir.
Biberon Çürüğü
Bebeklerde bazen dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Çocukluk döneminde yaygın olarak görülen ve halk arasında “biberon çürüğü” olarak adlandırılan bu durum, yanlış beslenmeye bağlı olarak gelişen enfeksiyon hastalığıdır. Ciddi sorunlara neden olabilen biberon çürüğü, erken yaşta görülmesi nedeniyle tedavisi oldukça güçtür. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce ya da uyku sırasında bebek anne sütü ya da biberon emerse süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir.Genellikle üst ön dişlerde görülen bu çürükler, bazı durumlarda aşırı ilerleyerek tedavisinin imkansızhale gelmesine neden olabilir. Bu tip durumlarda tedavi edilemeyen dişlerin çekilmesi söz konusu olur. Süte ilave edilen şeker, pekmez, bal ve benzeri şekerli gıdalar çürüğün daha çok yayılmasına ve ilerlemesine neden olur. Bu nedenle uykudan önce verilen mamadan sonra ağız iyice çalkalanmalı ve yalancı emzik herhangi bir tatlıya batırılarak verilmemelidir.
Ergenlik dönemi risk faktörlerini 3 başlık altında açıklayabiliriz. Bunlar:
1- Bireysel Faktörler
- Genetik yatkınlığının olması,
- Okula devamsızlığının yüksek olması,
- Okul başarısının düşük olması,
- Psikiyatrik hastalıklarının olması,
- Benlik saygısının düşük olması,
- Okulda ve sosyal çevresindeki akran gruplarına kabul edilmemesi,
- Madde kullanan akranlarla ilişki kurması,
- Suç işleyen kişilerle arkadaşlık kurması,
- İstismara uğramış olması,
- Travma gibi faktörler etkili olmaktadır.
2- Ailesel Faktörler
- Olumsuz ebeveyn modeli,
- Uyuşturucu maddenin zararı konusunda ailenin düşüncesi,
- Aile içi denetimin iyi olmaması,
- Kaotik aile yapısı,
- Aile içi şiddet,
- Ebeveyn-çocuk iletişiminde yetersizlik,
- Aile içerisinde öfke kontrolünün olmaması,
- Ebeveyn-çocuk arasında yakın ilişkiler kurulamaması,
- Pasif aile yapısı,
- Aile denetiminin yetersiz olması çocuğun tütün alkol ya da uyuşturucu madde kullanmaya başlamasında önemli bir faktör olduğu belirlenmiştir.
3- Sosyal ve Çevresel Faktörler
- Yasaların yaptırım ve denetim eksikliği
- Alkol ve Madde kullanımını destekleyen sosyal etmenler
- Uyuşturucu maddeye ulaşılabilirliğinin kolay olması
- Yoksulluk ve gelir dağılımında aşırı dengesizlik
- Göç
- Medya ve internet etkisi
- Alkol ve madde kullanan medyatik kişilerin etkisi
Halk Sağlığı Genel Müdürlüğümüz tarafından;
Çocukluk çağından başlayarak uyguladığımız programlarla, toplumda ağız ve diş sağlığı bilincinin geliştirilerek herkesin kendi sağlığını koruma noktasına gelmesini, koruyucu diş hekimliği uygulamalarının bir yaşam tarzı olarak kabul görmesinin sağlanmasını, ülke bazında var olan koruyucu ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesi suretiyle diş çürüğü ve diş tedavisi oranının en aza indirilmesinin sağlanmasını amaçlıyoruz.
Genel Müdürlüğümüz 2014-2017 yılları arasında yapacağı faaliyetleri kapsayan Stratejik Plan’da geçen “Koruyucu ağız ve diş sağlığı hizmetlerini geliştirerek sürdürmek” hedefine yönelik stratejilere bilimsel ve teknik destek sağlamak amacıyla oluşturulan“Koruyucu Ağız ve Diş Sağlığı Bilimsel Danışma Komisyonu’nuntavsiyeleri ve Genel Müdürlüğümüzün çalışmaları neticesinde;
- Öğrenci, öğretmen ve velilere yönelik farkındalık eğitimleri yapılmakta,
- Öğrencilerin ağız diş muayeneleri gerçekleştirilmekte,
- Koruyucu Ağız ve Diş Sağlığı Programı kapsamında uygulanan florürlü verniğin daha etkin sonuçlar elde edilecek şekilde gerçekleştirilebilmesi için uygulama öncesinde, dişler üzerindeki mikrobiyal dental plağın etkin bir diş fırçalama ile uzaklaştırılması, böylelikle florürün diş yüzeyi ile tam temasının sağlanması ve diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması amacıyla her yıl diş fırçası, diş macunu ve muhafaza çantası dağıtılmakta,
- %50’sinden fazlasında daimi dişlenmenin başlamış olması nedeniyle, 60 ayını doldurmuş anasınıfı öğrencilerinden başlanarak, her yıl sisteme dahil olan öğrencilere ilkokul 4. sınıfın sonuna kadar yılda iki kez, florürlü vernik uygulanmaktadır.
Bağımlılıkta riskli dönemler olarak adlandırılan geçiş dönemleri önemlidir. Bunlar;
- İlköğretimden-ortaöğretime geçiş,
- Ergenlik dönemi (en riskli dönemlerden biridir),
- Üniversite veya iş için aileden uzaklaşma( sigaraya, alkol ve uyuşturucu maddeye başlama riski yüksektir.),
- Aile içi huzursuzluk, parçalanma gibi dönemler,
- Ailede yaşanan kriz dönemleri, ebeveyn ayrılığı veya kaybı, aile fertlerinden birinin ciddi sağlık sorunu yaşaması,
- Travma sonrası dönemler dikkat edilmesi gereken dönemlerdir.
- Çocuğunuzun ellerini yıkamasına yardımcı olunuz.
- Fırçalamaya başlamadan önce fırça tutuşunu gösteriniz.
- Kuru diş fırçası üzerine, bezelye büyüklüğünde koyduğumuz diş macununu yayarak sürünüz.
- Dişler kapalı pozisyonda iken kısa ve nazik hareketlerle, bir dişe 8-10 defa temas edilerek, sol arka dişlerden başlayarak sağa doğru tüm dişlerin ön yüzeylerini daireler çizerek fırçalamasını sağlayınız.
- Üst dişlerin damağa bakan iç yüzeylerindekırmızıdan beyaza (dişetinden dişe) doğru süpürme hareketini ve üst ön dişlerin iç taraflarında fırçayı dik tutarak dişetinden dişe doğru süpürme hareketini 8-10 defa tekrarlamasını sağlayınız.
- Sağ ve sol üst çenedeki dişlerin çiğneyici ve ısırma yüzeylerini ileri-geri hareketlerle fırçalamasını sağlayınız.
- Alt dişlerin dile bakan iç yüzeylerinde kırmızıdan beyaza (dişetinden dişe) doğru süpürme hareketini ve alt ön dişlerin iç taraflarında fırçayı dik tutarak diş etinden dişe doğru süpürme hareketini 8-10 defa tekrarlamasını sağlayınız.
- Sağ ve sol alt çenedeki dişlerin çiğneyici ve ısırma yüzeylerini ileri-geri hareketlerle fırçalamasını sağlayınız.
- Dil yüzeyini arkadan öne doğru fırçalatın ve ağzı 2-3 kez bol su ile çalkalamasını sağlayınız.
- Diş fırçasını yıkama ve kuruması için temiz bir kaba, diğer fırçalarla temas etmeyecek şekilde, dik olarak bırakılmasını sağlayınız.
Bağımlılıktan koruyucu faktörler:
1- Bireysel faktörler
- Sağlıklı olmak,
- Sevecen olmak,
- Uyumlu olmak,
- Başarılı, olumlu özellikleri olan arkadaşlara sahip olmak,
- Ailenin ve kişinin beklentilerin olumlu olması,
- Kişinin iç disiplinin olması,
- Kişinin içsel kontrolünün olması,
- Sorun çözme yetilerine sahip olmak,
- Toleranslı olmak.
2- Aile ve sosyal çevre
- Öğrenmeyi destekleyen ebeveynler olması,
- Ebeveynlerin eğitim seviyesi,
- Kontrollü serbesti sağlaması,
- Ebeveynin sigara, alkol ve uyuşturucuya olumsuz bakış açısının olması,
- Ailede ve toplumda suç işleme oranının az olması,
- Ailenin eğitimi önemsemesi ve kişiyi bu yönde desteklemesi,
- Ebeveynlerin çocuk yetiştirme konusunda bilinçli olması ,
- Ebeveynler ve çocuk arasında güçlü bağların olması,
- Ebeveynlerin çocuğunun hayatıyla yakından ilgilenmesi,
- Ailenin; çocuğun maddi, duygusal, bilişsel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılaması,
- Ebeveynin çocuğunun nerede olduğunu ve kiminle zaman geçirdiğini bilmesi.
- Aile ilişkilerinde çatışma olmaması,
- Kişinin olumlu akran ilişkilerinin olması,
- Yüksek benlik saygısının olması,
- Akraba ilişkilerinin güçlü olması,
- İyi komşuluk ilişkilerin olması,
- Dört çocuktan az olması,
- Okulun gence kendini gerçekleştirmesi için olanaklar sunması,
- Öğrenme, katılım ve sorumluluğu destekleyen okul ortamı,
- Kaliteli sağlık hizmeti,
- Sosyal hizmetlerin varlığı,
- Stresli yaşam olaylarının az olması,
- Kişinin sosyoekonomik ihtiyaçlarının karşılanabilmesi.
- Ellerinizi yıkayınız.
- Ağzı bol su ile çalkalayınız.
- Kuru diş fırçası üzerine, bezelye-nohut büyüklüğündeki diş macununu yayarak sürünüz.
- Diş fırçasını uygun şekilde başparmağın desteği ile tutunuz.
- Diş fırçasını, üst çene arka dişlerinin yanağa bakan dış yüzeyine, diş ile dişetinin birleştiği yere 45 derece açı ile yerleştiriniz.
- Kısa ve nazik hareketlerle dişetinden dişe doğru,her bir diş üzerinden 8-10 kez geçecek şekilde süpürür gibi bilekten döndürme hareketi ile fırçalayınız.
- Aynı yöntem ile üst çene dişlerinin damağa bakan iç yüzlerini fırçalayınız.
- Üst çene ön dişlerinin arka yüzeylerini, fırçayı dik tutarak fırçalamaya devam ediniz.
- Üst çene çiğneyici yüzeylerini ileri-geri hareketlerle fırçalayınız.
- Diş fırçasını, alt çene arka dişlerinin yanağa bakan dış yüzeyine, diş ile dişetinin birleştiği yere 45 derece açı ile yerleştiriniz.
- Kısa ve nazik hareketlerle dişetinden dişe doğru,her bir diş üzerinden 8-10 kez geçecek şekilde süpürür gibi bilekten döndürme hareketi ile fırçalayınız.
- Aynı yöntem ile alt çene dişlerinin dile bakan iç yüzlerini fırçalayınız.
- Alt çene ön dişlerinin arka yüzeylerini fırçayı dik tutarak fırçalayınız.
- Alt çene çiğneyici yüzeylerini ileri-geri hareketlerle fırçalayınız.
- Dil yüzeyini hafifçe ileri-geri hareketlerle fırçalayınız.
- Ağzı bol su ile çalkalayınız.
- Diş fırçasını yıkayınız ve kuruması için temiz bir kaba, diğer fırçalarla temas etmeyecek şekilde, dik olarak bırakınız.
Kişinin alkol ve uyuşturucu madde kullanmak için şiddetli bir arzu duymasıyla birlikte, kullanmaya iten bir dürtü hissetmesidir. Bu istek beyinden kaynaklanır ve kişinin hiç beklemediği bir anda gelebilir. Ancak bir süre sonra geçer. Kişinin bu duygu ve belirtileri iyi tanıması gerekir. Kısa bir süre sonra bitecek olan bu durumu atlatmanızda 191 hattı size yardımcı olacaktır.
Hamilelik döneminde ağız ve diş bakımının doğru yapılması, anne bebek sağlığı açısından önem taşıyor. Kalsiyum kaynaklarının doğru oranda tüketilmesi gibi bazı kurallara dikkat etmek, ağız ve diş problemlerinin önüne geçerek sağlıklı bir doğum sürecine katkıda bulunuyor.
Halk arasında inanıldığı gibi hamilelik döneminde annenin dişlerinden kalsiyum çekilmesi ve bu nedenle her bebeğin anneye bir diş kaybettireceği inancı doğru değildir. Bazı anne adayları hamilelik döneminde diş ve diş eti sorunları ile karşılaşmakta ve bunu da genellikle hamilelik sürecine yormaktadırlar. Oysaki bu dönemde dikkat edilecek bazı noktalar ile ağız ve diş sağlığını korumak mümkündür. Bunların başında da anne adayının kalsiyum kaynaklarını doğru tüketmesi yer almaktadır.
Hamilelik döneminde tükürükteki asit miktarı artmakta ve dişler çürümeye yatkın hale gelmektedir. İlk aylarda görülebilen kusma sonrasında, gebelerin ağız hijyenine dikkat etmemesi de çürük riskini arttırmaktadır. Bunun için diş etlerinde sorun olan anne adayları ağız hijyenine mutlaka dikkat etmelidir aksi takdirde hormonal değişime bağlı olarak dişeti sorunları artar. Dişetleri kanayan anne adayları ise dişlerini fırçalamaktan kaçınabilir. Bu durum, dişlerde daha fazla bakteri birikmesine, dişetlerinde şişliğe, kızarıklığa ve daha çok kanamaya neden olur.
Hamilelik döneminde diş tedavisi nasıl olmalıdır?
Hamilelik sırasında bebeğin organ gelişim evresi olan ilk üç ayda etkili diş tedavisinden kaçınılmalıdır. Tedaviler ikinci üç aya ertelenmelidir, diş tedavileri için en uygun dönem bu dönemdir (Yani gebeliğin 4. 5. ve 6. ayları). Gebeliğin son üç ayı da ilk üç ay gibi hassas bir dönemdir ve acil olmayan diş tedavileri doğum sonrasına bırakılmalıdır.
Diş ya da diş eti iltihabı gibi acil durumlarda, var olan enfeksiyonun bebeğin gelişimini diş tedavisinin olumsuzluklarından daha fazla etkileyebileceği bilinmelidir.
Hamilelikte diş tedavisi için anestezi yapılabilir mi?
Hamilelik esnasında birçok ilacın kullanılmaması ya da kontrollü kullanılması önerilmesine karşın, diş tedavilerinde kullanılan lokal anesteziklerin herhangi bir yan etkisi rapor edilmemiştir. Lokal anestezi kullanılmasında üretici firmanın önerileri doğrultusunda hareket edilmelidir. Herhangi bir uyarı yoksa lokal anestezik kullanmada bir sakınca yoktur. Ağrı kesicilerden gebelik sırasında zararı olmayan türler kullanılabilir.
Antibiyotik kullanılabilir mi?
Antibiyotiklerden özellikle Penisilin ve türevleri kullanımınının bebek için herhangi bir sakıncası yoktur.
Hamilelik döneminde zaten her tür antibiyotik kullanılamaz. Bebeğin dişlerinde renklenmelere neden olan antibiyotik grubu "tetrasiklinler"dir. Tetrasiklinler gebelikte kullanılmaması gereken antibiyotiklerdendir. Tetrasiklinler dışındaki antibiyotiklerin bebeğin dişlerinde renklenme yaptığı kanıtlanmamıştır.
Röntgen çekimi yapılabilir mi?
Bu dönemde tedavi için çok gerekli ise ağız içinden 1-2 film alınabilir. Her ne kadar diş hekimliğinde çekilen röntgenlerde verilen radyasyon miktarı çok az ve karın bölgesine çok yakın değilse de gelişmekte olan bebeğin ışın almasını önlemek için mutlaka kurşun önlük kullanılması gerekir.
Zorunluluk yoksa bu işlem doğum sonrasına ertelenmelidir.
Hamilelik Gingivitisi nedir?
Hamileliğin erken safhalarında diş etlerinde şişlikler, kızarıklıklar gözlenebilir. Bu şekildeki diş eti oldukça hassastır ve kolayca kanar. Hamilelik sırasında kadınların diş etlerinde oluşan bu değişiklikler östrejen ve progesteron hormonlarının salgılarının artmasından kaynaklanmaktadır. Hamilelik gingivitisi genellikle hamileliğin 2. ayında başlayıp 8. ayında en üst seviyeye çıkar, doğumdan sonra kendiliğinden iyileşir.
Uzun süre yoğun biçimde kullanılan bir maddenin kan ve doku düzeyinde düşerken ortaya çıkan fizyolojik ve bilişsel belirtilerine yoksunluk denir. Yoksunluk belirtilerinin çıkmasının ardından kişi bu belirtileri hafifletmek ya da bunlardan kaçınmak için maddeyi kullanma ihtiyacı duymaktadır. Kullanılan maddeye ve fiziksel duruma göre değişkenlik göstermekle birlikte hekim desteği ile atlatılabilecek bir süreçtir.
Diş İpi
Diş fırçası ön, arka ve çiğneme yüzeyleri olmak üzere dişlerin üç bölümüne erişir. Bu nedenle ara kısımlara ulaşarak etkin bir temizlik sağlayan diş ipi, ağız bakımının ayrılmaz bir unsuru olmalıdır. Düzenli diş ipi kullanımı, dişlerin arasında kalan ve kötü kokuya neden olan artıkları yok ettiği için ağız kokusuyla da mücadele eder. Diş ipi kullanımı diş fırçalamadan sonra gelen en önemli ağız ve bakım uygulamasıdır. Diş fırçası ile temizlenemeyen yiyecek artıkları, diş ipi yardımıyla temizlenir. Böylece ara yüz çürüklerinin ve diş ve diş eti hastalıklarının ana nedeni olan plak oluşumunun önüne geçilmiş olur.
Diş Fırçası
Dişeti hastalıklarının ve diş çürüğünün ana nedeni olan dental plak, içerisinde bakterilerin bulunduğu bir tabakadır. Karmaşık bir yapısı olan dental plak, diş yüzeyleri üzerinde doğal olarak bulunur. Plağın birikmesi hastalık yapıcı bakterilerin plak bünyesinde artması anlamına gelir. Dental plağın aşırı birikmesinin önüne geçilememesi sonucunda, içerisindeki bakteriler zararlı ürünleri ile ağız sağlığının bozulmasına neden olmaktadır. Araştırmalar plak kontrolünü gerek sağlığın kazanılması gerekse sürdürülmesi için zorunlu kılmıştır. Mevcut bilimsel verilerin ışığı altında dental plağı uzaklaştırmanın en etkili yolu diş fırçası ve diğer yardımcı araçlar (diş ipi, diş arası fırçası vs.) kullanarak diş üzerindeki plağın uzaklaştırılmasını sağlayan ve günde en az 2 kere yapılan mekanik temizliktir.
Mekanik temizlikteki başarı; başka bir deyişle plak kontrolü, düzenli diş fırçalanması, diş fırçasının plak kaldırma etkinliği ve diş aralarının temizlenmesine bağlıdır. İyi bir diş fırçası, fırçalama işlemini kolaylaştırmalı, fırçalama sırasında etkili bir şekilde plak kaldırabilmeli ve temizlerken diş ve dişeti dokularına zarar vermemelidir. Diş hekimleri, diş fırçalarının en geç 3 ayda bir yenisiyle değiştirilmesini önerirler. En geç 3 ayda bir değiştirme ihtiyacının nedeni, diş fırçasının aşınmasıyla fırçalama işleminin etkin yapılamaması ve fırçalama esnasında diş ile dişeti dokularına zarar verebilmesidir. Diş fırçasının kıllarının kullanıma bağlı olarak aşınması nedeniyle 3 ay kullanılmış bir diş fırçası plak kaldırmada, yeni fırçadan daha az etkindir.
Şarjlı (Elektrikli ) Diş Fırçası
Bazı çalışmalar, elektrikli diş fırçalarının plak temizleme konusunda daha başarılı olduğunu gösteriyor. Burada unutulmaması gereken nokta şudur: plak temizlemedeki en büyük etken doğru bir şekilde doğru bir sürede dişlerin fırçalanmasıdır, eğer manuel bir fırça ile bunu en doğru şekilde yapıyorsanız aradaki fark göz ardı edilebilir. Elektrikli diş fırçasının en büyük artısı el yeteneği gelişmemiş veya kısıtlı kişilerde işlemi kolaylaştırması ve normal bir bireyde ise standardize ederek daha kolay hale getirmesidir.
Diş Macunu
Diş yüzeyinde kendine bir yaşam alanı kuran plakları ve bakterileri ortadan kaldırmaya ve diş eti hastalıklarına karşı savaşmaya yardım eden diş macunu ağız sağlığı için son derece önemlidir. Çoğu diş macunun içinde, diş minelerini güçlendiren ve diş çürümesiyle mücadele eden materyaller bulunur. Burada önemli olan doğru diş fırçalama tekniğidir. Diş macununu yardımcı olarak kullanmak gerekir. Doğumdan üç yaşına gelene kadar çocuklarda diş macunu kullanımı önerilmemektedir. 3 yaşından sonra kullanım sağlanabilir. Fakat bunda da belirli hususlara dikkat etmek gerekir. Diş macunu 3-5 cm değil, bir bezelye tanesi kadar fırçanın üzerine konulmalıdır. Bu miktar dişlerin fırçalanması için yeterlidir. Düzenli diş fırçalama alışkanlığına edinen çocuklar, ileride sağlıklı dişlere sahip olacaktır. Diş macunu tüpünün altındaki renkli kare ürünün içeriğinde bulunan kimyasal oranlarını yansıtmamaktadır.
Uyuşturucu madde kullanan kişiler tedavi olabilir. Özellikle tedavi ilkelerini yerine getiren kişilerde uyuşturucu maddeyi bırakma oranı çok yüksektir. Tedavi sadece uyuşturucu maddenin bırakılması değil, kişinin sosyal yaşamına geri dönmesini ve yaşamını sağlıklı biçimde sürdürebilmesini de içerir. Bu durum uyuşturucu madde olmadan yaşam tarzının yeniden inşa edilmesi ile mümkün olmaktadır.
Kişinin tedavi olma konusunda motivasyonu ve tedaviye uyumu çok önemlidir. Kullanıcılar arasında “bu hastalığın bir tedavisi olmadığı” yanlış bir kanıdır. İsteklilik ve kararlılık tedaviyi mümkün kılmaktadır.
Çocukluk çağındaki beslenme yetersizliği ve/veya dengesizliği çeşitli sağlık sorunlarıyla birlikte ağız ve diş sağlıkları üzerinde de oldukça büyük problemlere neden olabilmektedir. Özellikle tek tip beslenme, poğaça, çikolata, börek, tatlı bisküvi ve yanında gazlı içecekler ve hazır meyve suları gibi besinler, çocuğun gelişimine hiçbir yarar sağlamadığı gibi hem obezite dediğimiz şişmanlık hastalığına zemin hazırlamakta hem de içerdikleri yüksek şeker oranı nedeniyle ağız ve diş sağlığını da olumsuz yönde etkilemektedir. Çocukların her öğünde almaları gereken besinleri düzenli ve yeteri miktarda almaları ağız ve diş sağlığı açısından da büyük önem taşır.
Örneğin kahvaltıda yumurta, süt, peynir, pekmez gibi hem besin değeri yüksek olan hem de diş gelişiminde ve dişlerin çürükten korunmasında önemli rol oynayan besinlere yer verilmelidir. Özellikle peynirin yemek sırasında asidik olan ağız ortamını bazik hale getirmede ve dişlerin temizlenmesinde önemli bir rolü vardır. Bu nedenle kahvaltı sonrasında dişlerin fırçalanamadığı durumlarda en son peynir yenilmesinin diş çürüğünden korunmadaki etkisi büyüktür.
Ana öğünlerde; fast food tarzı beslenmenin yine ağız ve diş sağlığı üzerinde olumsuz etkileri büyüktür. Bu nedenle bu tür yiyeceklerin ve bunların yanı sıra kolalı içeceklerin tüketiminin kısıtlanması gerekir. Ağız ve diş sağlığının devamlılığı açısından lahana, brokoli, karnabahar, semizotu gibi yeşil yapraklı sebzelerle, dönüşümlü olarak balık, tavuk, et gibi yiyecekleri tüketmek gerekir.
Cips, şekerleme, çikolata, bisküvi, poğaça, kek vb. gıdaların esas yemek yerine ve çok miktarda tüketilmeleri mutlaka engellenmelidir. Özellikle çocuklar gündüzleri okul kantinlerinden bu tür yiyeceklere kolaylıkla ulaşabilmektedirler. Ancak bu yiyeceklerin yerine vitamin, protein ve kalsiyum içeriği yüksek ve aynı zamanda diş çürüğünden korunmada önemli katkıları olan meyve, ayran, süt, kuru üzüm, kuru kayısı, fındık, ceviz gibi yiyeceklerin tüketiminin sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Günümüzde çocuklarda ve genç erişkinlerde diş çürüğü görülme oranı ne yazık ki her geçen gün artış göstermektedir. Yapılan araştırmalar, bu durumun nedenlerinin başında çocukların ağız-diş hijyen alışkanlıkları ile beslenme alışkanlıklarındaki hataların geldiğini göstermektedir. Bu nedenle çok sayıda diş çürüğü olan bireylerde diş tedavilerinin yanı sıra mutlaka bireyin beslenme alışkanlıkları da araştırılmalıdır.
Çocukların Ağız ve Diş Bakımı İçin Ebeveynlere Tavsiyeler
Düzenli hekim kontrolü, çocuğun hekim ile ilişkisinden kaynaklanan bilinçlenme, diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması çocuğun ileriki yaşlarda rahat etmesini sağlayacaktır. 6-8 ayda ilk süt dişleri sürmeye başlar. Süt dişlerinin sürmesi ile birlikte temizlik işlemi de başlar. Anormal bir durum yok ise ilk diş hekiminin muayenesi 2 yaşına kadar bir kere yapılmalıdır. Daha sonra kontroller düzenli olarak 6 ayda bir yapılır. Çocukların diş hekiminden korkmalarında en büyük etken anne, baba ve yakın çevredeki insanların diş hekimi hakkında konuşmaları, korkuları ve kötü hatıralarıdır. Özellikle diş hekimi korkusunu arttıracak korkutmalar, tehditler çocukların korkularının yerleşmesine sebep olur. Böyle bir durumda çocuk daha önce hiç diş hekimine gitmemiş olsa bile diş hekimi korkusunu anne ve babasından öğrenebilir. Ağrısının giderildiğini, tedaviden sonra mutlu olduğunu söyleyen anne-baba, çocuğa çok daha olumlu bir mesaj vermiş olur. Aynı zamanda tedavi aşamasında diş hekimi ile kurulan iyi diyalog çocuğun diş hekimine alışmasına yardımcı olur. Böylece çocuk, diş hekimi ziyaretlerinin normal ve düzenli olması gerektiğini öğrenir. Böyle yetişen bir çocuğun hayatı boyunca zaten dişleriyle sorunu olmayacaktır. Çocuklar dişlerini 2-2,5 yaşından itibaren fırçalamaya başlamalıdır.
Diş fırçalamayı öğretmenin en kolay yolu anne-baba olarak ona örnek olmaktadır. Ev içinde büyüklerin diş fırçalamasını izleyen çocuk, bu alışkanlığı daha kolay kazanır.
Madde kullanmaya başladıktan ne kadar süre sonra bağımlılık gelişeceğini söyleyebilmek için birçok etkenin değerlendirilmesi gerekir. Bunlar; maddenin cinsi, özellikleri, kullanan kişinin fiziksel ve ruhsal yapısı gibi etkenlerdir. Bu nedenle kimin ne zaman bağımlı olacağını önceden bilmek mümkün değildir. Bununla birlikte bazı maddeler tek kullanımla dahi bağımlılığa yol açabilmektedir.
Ağız ve diş sağlığı beslenme ile doğrudan ilişkilidir. Bu sebeple de beslenme düzenini gözden geçirmek; diş ve diş eti hastalıklarının önüne geçilmesini sağlamaktadır. Diş sağlığı açısından zararlı olabilecek besinlerin başında; şekerli gıdalar, asitli gıdalar, dişlere yapışma özelliği olan besinler, sigara tüketimi gibi faktörler diş ve diş eti sağlığını olumsuz etkilemektedir.
Diş sağlığını korumak için önerilen beslenme şekli nedir?
Şekerli, yapışkan, kola gibi asitli besinlerin tüketilmemesi gerekmektedir. Dişlerin fırçalanamadığı durumlarda, elma, havuç gibi dişetlerine masaj yapacak besinler tüketilmelidir. Dişlerin fırçalanmasının mümkün olmadığı durumlarda ağız temiz su ile çalkalanmalıdır. Şekerli besinler tüketildikten sonra peynir gibi çürük önleyici besinler tüketmek gerekmektedir.
Diş çürüklerinin görülme oranı beslenme düzeni yüzünden mi arttı?
Gelişmekte olan ülkelerde diş çürükleri ile karşılaşma riski daha artmıştır. Bunun sebebi ise beslenme alışkanlıklarının değişmesidir. Fast food alışkanlıkları, kahve ve sigara tüketiminin artması, düzensiz beslenme ve stres faktörleri diş çürüklerinin artmasına yol açmaktadır. Bununla beraber hazır gıda endüstrisinin artması ile daha yumuşak ve besin değeri daha düşük gıdaların tüketilmesi de dişlerde çürüklerin artmasına yol açmaktadır. Bisküvi, çikolata, kola ya da diğer abur cubur gıdaların sık sık tüketilmesi, ağız içerisinde bakterilerin daha çabuk çoğalmasına olanak sağlar. Kalsiyum içeren süt ve süt ürünleri tüketiminin de hazır gıda endüstrisi ile azalması; diş etleri hastalıklarının çoğalmasına sebep olmaktadır.
Herkes bağımlı olabilir. Bağımlılık sürecine etki eden çok sayıda faktör vardır. Kişinin genetik yapısı, cinsiyeti, var olan ruhsal hastalıkları, dürtüsellik ve yenilik arama gibi kişilik özellikleri, yaşadığı çevre, kaotik ev ortamı, ailede ebeveynlerin madde kullanımı olması, uygun ebeveyn denetiminin eksikliği, çocukluk çağında olumsuz yaşantılar, arkadaşların etkisi, maddeyi erken yaşta kullanmaya başlamak, maddenin kendisine bağlı özellikler bağımlılığın gelişimini etkiler.
Bir kereden bir şey olmaz diyerek, uyuşturucu madde alımının kontrol edilebileceği, başkaları bağımlı olsa da kişinin kendisinin bağımlı olmayacağı düşüncesi, kendi iradeleri ile bu durumu kontrol altında tutabilecekleri gibi inanışlar bireyin bağımlılık riskini arttırır.
Diş çürüğü çoğunlukla dişin sert dokusu olan mine, onun altındaki dentin ve kimi zamanda kök yüzeyini örten sert dokunun yıkılması olayıdır. Genellikle karbonhidratlı yiyeceklerin(şeker, nişasta vb.) , kola ve benzeri şekerli gazlı içecekler, kek, çikolata vb. özellikle yapışkan gıdaların diş yüzeyinde uzun süre kalmasıyla oluşmaktadır. Ağızda var olan bakteriler bu gıda artıkları ile beslenmekte ve bu mikroorganizmalar yardımıyla asit üretilmektedir. Bir süre sonra bu asidik ortam dişin sert dokularında yıkıma sebep olup diş çürüklerini oluşturmaktadır.
Ağızda bulunan bakterilerden oluşan bakteri plağı, şekerli ve unlu yiyeceklerin ağızda kalan artıklarından asit oluşturabilmektedir. Bu asitler, dişlerin mineral dokusunu çözerek dişin minesinin bozulmasına ve sonuçta da diş çürüğünün başlamasına ve diş hekimlerinin kavite dedikleri oyuklara neden olmaktadırlar.
Kimlerde Daha Çok Çürük Olur?
Şekerli ve unlu yiyeceklerle bakterilerin buluşması sonucunda çürükler oluştuğuna göre herkes için bir tehlike var demektir. Ancak beslenmelerinde karbonhidratlı ve şekerli yiyeceklerin oranı çok yüksek olanlar bir de sularında florür oranı çok düşükse çok daha fazla çürük tehlikesi altındadırlar. Bakteri plağı tarafından oluşturulan asite karşı tükürük doğal bir savunma mekanizması oluştursa da tek başına çürüğü önleyemez. Tükürük akışını ve miktarını azaltan hastalıklar ya da ilaçlar da çürük oluşumunu hızlandırmaktadırlar.
Diş Çürüğü Önlenebilir mi?
Evet.
- Sabah kahvaltısından sonra ve akşam yatmadan önce dişlerin fırçalanması ve her gün diş ipliğinin düzenli kullanılması en etkili yoldur. Yiyecek artıkları en çok dişlerin çiğneme yüzeylerindeki girintilerde ve dişlerin birbirine değdiği ara yüzeylerde biriktiği için, uygun diş fırçası seçilmelidir
- Şekerli yiyecekleri ana öğünlerde tüketmeye çalışmak ve yemek aralarında bir şey yememeye gayret etmek de diğer bir önlemdir.
- Diş hekimi kontrollerinin düzenli aralıklarla yapılması çürüğün erken dönemde yakalanması için en iyi yoldur.
Süt Dişlerinin Önemi:
Ağız içinde bulunan dişler süt ve daimi dişler olarak iki gruptur. Süt dişleri toplamda 20, daimi dişler 32 adettir. Toplumda bazen süt dişleri gereksizmiş gibi yanlış bir kanı oluşmaktadır. Bu yanlış inanışın oluşmasındaki temel neden süt dişlerinin düşüp yerine daimi dişlerin gelecek oluşudur. Oysaki süt dişleri ağızda bulunduğu sürede pek çok görevi de üstlenmektedir. Süt dişlerinin ağızda bulunduğu dönem çocuklukta büyüme ve gelişmenin en aktif olduğu döneme rastlar. Kesme ve öğütme fonksiyonları ile sindirim sisteminin ilk basamağını oluşturan süt dişleri beslenmeyi ve buna bağlı olarak da büyüme ve gelişmeyi etkilerler.Süt dişleri alttan gelen daimi dişlerin dental arktaki yerlerini korurlar. Diğer bir deyişle doğal yer tutucu görevleri vardır.
Süt Dişi Travmaları:Sütdişi travmaları, sıklıkla okul öncesi dönemde özellikle küçük çocukların dengelerini sağlamakta zorluk çekmeleri nedeni ile görülür. Araştırmalar, görülme sıklığının %11 ile %30 arasında değiştiğini göstermektedir. Bu oranlardaki büyük farklılıkların hekime başvurma oranının düşük olmasından kaynaklandığı bildirilmiştir. 1 -3 yaşlarında, fiziksel aktivitenin artması ile doğru orantılı olarak görülme sıklığı artar. Erkek çocukları daha fazla etkilenir. Kalıcı dişlerde travma görülme sıklığının ise %22 oranında olduğu ve 8 -11 yaş arasında sıklıkla görüldüğü saptanmıştır.
Süt Dişi Travma Tedavileri: Olayın oluş zamanı dişin etkilenme miktarını ve tedavi planını etkiler. Olayın nerede olduğu tetanoz profilaksisi açısından önemlidir. Diş travmalarının olası zararlarından korunmak için travma şekli ve büyüklüğü nasıl olursa olsun eğer bilinç kaybı, kanama, denge kayıpları, baş ağrısı, kusma, bulantı, konuşma zorlukları vb. gibi genel sağlık durumu ile ilgili bir problemi yoksa en kısa sürede mutlaka bir diş hekimine, mümkünse bir çocuk diş hekimine başvurulmalıdır.
Süt Dişi Travmalarından Korunmak İçin Neler Yapılmalı: Aileler ve çocuklarla ilgilenen kişilere düşen birinci görev diş travmalarına karşı hazırlıklı olmalarıdır. Bu hazırlık acil durumlarda ne yapılması gerektiğinin bilinmesi ve ulaşılacak hekimin belirlenmesini içermektedir. Ayrıca çocuklara, spor yaparken ağız koruyucu aparey ve kask, arabada kemer ve koltuk, evde ise düşmeyeceği ortamlar sağlanmalıdır. Travma ile diş hekimine başvuru arasında geçen süre, tedavinin başarısını etkileyen birinci nedendir. Eğer diş kırıldıysa ve kırık parça bulunabildiyse, kırık parçayı hemen bir süt içerisine koyarak mümkün olan en kısa sürede (ilk 1 saat içerisinde) diş hekimine başvurmak gerekir
Diş aşınmaları:
Hayat boyunca dişlerimiz pek çok kimyasal ve fiziksel etkenlere maruz kalmaktadır. Bunun neticesinde dişlerde çürük, travma ve aşınmalar meydana gelebilmektedir. Diş aşınmaları abrazyon, atrizyon, abfraksiyon ve erozyondur.
Atrizyon, fonksiyonel veya fonksiyon dışı hareketlerde, arada herhangi bir madde olmadan, dişlerin temasta olduğu bölgelerde, meydana gelen fizyolojik aşınma olarak tanımlanır.
Abrazyon, ağız içerisinde yabancı cisimlerin dişlerle teması sonucu oluşan diş aşınmasıdır.
Abfraksiyon, sentrik dışı okluzal kuvvetlerin kole bölgesinde yarattığı gerilme kuvvetlerinin neden olduğu kama şekilli lezyonlardır.
Erozyon, fiziksel veya mikrobik etki olmaksızın, ağza giren asitlerin diş dokusunda yarattığı kayıp olarak tanımlanmaktadır.
Dişeti Hastalıkları (Periodontal Hastalıklar) :
Periodontal hastalıklar dişeti ve dişleri destekleyen diğer dokuları etkileyen iltihabi hastalıklardır. Erişkinlerde diş kayıplarının %70`inden periodontal hastalıklar sorumludur. Bu hastalıklar erken dönemde teşhis edildiklerinde kolay ve başarılı bir şekilde tedavi edilebilirler.
Periodontal hastalıklar dişeti iltihabı (gingivitis) ile başlar. Yani gingivitis periodontal hastalığın erken dönemidir. Bu dönemde dişetleri kanamalı, kırmızı ve hacim olarak büyümüştür. Erken dönemde çok fazla rahatsızlık vermeyebilir. Tedavi edilmezse hastalık periodontitise ilerleyerek dişeti ve dişleri destekleyen çene kemiğinde geriye dönüşsüz hasar oluşturabilir.
Periodontitis periodontal hastalıkların daha ilerlemiş bir safhasıdır. Dişleri destekleyen diğer dokularla birlikte çene kemiğinde de hasar oluşur. Hastalık ilerledikçe dişler sallanmaya başlar, hatta çekime gidebilir.
Bağımlılık hipertansiyon, şeker hastalığı gibi uzun süreli tedavi gerektirir ve tedaviyi bırakmak tekrarlara neden olabilir. Bu nedenle hayat boyu maddeden uzak durmak, mutlaka tedavi ve destek almak gereklidir.
Flor diş çürüğünü azaltmak konusunda önemli etkinliğe sahip doğal bir elementtir. Topikal (diş macunu, gargara, vernik, jel) ya da sistemik (flor takviyesi, florlu sular ve tuzlar) olarak kullanılabilir. Günümüzde topikal uygulamaların florun koruyucu etkisinden yaralanmak için daha uygun olduğu bilinmektedir. Topikal uygulamalar günde iki kez çocuğun dişlerinin gözetim altında fırçalanmasıyla birleştirildiğinde daha da etkili olmaktadır. Florürlü vernik, etkin miktarda flor içermesi ve yutma riskinin az olması gibi nedenlerden dolayı, günümüzde, çocuklarda en çok kullanılan ve güvenilir olan topikal florür materyalidir. Demineralizasyonu engeller ve diş minesinin yeniden mineralizasyonu sağlar. Böylece diş çürümesinin ilk safhasını önler veya tersine çevirir. Rutin olarak yılda 2 kez uygulanması önerilir. Çürük riski yüksek bireylerde yılda 4 kez uygulanabilir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) diş çürüğünün azaltılabilmesi için flor uygulamalarını önermektedir. Uluslararası güvenilirliği olan Hastalık Kontrol ve Koruma Merkezi (CDC), profesyonel olarak uygulanan florürlü verniklerin, 6 yaşından küçük çocuklarda dahi dental florozis için risk faktörü olduğunu gösteren bilimsel kanıt olmadığını bildirmiştir. Yine, konu hakkında kanıta dayalı çalışmalar incelendiğinde; 3 yaş altında, yüksek dozda sistemik alım olmadıkça florozis riskinin olmadığı görülmektedir.
Amerikan Pediatrik Dişhekimleri Birliği (AAPD-American Academy of Pediatric Dentistry) ve Avrupa Pediatrik Diş hekimleri Birliği (EAPD-European Academy of Paediatric Dentistry) topikal flor uygulamasının diş çürüğünü azaltmakta etkili olduğunu bildirmektedir. İncelenen çok sayıda bilimsel yayında da florürlü vernik uygulaması diş sağlığının korunması için önerilmektedir.
Türk Dişhekimleri Birliği ve Türk Pedodonti Derneği’nin görüşleri de bu yöndedir.
Tüm bu bilimsel veriler ışığında “Koruyucu Ağız ve Diş Sağlığı Bilimsel Danışma Komisyonu” tarafından yapılan değerlendirmede, florürlü vernik uygulamasının, gerek 60 ay ve üzeri çocuklarda yapılması, gerekse az miktarda kullanılan florürlü verniğin, tükürükle temas ettiğinde diş yüzeyinde kısa sürede sertleşmesinden dolayı yutma riskinin az olması ve yılda iki kez lokal olarak yapılan bu uygulama ile sürekli bir sistemik alımın ve dental florozis riskinin söz konusu olmaması nedenleriyle herhangi bir sağlık riski oluşturmayacağı ve güvenle kullanılabileceği sonuçlarına varılmıştır. 60 ay ve üzeri çocuklara uygulanacak florürlü verniğin, çeşme suyundaki flor iyon konsantrasyonunun yüksek olduğu yerlerde dahi güvenle kullanılabileceği değerlendirilmiştir.
Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü “Koruyucu Ağız ve Diş Sağlığı Programı”(KADS) kapsamında, okullarda 60 ayını doldurmuş anasınıfı, ilkokul 1.,2.,3. ve 4. sınıf öğrencilerine her eğitim öğretim yılında yılda iki defa florürlü vernik uygulanmaktadır.
Bağımlılık; bir maddenin ruhsal, fiziksel ya da sosyal sorunlara yol açmasına rağmen, alımına devam edilmesi, bırakma isteğine karşılık bırakılamaması ve maddeyi alma isteğinin durdurulamamasıdır. Bağımlılık kronik bir beyin hastalığıdır.
Daha ayrıntılı tanımlamak gerekirse madde bağımlılığı:
- Olumsuz sonuçlarına karşın madde alımının durdurulamadığı,
- Maddeyi sağlamak-kullanmak, etkilerinden kurtulmak için çok zaman harcandığı,
- Sosyal aktivitelerin bırakılıp, kişiler arası sorunların yaşandığı,
- Bireyin kendisinden beklenen sorumlulukları almasına engel olduğu,
- Fiziksel veya psikolojik problemlere neden olmasına rağmen madde alımının devam ettiği,
- Madde alınmadığında kişilerde yoksunluk belirtilerinin yaşandığı,
- Alınan madde miktarının giderek arttığı bir durumdur.
Diş hekimliği hizmetlerini koruyucu diş hekimliği ve tedavi uygulamaları olarak ikiye ayırabiliriz. Çocuklar için koruyucu diş hekimliği ilk dişin sürmesinden 6 ay sonra başlayan ve ömür boyu devam eden bir süreçtir. Koruyucu diş hekimliği uygulamaları çocuğun ve tüm ailenin ağız ve diş sağlığını korumak için hekim ile anne-babanın işbirliği halinde olmasını gerektiren uygulamalardır.
Çocukluk Döneminde Koruyucu Diş Hekimliği;
- Düzenli diş hekimi kontrolü,
- Diş gelişiminin takip edilmesi,
- Doğru ve düzenli yapılacak diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması,
- Doğru diş ipi kullanma alışkanlığının kazandırılması,
- Çocuğun çürük risk değerlendirilmesinin yapılıp gerekli önemlerin alınması,
- Florit uygulamalarının yapılması,
- Fissür örtücüler,
- Uygun beslenme alışkanlığı kazandırma,
- Spor yaralanmalarından korunmak için ağız koruyucular,
- Kötü alışkanlıkların tespiti ve önlenmesi (parmak-dil emme, tırnak yeme, emzik kullanma vb.),
- Koruyucu ve durdurucu ortodontik tedavi,
Diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması: Bakteriyelplağın uzaklaştırması ile ağızdaki bakteri sayısı %95 oranında azaltılabilir.
Hijyen eğitimi; bireylerin ağız sağlığı konusunda bilgilendirilmesi, doğru hijyen alışkanlıkları konusunda davranışsal olarak eğitilmeleri, düzenli hekim kontrollerine yönlendirilmeleri vb sayılabilir.
Beslenme alışkanlıkları: Çocuklarda beslenme ile ilgili temel yaklaşım; neyi yemeyecekleri değil, neyi yiyebileceklerinin tarifi ile ilgilidir. Öğünler arası şeker tüketiminin engellenmesi, alınan şeker miktarı ve yapışkan şekerlerin azaltılması, içilen su, tüketilen meyve ve sebze miktarının arttırılması gelebilir.
Fissür Örtücüler: Çürüğe hassas, plak birikimine uygun anatomik bölgelerin bir materyal (rezin-cam ionomer vb) ile kapatılması işlemi olarak tanımlanabilir. Derin ve riskli fissür yapıları için önerilen uygulamalardır.
Toplumların gelişmişlik düzeyleri sadece ekonomileri ya da kişi başına düşen gelir düzeyi ile değil, eğitim ve sağlık ölçütleri de göz önünde tutularak değerlendirilmektedir. Ağız ve diş sağlığı, bireyin vücut sağlığını doğrudan etkileyen bir faktördür. Öncelik tanınan sağlık sorunları ile beraber vücut sağlığının bir parçası olan ağız ve diş sağlığı korunmadığında birçok hastalığı beraberinde getirmektedir. Tüm sağlık konularında olduğu gibi ağız ve diş sağlığı ile ilgili hastalıklarda da tedaviden çok koruyucu önlemlere ağırlık verilmesi genel kabul görmektedir. Diş çürüğü ve diş eti hastalıkları hayat boyu maruz kalınabilen hastalıklar olduğu için koruyucu yöntemlerin de hayat boyu devam etmesi gerekmektedir. Koruyucu yöntemlerin etkin bir şekilde uygulanması ile diş çürüğü ve diş eti hastalıklarının azaltılması mümkün olmaktadır.
Diş hekimliği hizmetlerini koruyucu diş hekimliği ve tedavi uygulamaları olarak ikiye ayırabiliriz. Çocuklar için koruyucu diş hekimliği ilk dişin sürmesinden 6 ay sonra başlayan ve ömür boyu devam eden bir süreçtir. Koruyucu diş hekimliği uygulamaları çocuğun ve tüm ailenin ağız ve diş sağlığını korumak için hekim ile anne-babanın işbirliği halinde olmasını gerektiren uygulamalardır.
Ülkemiz sağlık hizmetlerinin gelişimi ve organizasyonunda, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin bireylere ulaştırılması yönündeki çalışmalar Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar uzanan gelişim sürecinde hız kazanmıştır. Cumhuriyetin ilan edilmesinin ilk yıllarında itibaren ülkemizdeki bugünkü sağlık teşkilatlandırması ve sağlık hizmetlerinin temeli atılmıştır.
Cumhuriyet döneminde bir yandan tedavi hizmet ağını genişletmek istenirken öteki yandan da koruyucu sağlık hizmetlerinde büyük bir atağa geçilmiştir. Cumhuriyet’in ilanı sonrası Dr. Refik Saydam ülkemizde sağlık hizmetlerinin kuruluşunda ve gelişmesinde büyük katkılar sağlamıştir. Umumi Hıfzısıhha Kanunu (1930)’nda yer alan sağlık politikaları sağlık hizmetlerinin planlanması ve programlanması, koruyucu ve tedavi edici hekimliğin yürütülmesi, bulaşıcı hastalıkların önlenmesi, tıp fakültelerine ilginin arttırılması yönelik ilkeler mevcut olup bu ilkeler ışığında sağlık hizmetleri, “geniş bölgede tek amaçlı”/ “dikey örgütleme” modeli ile yürütülmüştür. Nüfusun çok olduğu yerlerden başlayarak muayene ve tedavi evleri açılmış, koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan hekimler desteklenmiş günümüz sağlıkta dönüşüm programının temelleri daha o zamanlar da atılmıştır.
Sağlıkta Dönüşüm Programı, temel sağlık hizmetlerinin kurumsal konumunu diğer hizmet düzeyleri üzerinde yetki ve kontrol sahibi olacak bir yapıya kavuşturmayı hedeflemektedir. Bireylerin ve sağlık çalışanlarının durumlarını iyileştirmek bu konuda yapılacak yeniliklerin hareket noktasını oluşturmaktadır. Sağlıkta dönüşüm programının en belirgin özelliği bireylerin sağlıklı hayat programlarına erişiminin sağlanması, anne-bebek ölümlerinin azaltılması, bulaşıcı hastalıklarla ve kronik hastalıkların risk faktörleriyle mücadele etmeyi öncelemek bireylerin kendi sağlık durumlarını kontrol edebilme yetilerini geliştirmek ve koruyucu hekimlik yaklaşımını sağlığın merkezine tamamen yerleştirmektir.
Sağlıkta dönüşüm programının temel amaçları arasında olan bu uygulamanın, halkımızın sağlık düzeyinin yükseltilmesi, kaynaklarımızı uygun şekilde kullanarak daha fazla hizmetin sağlanması ve hakkaniyet ilkesi ışığında bütün bireylerin sağlık hizmetlerine ihtiyaçları ölçüsünde ulaşmalarının gerek kır-kent ve gerekse doğu-batı arasında sağlık hizmetlerine erişim ve sağlık göstergeleri ile ilgili farklılıkların azaltılması yer almaktadır. Bu amaçlara ulaşmak için birinci basamak sağlık hizmetlerinin çağdaş bir yaklaşımla yeniden düzenlenip yaygınlaştırılması ve tüm toplum bireyleri tarafından tercih edilebilir şekilde sunulması sağlanmaktadır. Herkesin kendi seçebileceği, kolayca erişebileceği, herhangi bir engelle karşılaşmasızın danışabileceği, başvurabileceği bir aile hekiminin olması bu yaklaşımın ana unsurlarının başında gelir. Prof. Dr. Nusret Fişek’in ifadeleriyle: “ Kişiye yönelik koruyucu hekimlik hizmetleri ile ayakta ve evde hasta tedavisi hizmetlerinin entegre yürütülmelidir” Entegre sağlık modeli, çağdaş aile hekimliğidir.
Çağdaş aile hekimliği ile ülkemizde sağlık hizmetlerinin tüm bireylere coğrafi açıdan dengeli şekilde ulaştırılabilmesi, birinci basamak sağlık hizmetlerinin toplumun katılımını sağlayacak şekilde bireylerin yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde koruyucu, tanı koyucu tedavi ve rehabilite edici yönleriyle sunmak temel hedefimizdir. Sağlık hizmeti sunumunda, birinci basamak sağlık hizmetlerinin sürekli eğitimle geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, çalışan hekimler ile diğer sağlık elemanlarının özendirilmesi, birey ihtiyaçlarının göz önünde bulundurularak koruyucu sağlık sistemine ağırlık verilmesi ve kabul edilebilir sevk sisteminin uygulanması ana ilkelerdir. Bu ilkeler ikinci basamakta yığılmayı engelleyecek, ikinci basamakta tedavi edilesi gereken hastalara yeterince zaman ayrılmasını sağlayacaktır. Aile hekimliğinin multidisipliner bir sağlık yaklaşımı olduğu düşünülürse bütüncül bir sağlık hizmeti yaklaşımını öngörür. Güvene dayalı iletişim kurar, sorunları fiziksel, psikolojik ve sosyal yönleriyle ele alır. Birey merkezli olmasının yanında bütünleştiricilik, süreklilik, aile ve topluma yönelik olma özellikleri nedeniyle aile hekimliği uygulamasının önemli bir yapı taşıdır. Gittikçe artan orandaki yaşlı nüfusun temel sağlık hizmeti gereksinimleri, onları tanıyan ve kolay ulaşabilecekleri aile hekimleri vasıtasıyla çok daha etkili olarak karşılanabilecektir.
Birinci basamak sağlık hizmetlerinin etkili bir şekilde verilebilmesi, toplumun hastalık yükünün azaltılmasının yanı sıra ikinci ve üçüncü basamak tedavi kuruluşlarımızın da daha iyi ve kaliteli sağlık hizmeti ve sağlık eğitimi vermelerine fırsat tanıyacaktır.
Dünya Sağlık Örgütü, 2010 yılına kadar insanların aile ve topluma dayalı temel sağlık hizmetlerine daha iyi ulaşılabilmesini, Alma Ata kongresinde de alınan kararın devamı olarak 21. yüzyılda “Herkes için Sağlık”anlayışını hedefleri arasında saymaktadır. Bu hedefi gerçekleştirmeyi amaçlayan Sağlıkta Dönüşüm Programı, aileye dayalı temel sağlık hizmetlerini gerekli eğitim ve beceri ile donanmış sağlık ekipleriyle, entegre bir şekilde sunmayı öngörmektedir. Dünyanın pek çok ülkesinde aile hekimliği başarıyla uygulanmış olup ülkemizdeki aile hekimliği uygulama çalışmaları desteklenmektedir.
Ülkemizde 5258 sayılı Aile Hekimliği pilot uygulaması hakkında kanun 24.11.2004 tarih ve 25650 sayılı Resmi Gazete’de, ardından sırasıyla Aile Hekimliği pilot uygulaması hakkında yönetmelik 06.07.2005 tarih ve 25867 sayılı ve Aile Hekimliği pilot uygulaması kapsamında Sağlık Bakanlığı’nca çalıştırılan personele yapılacak ödemeler ve sözleşme şartları hakkında yönetmelik 12.08.2005 tarih ve 25904 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Bu kapsamda 15.09.2005 tarihinde Aile Hekimliği Pilot Uygulamasına Düzce ilimizde geçilmiştir. Halen 81 ilimizde birinci basamakta Aile hekimliği modeli uygulanmaktadır. Aile Hekimliği uygulama yönetmeliği 25.05.2010 tarih ve 27591 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve bu yönetmelik 06.07.2005 tarih ve 25867 sayılı Aile Hekimliği pilot uygulaması hakkında yönetmeliği yürürlükten kaldırmıştır. 2010 yılı sonunda tüm illerimizde Aile Hekimliği uygulamasına geçilmiştir.
"30.12.2010 tarihli ve 27801 sayılı Resmi Gazetede Aile Hekimliği Uygulaması Kapsamında Sağlık Bakanlığı'nca Çalıştırılan Personele Yapılacak Ödemeler ve Sözleşme Şartları Hakkında yönetmelik yayımlanmıştır. Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun 02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “11.10.2011tarihli ve 663 sayılı KHK” ile Aile Hekimliği Kanunu olarak ismi ve içeriğinde değişiklik yapılmıştır. Aile hekimliği uygulamasına geçen illerimizdeki hasta-hekim ilişkilerindeki memnuniyet ve başarılı çalışmalar devam etmektedir.
Gebelik ve doğum kadınların yaşam döngüsünün parçasıdır. Eğer gebeler bu dönemde yaşayabilecekleri stres etkenleri ile yeterli düzeyde baş edemezse gebelik, bir takım ruh sağlığı sorunlarının ortaya çıkması açısından kaçınılmaz bir dönem olarak ifade edilebilir. Hemen hemen tüm kadınlarda hamilelik sırasında ve doğumdan sonraki ilk yıl içinde ruhsal bozukluk görülebilir; ancak yoksulluk, göç, aşırı stres, şiddete maruz kalma, doğal afetler ve sosyal desteğin düşüklüğü gibi faktörler varlığında risk artmaktadır. Bahsedilen ruhsal bozukluklar anksiyete bozukluğu, depresyon, yeme bozukluğu olabileceği gibi; psikoz, bipolar afektif bozukluk gibi ciddi ruhsal bozukluklar da gebelikte görülebilir. Önceden var olan psikolojik rahatsızlıklar, özellikle istenmeyen bir gebelikle birleştirildiğinde madde kötüye kullanımı ve hatta intihar girişimleri ortaya çıkabilmektedir.
Gebelikte meydana gelen ruhsal bozuklukların daha çok 2. trimesterde ortaya çıktığı gözlenmiştir. Yorgunluk, uykusuzluk gibi bedensel yakınmalar sağlık profesyonellerince dahi anne olmakla ve gebelikle ilgili hormonal ve fiziksel değişikliklerle ilişkilendirilebildiğinden, mevcut ruhsal tablo gözden kaçabilmektedir. Gebe kadınların normalde kendi ihtiyaçlarını yeterince giderme olasılığı topluma göre daha düşüktür. Bu duruma ruhsal bozukluk varlığı eklenince doğum öncesi veya doğum sonrası yardım arama veya öngörülen sağlık rejimlerine uyma olasılığı da düşmektedir. Gebelik döneminde görülen ruhsal bozukluklar, işlevsellik kaybına ve yaşam kalitesinin bozulmasına neden olabilmekte ve bu durum hem aile içi hem de toplumsal çatışmalara sebep olabilmektedir. Kadınların bebeklerine bakma yeteneği tehlikeye düşerse, bebeğin hayatta kalması ve gelişimi tehlikeye gireceğinden ve ayrıca çocukların fiziksel, bilişsel, sosyal, davranışsal ve duygusal gelişimini de olumsuz yönde etkilenebileceğinden bu dönemdeki kadınların kliniği değerlendirirken özenli davranılmalıdır. Rutin doğum öncesi ve doğum sonrası randevular, sağlık profesyonellerinin kadınların duygusal iyilik hallerinin değerlendirebilmesi ve potansiyel ruh sağlığı sorunlarını tanıyabilmesi için fırsat oluşturmaktadır.
Kaynaklar:
- Antenatal and postnatal mental health: clinical management and service guidance (2014 updated 2018) NICE guideline CG192
- Millennium Development Goal 5 – Improving Maternal Mental Health - WHO 2008
- Copoglu U.S.., Kokacya M.H., Demircan C., Gebelik ve Laktasyon Döneminde Ruhsal Bozukluklar ve Tedavisi, Mustafa Kemal Üniv Tıp Derg 2015; 6(24): 43-53
- Ozdamar O., Yılmaz O., Beyca H.H., Gebeli̇k ve Postpartum Dönemde Sık Görülen Ruhsal Bozukluklar, Zeynep Kamil Tıp Bülteni 2014;45:71-7
Aile hekimi, aile bireylerinin ikametlerine yakın olup hizmet verdiği toplumu her yönüyle tanır; aile, çevre ve iş ilişkilerini değerlendirir. Ailenin bütün bireylerinin sağlık durumlarını, yaşama koşullarını, dolayısıyla koruyucu sağlık uygulamalarının ve sağlık eğitimlerini bireylere nasıl uygulanacağını en iyi bilen kişidir.
Bu doktorlar kendi sorumluluğu altındaki bireyleri bir hastalık çerçevesinde değil, bütüncül bir yaklaşımla riskler, sağlık koşulları, psikososyal çevre ve mevcut diğer akut veya kronik sağlık sorunları ile birlikte bir bütün olarak değerlendirir. Sağlık hizmeti sınumunda, hizmetten yararlanan bireylerin memnuniyeti önemlidir. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin sürekli eğitimle geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, çalışan hekimler ile diğer sağlık elemanlarının özendirilmesi, birey ihtiyaçlarının göz önünde bulundurularak koruyucu sağlık sistemine ağırlık verilmesi ve kabul edilebilir sevk sisteminin uygulanması ana ilkelerdir. Bu ilkelerin hayata geçirilmesi ikinci basamakta yığılmayı engelleyecek ve gerçekten ikinci basamakta tedavi edilmesi gereken hastalara yeterince zaman ayrılmasını sağlayacaktır. Birinci basamak hizmetlerinin etkili bir şekilde verilebilmesi, toplumun hastalık yükünün azaltılmasının yanı sıra, ikinci ve üçüncü basamak tedavi kuruluşlarımızın da daha iyi ve kaliteli sağlık hizmeti ve sağlık eğitimi vermelerine fırsat tanıyacaktır.
Okul Çağı Çocuğu Kimdir?
Okul çağı çocuğu denildiği zaman 6-12 yaş arası çocuk grubu akla gelmektedir. Ancak değişen yaşam şartları ile çocukların anaokulu ve okulla başlama yaşları daha erken dönemlere de denk gelebilmektedir.
Okul Çağı Çocukluk Dönemi Özellikleri Nelerdir?
Ev yaşamından dış dünyaya, okul ortamına geçişin yaşandığı bu dönemde çocuklar fiziksel, ruhsal ve sosyal anlamda değişim ve gelişim göstermekte ve okul öncesi dönemden farklı gereksinimlere ihtiyaç duymaktadırlar. Ailenin etkisi sürmekle beraber artık öğretmen, arkadaş gibi diğer kişiler de çocuğun gelişiminde önemli etkilere sahip olmaktadırlar. Okuma yazmanın öğrenilmesi, akran etkisi, bedensel değişim, cinsiyet farkındalığı, grup oyunları, bireysel gelişim bu dönemin önde gelen başlıca özelliklerindendir.
Okul Çağı Çocuğu Olan Ebeveynleri Ne Bekler?
Haber almanın kolaylaştığı ancak bilgi kirliliğinin de bir o kadar çoğaldığı günümüzde okul çağı çocuklarının olası gelişimsel süreçlerini sağlıklı/sağlıksız olarak nitelendirilen özelliklere dikkat etmek gerekmektedir. Gerek kreş dönemi gerekse okul başlangıç dönemine özgü sorunlarla karşılaşan ebeveynler çoğunlukla sağlıksız bilgi kaynaklarından dolayı ya ciddi düzeyde sıkıntı yaşamakta ya da çözüm yollarını uygunsuz yerlerde aramaktadırlar. Bazen de yardım alınması gereken noktalarda yardım aramaktan kaçınmakta, durumu görmemezlikten gelmektedir. Her iki yaklaşımın da çocuklara zarar vereceği kaçınılmazdır. Yine günümüz vazgeçilmezi olan sosyal medya ile kendi çocuklarının kişisel özelliklerini, aile yapısını gözetmeksizin standart bir büyüme, gelişme ve davranım özelliği beklemekte, sürekli akran kıyasına gitmekte ve yine masum olabilecek farklı şekilde gelişen gelişim basamaklarını birer hastalık belirtisi olarak yorumlamaktadır. Öncelikle her çocuğu kendi özelinde değerlendirmek, akranları ile kıyaslamamak, bazı gelişimsel özellikleri noktasında farklılık gösterebileceğini bilerek baskıda bulunmamak önemli olacaktır.
Okul Çağı Çocuğu İçin Ebeveynler Ne Yapmalı?
Temel yaşam hakkı olan beslenme, sağlık ve eğitim hakları hiçbir mazeret göstermeksizin özenle karşılanmalıdır. Koşulsuz sevildiklerini bilmeye ihtiyaç duydukları bu özel dönemde ebeveynleri tarafından sevilmeli, sevildikleri kendilerine hissettirilmelidir. Yine en güvendikleri, kendilerini korkmadan ifade edebilecekleri temel alanın ev ortamı olmasına çalışılmalıdır. Fikirlerine saygı duyulmalı, sadece okul başarıları değil yaşamları ile ilgili sorular sorulmalı, anlattıkları dinlenilmeli, anlattıkları ile kesinlikle dalga geçilmemeli, küçümsenmemelidir. Sordukları sorular özenle cevaplanmalı, merak duyguları köreltilmemeli, çocuklar kandırılmamalı ve geçiştirilmemelidirler. Dönemlerine uygun olacak şekilde sorumluluk verilmeli, aile içerisinde değerli hissetmelerine yardımcı olunmalıdır. Ancak sorumluluk verme noktasında kaldıramayacakları yükler de omuzlarına yüklenmemelidir. Spor ya da müzik gibi hobi alanlarında kendi seçimleri ile seçecekleri, ebeveynlerin dayatması olmayan bir alan varsa imkanlar dahilinde bu yetenekleri desteklenmelidir. Ne olursa olsun henüz çocuk oldukları, fiziksel ve duygusal açıdan bir erişkin yeterliliğine sahip olmadıkları her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuklara karşı sabırlı olunmalı, varsa bir sorun, buna yönelik ilgili ve yetkili kişilerden yardım alınmasından çekinilmemelidir. Ve çocuk yetiştirirken en önemlisi sadece söylemlerle değil davranışsal anlamda çocuklara örnek olmaya çalışılmalıdır.
Aile hekimi ile birlikte hizmet veren, sözleşmeli çalıştırılan veya Bakanlıkça görevlendirilen hemşire, ebe, sağlık memuruna denir.
Aile Sağlığı Elemanının Görevleri
- Aile hekimi ile birlikte ekip anlayışı içinde kişiye yönelik koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini sunmak ve görevinin gerektirdiği hizmetler ile ilgili sağlık kayıt ve istatistiklerini tutmakla yükümlüdür.
- Kişilerin yaşamsal bulgularını ölçer ve kaydeder,
- Aile hekiminin gözetiminde, talimatı verilen ilaçları uygular,
- Yara bakım hizmetlerini yürütür,
- Tıbbi alet, malzeme ve cihazların hizmete hazır bulundurulmasını sağlar,
- Poliklinik hizmetlerine yardımcı olur, tıbbi sekreter bulunmadığı hallerde sevk edilen hastaların sevk edildiği kurumla koordinasyonunu sağlar,
- Gereken tetkikler için numune alır, eğitimini aldığı basit laboratuvar tetkiklerini yapar veya aldığı numunelerin ilgili laboratuvar tarafından teslim alınmasını sağlar,
- Gezici ve yerinde sağlık hizmetleri, sağlığı geliştirici ve koruyucu hizmetler ile ana çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerini verir, evde bakım hizmetlerinin verilmesinde aile hekimine yardımcı olur,
- Bakanlıkça belirlenen hizmet içi eğitimlere katılır,
- Sağlık hizmetlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak görev, yetki ve sorumlulukları kapsamında aile hekiminin verdiği diğer görevleri yerine getirir.
Kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkilere ruhsal travma diyoruz. İnsan hayatında sıkıntı ve üzüntü yaratan pek çok olay olur, ancak bunların tümü ruhsal travma ortaya çıkarmaz. Savaşlar, patlamalar, doğal afetler (deprem, sel, yangın gibi), işkence, tecavüz, kazalar, şiddet olayları ruhsal travmaya neden olabilir.
Yaşanılan bir olayın ''ruhsal travma'' olarak adlandırılabilmesi için;
- Kişinin gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma, kendisi veya başkasının fizik bütünlüğüne karşı bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiş olması,
- Bu olay karşısında aşırı korku, dehşete düşme, çaresizlik tepkileri gibi vermiş olması gerekir.
Her travmatik olayın etkisi de, kişiler için aynı değildir. Travmaya yüklenen anlam, kişinin geçmiş yaşantıları, stresle başa çıkma kapasitesi, sosyal desteği ve genetik yapısı da travma üzerine belirleyici faktörlerdir.
Travma çok çeşitli psikiyatrik belirti ve hastalıklara yol açabilir. Akut Stres Tepkisi, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), Travmatik Yas, Depresyon, Alkol-Madde Kullanım Bozuklukları, Anksiyete ve Duygudurum Bozuklukları, Psikotik bozukluklar gibi tablolar travmadan sonra ortaya çıkabilir.
Travma Sonrası Stres Hastalığı Belirtileri:
1- Yeniden Yaşama Belirtileri:
Bu grupta yer alan belirtiler; kişinin travmatik olayı elinde olmadan tekrar tekrar anımsaması, olayla ilgili kabuslar görmesi, bazen olayı yeniden yaşıyor gibi hissetmesi, olayı hatırlatan durumlarla karşılaştığında yoğun psikolojik sıkıntı duyması ve/veya fiziksel tepkiler yaşamasıdır.
2- Kaçınma-Küntleşme Belirtileri:
Kişi olayı hatırlatan yer, durum, konuşma, hatta duygu ve düşüncelerden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışır. Olayı hatırlamak büyük bir sıkıntı, acı ve korku hissine yol açtığı için kişi olayı hatırlatan yerlere gitmez, bu konulardan bahsetmez veya konuşulan yerlerden uzak durur.
3- Artmış Uyarılmışlık Belirtileri:
Bu grupta yer alan belirtiler; kişinin uykuya dalmada ya da uykuyu sürdürmede güçlük çekmesi, çabuk sinirlenme hali ve öfke patlamaları yaşaması, kendini sürekli tetikte hissetmesi, aşırı irkilme tepkileri vermesi, yoğunlaşma ve dikkat güçlükleri yaşamasıdır. Çoğu travmayı yaşamış kişiler uyku probleminden şikâyet ederler. Akşamları uykuya dalmakta zorluk çekerler ve geceleri sürekli ter içerisinde ve şiddetli kalp çarpıntısıyla uyanırlar. Sabahları kendilerini yorgun hissederler, bitkindirler ve konsantre olmakta güçlük çekerler. Ayrıca çoğu kişi travma öncesinden çok daha çabuk uyarıldıklarını ve genellikle küçük şeyler nedeniyle bile öfke patlamaları yaşadıklarını bildiriyorlar
Tedaviler
Travma sonrası stres hastalığının tedavisinde hem ilaçların hem de psikolojik tedavilerin etkili olduğu gösterilmiştir. Travmatik olaydan herkesin aynı oranda etkilenmediği açıktır. Travmayla ilgili az sayıda ruhsal belirtisi olsa da hayatı çok fazla etkilenmemiş birçok insan vardır. Bazı kişiler için ise travmatik stres belirtileri iş ve sosyal hayatı çok ciddi biçimde engelliyor olabilir. Bu nedenle travmanın etkilerinin giderilmesi için herkesin ihtiyacına göre farklı tedavi yaklaşımları planlanmalıdır:
Ruhsal travmanın etkileri tedavi edilebilir durumlardır. Yardım aramaktan kaçınmamak ise tedavinin ilk basamağıdır.
Lütfen kendinizde veya yakınlarınızda travma ile ilgili ruhsal sorunlar gözlüyor iseniz, bu konuda danışmanlık ve bilgi alabileceğiniz merkezlere başvurunuz.
Bireylerin ve aile fertlerinin ikamet yerlerinin yakınlarında ya da kolaylıkla ulaşabilecekleri bir yerde bulunan, ilk başvuracakları, kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini, yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın, her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti veren ve tam gün esasına göre çalışan aile hekimliği uzmanı veya Bakanlığın öngördüğü eğitimleri alan uzman tabip veya tabipleridir.
Aile hekiminin görevleri:
- Kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak tanı, tedavi, rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetlerini vermek,
- Aile hekimi, kendisine kayıtlı kişileri bir bütün olarak ele alıp, kişiye yönelik koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini sunmak,
- Sağlıkla ilgili olarak kayıtlı kişilere rehberlik yapar, sağlığı geliştirici ve koruyucu hizmetler ile ana çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerini vermek,
- Kendisine kayıtlı kişilerin ilk değerlendirmesini yapmak için altı ay içinde ev ziyaretinde bulunup veya kişiler ile iletişime geçmek,
- Kayıtlı kişilerin yaş, cinsiyet ve hastalık gruplarına yönelik izlem ve taramaları (kanser, kronik hastalıklar, gebe, loğusa, yenidoğan, bebek, çocuk sağlığı, adölesan, erişkin, yaşlı sağlığı ve benzeri) yapmak,
- Periyodik sağlık muayenesi yapmak,
- Tetkik hizmetlerinin verilmesini sağlamak ya da bu hizmetleri vermek,
- Kendisine kayıtlı kişileri yılda en az bir defa değerlendirerek sağlık kayıtlarını güncellemek.
- Evde takibi zorunlu olan özürlü, yaşlı, yatalak ve benzeri durumdaki kendisine kayıtlı kişilere evde veya gezici/yerinde sağlık hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak tanı, tedavi, rehabilitasyon ve danışmanlık hizmetlerini vermek,
- Aile sağlığı merkezi şartlarında tanı veya tedavisi yapılamayan hastaları sevk etmek, sevk edilen hastaların geri bildirimi yapılan muayene, tetkik, tanı, tedavi ve yatış bilgilerini değerlendirmek, ikinci ve üçüncü basamak tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri ile evde bakım hizmetlerinin koordinasyonunu sağlamak,
- Gerektiğinde hastayı gözlem altına alarak tetkik ve tedavisini yapmak,
- Entegre sağlık hizmetinin sunulduğu merkezlerde gerektiğinde hastayı gözlem amaçlı yatırarak tetkik ve tedavisini yapar,
- Aile sağlığı merkezini yönetmek, birlikte çalıştığı ekibi denetlemek ve hizmet içi eğitimlerini sağlamak
- İlgili mevzuatta birinci basamak sağlık kuruluşları ve resmi tabiplerce kişiye yönelik düzenlenmesi öngörülen her türlü sağlık raporu, sevk evrakı, reçete ve sair belgeleri düzenlemektir.
TRSM’ler, kendisine bağlanmış coğrafi bölgedeki ağır ruhsal rahatsızlığı olan hastaların (özellikle şizofreni hastaların) ve ailelerin bilgilendirildiği, hastanın ayaktan tedavisinin yapıldığı ve takip edildiği; rehabilitasyon, psikoeğitim, iş-uğraş terapisi, grup veya bireysel terapi gibi yöntemlerin kullanılarak hastanın toplum içinde yaşama becerilerinin artırılmasını hedefleyen, psikiyatri klinikleri ile ilişki içinde çalışan ve gerektiğinde mobilize ekiplerle hastanın yaşadığı yerde takibini yapan birimler olarak planlanmıştır. Bu sayede TRSM’ler ağır ruhsal bozukluğu olan hastalar için verilen hizmetin ana düzenleyicisi ve kontrol merkezi olmaktadır. Merkezin ekibi ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, hemşire, iş uğraşı terapisti yada usta öğretici, tıbbi sekreter, idari ve teknik personel, şoför, temizlik elemanı ve güvenlik görevlisinden oluşmaktadır.
Ülkemizde 78 ilde 163 TRSM aktif olarak hizmet vermekte olup, hedefimiz 236 TRSM’ye ulaşmaktır.
Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri (TRSM) İletişim Bilgileri
NO |
İL |
TRSM ADI |
ADRES |
TELEFON |
1. |
ADANA |
ÇUKUROVA TRSM |
BELEDİYEEVLERİ MAH. TURGUT ÖZAL BUL.NO:230 ÇUKUROVA/ADANA |
03222480026 05532672720 |
ADANA |
SEYHAN TRSM |
YENİBARAJ HACI ÖMER SABANCI CAD. SEYHAN/ADANA |
03223215752/1615 |
|
ADANA |
SARIÇAM TRSM |
GÜLTEPE MAH.636 SOK. (ÖMER KANAT BİLEN İLKOKULU YANI) SARIÇAM/ADANA |
03223413430 |
|
ADANA |
KOZAN TRSM |
KARACAOĞLAN MAH. TURGUR ÖZAL BUL. NO:151 KOZAN/ADANA |
05495162025 |
|
ADANA |
MEYDAN TRSM |
MEYDAN, KIBRIS CD. 5/A, 01070 SEYHAN/ADANA |
(0322) 433 32 73 |
|
ADIYAMAN |
ADIYAMAN TRSM |
ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 82. YIL EK 1 HİZMET BİNASI MERKEZ ADIYAMAN |
04162161015/3142 |
|
AFYON KARAHİSAR |
AFYONKARAHİSAR TRSM |
ALİ ÇETİNKAYA MAH. ATATÜRK CAD. NO:12 MERKEZ/AFYONKARAHİSAR |
02722133960 |
|
AĞRI |
DOĞUBAYAZIT TRSM |
AĞRI YOLU ÜZERİ 4.KM YILANLI KÖYÜ DOĞUBAYAZIT/AĞRI |
04723126047 |
|
AĞRI |
MERKEZ TRSM |
AĞRI DEVLET HASTANESİ KARAKÖSE EK HİZMET BİNASI GİRİŞ KAT |
05468774821 |
|
AĞRI |
PATNOS TRSM |
BİTLİS BULVARI 04500 YALÇINKAYA KÖYÜ/PATNOS/AĞRI |
04726161556/1863 |
|
AKSARAY |
AKSARAY TRSM |
AKSARAY DEVLET HASTANESİ TOPLUM RUH SAĞLIĞI MERKEZİ , ZAFER MAHALLESİ , NEVŞEHİR CADDESİ AKSARAY/MERKEZ |
03822129100 |
|
AMASYA |
AMASYA TRSM |
BAHÇELER İÇİ MAH.YENİÇERİ CAD.NO:36 AMASYA |
03582184002 |
|
ANKARA |
KEÇİÖREN TRSM |
GENERAL TEVFİK SAĞLAM CD. ESERTEPE MAH. ŞEHİT VELİ KARA SK. NO:13 KEÇİÖREN |
03123230077 |
|
ANKARA |
ETİMESGUT TRSM |
İSTASYON MAH.ALAN SK.25/A ETİMESGUT | 03122433318 | |
ANKARA |
DIŞKAPI TRSM | İRFAN BAŞTUĞ CD. KAVACIK SUBAYEVLERİ MAH.97/A KEÇİÖREN | 03123186610 | |
ANKARA |
SİNCAN TRSM |
GOP MAH.ŞEHİT ADEM PAMUKÇU SK.NO:18 SİNCAN | 03122737871 | |
ANKARA |
ANDİÇEN TRSM |
MAHMUT ESAT BOZKURT CD.AHMET ANDİÇEN KANSER ARAŞTIRMA TANI TEDAVİ MERKEZİ 06420 ÇANKAYA | 03124340990/91/6313 | |
ANKARA |
BAHÇELİEVLER TRSM |
AZERBEYCAN CD.NO:43 BAHÇELİEVLER ÇANKAYA | 03122125988 | |
ANKARA |
NUMUNE TRSM |
GAYRET MAHALLESİ AŞIK ÇELEBİ SOKAK NO:7 YENİMAHALLE /ANKARA | 03123431120
03123431100 03123431110 |
|
ANKARA |
YENİMAHALLE TRSM |
YENİBATI MAH.YENİBATI VİLLALARI 2407.SOK NO:3 BATIKENT YENİMAHALLE |
03125872460 |
|
ANTALYA |
AŞIR AKSU TRSM |
BURDUR YOLU ÜZERİ KEPEZ/ANTALYA |
02422510788 |
|
ANTALYA |
ANTALYA ATATÜRK DEV. HST. TRSM |
ÜÇGEN MAH. ANAFARTALAR CAD. 07040 MURATPAŞA/ANTALYA |
02423454550 |
|
ANTALYA |
ALANYA TRSM |
KIZLARPINARI MAH. 1515 SOK. NO:5 ALANYA/ANTALYA |
02425134843 |
|
ANTALYA |
MANAVGAT TRSM |
OTOGAR MEVKİ SORGUN MAH. KEMER CAD. NO:21 MANAVGAT/ANTALYA |
02427424464 |
|
ANTALYA |
KUMLUCA TRSM |
KUM MAH. MEZARLIKLI KUM SOK. NO:29-1 KUMLUCA/ANTALYA |
02428871480/265 |
|
ARDAHAN |
ARDAHAN TRSM |
İNÖNÜ MAH. SU GÖZE MEVKİİ GÖLE YOLU ÜZERİ,ARDAHAN DEVLET HASTANESİ ZEMİN KATI, ARDAHAN/MERKEZ |
04782113044/10-23 |
|
ARTVİN |
ARTVİN TRSM |
YENİ MAHALLE DEVLET LOJ. KAT:1/NO:1 ARTVİN MERKEZ |
04662125077 |
|
AYDIN |
AYDIN TRSM |
HASAN EFENDİ MAHALLESİ KIZILAY CAD. NO:13(AYDIN DEVLET HASTANESİ EK BİNASI) EFELER/AYDIN |
0256 213 90 00/2018/2015 |
|
AYDIN |
NAZİLLİ TRSM |
CUMHURİYET MAH. 228 SOKAK NO:2(DENİZLİ KARAYOLU ÜZERİ ESKİ SSK HASTANESİ BAHÇESİ)NAZİLLİ/AYDIN |
02563134902 |
|
AYDIN |
SÖKE TRSM |
KONAK MAH. BAYGÜR SOKAK( ESKİ DİŞ HASTANESİ) 09200 SÖKE/AYDIN |
02565184166 |
|
AYDIN |
KUŞADASI TRSM |
Türkmen mah. Bayraklı Dede Mevkii Hülya Koçyiğit Blv- Kuşadası / Aydın |
0-256-618 24 14 |
|
BALIKESİR |
BALIKESİR TRSM |
TURGUT SOLAK EK HİZMET BİNASI DUMLUPINAR MH.KOCA OKUL SK.NO.28/9 KARESİ/BALIKESİR |
02662396000 |
|
BALIKESİR |
BANDIRMA TRSM |
SUNULLAH MH.LALELİK MEVKİ DİŞ HASTANESİ YANI ESKİ SSK HASTANESİ BANDIRMA/BALIKESİR |
02667381403 |
|
BALIKESİR |
ATATÜRK ŞEHİR HASTANESİ TRSM |
DUMLUPINAR, KOCA OKUL SK. 28-10, 10010 BALIKESİR MERKEZ/BALIKESİR |
0266 460 40 00 |
|
BARTIN |
BARTIN TRSM |
TUNA MAHALLESİ TÜRBE YOLU ÇIKMAZ SOKAK NO:14 (TUNA ASM YANI) MERKEZ/BARTIN |
03782283645 |
|
BATMAN |
BATMAN TRSM |
ÜLTEPE MAH. DEMOKRASİ BULVARI ESKİ DEVLET HAS. BAHÇESİ NO :1 MERKEZ/BATMAN |
04882211328 |
|
BAYBURT |
BAYBURT TRSM |
ŞİNGAH MAHALLESİ, İBNİ SİNA CD. NO:20, 69000 MERKEZ/BAYBURT |
04582119191 |
|
BİLECİK |
BİLECİK TRSM |
ERTUĞRULGAZİ MAH. TARLABAŞI SOKAK NO:11040 MERKEZ/BİLECİK |
02282121036 |
|
BİLECİK |
BOZÜYÜK TRSM |
4 EYLÜL MAH.892 SOKAK NO:1 DİŞ HASTANESİ 1.KATI BOZÜYÜK/BİLECİK |
02283143710/3166 |
|
BİNGÖL |
BİNGÖL TRSM |
YENİŞEHİR MAH. YENİŞEHİR DEVLET HASTANESİ EK BİNA YANI MERKEZ/BİNGÖL |
04262142217/351 |
|
BİTLİS |
BİTLİS TRSM |
5 MİNARE MAH. BİTLİS DEVLET HASTANESİ, TOPLUM RUH SAĞLIĞI MERKEZİ KAT:1 |
04342468420/1662 |
|
BOLU |
BOLU TRSM |
GÖLYÜZÜ MAHALLESİ ÇAYIRPINAR SOKAK( ESKİ MİT BİNA VE LOJMANLARI ) |
03742128024 |
|
BURDUR |
BURDUR TRSM |
ATATÜRK MAH.FETHİYE YOLU 7. KİLOMETRE KEMAL ERDEM BULVARI (ESKİ KADIN DOĞUM HASTANESİ) |
02482334707 |
|
BURSA |
ÇEKİRGE TRSM |
Hüdavendigar mah. İkinci nazlı cd. Hastane blok. No:30 Osmangazi |
02242393636 |
|
BURSA |
YILDRIM TRSM |
Bağlaraltı mah. 1. cad no 96/A YILDIRIM |
02243411879 |
|
BURSA |
NİLÜFER TRSM |
Görükle göçmen konutları Kurutluş mah. Halide edip adıvar cad. No: 18 Nilüfer |
8002100/2332 |
|
BURSA |
OSMANGAZİ HÜRRİYET TRSM |
İstiklal Mah.Edirne Şehitleri Sok. No:16 Osmangazi/BURSA |
0-224-245 14 82 |
|
BURSA |
GEMLİK TRSM |
Hisar Mah Pınar sok no :12 Gemlik |
02245130874 |
|
ÇANAKKALE |
ÇANAKKALE TRSM |
ESENLER MAH. ÇANAKKALE DEVLET HASTANESİ EK BİNA MERKEZ/ÇANAKKALE |
02862171088/5282-5283 |
|
ÇANKIRI |
ÇANKIRI TRSM |
AKSU MAHALLESİ, ÖĞRETMENLER CADDESİ, NO:12 (ESKİ DEVLET HASTANESİ) |
03762131098 |
|
ÇORUM |
ÇORUM TRSM |
BAHÇELİEVLER MH. GAZİ CD. NO:84 MERKEZ-ÇORUM |
05303434123 03642230300/3602 03642230356 |
|
DENİZLİ |
SERVERGAZİ TRSM |
BAHÇELİEVLER MH. 3096 SK. NO:4 MERKEZEFENDİ/DENİZLİ |
02583613232-5500 |
|
DENİZLİ |
DENİZLİ TRSM |
GERZELE MH. GERZELE CD.NO:62 MERKEZEFENDİ/DENİZLİ |
02583737338 |
|
DİYARBAKIR |
DİYARBAKIR TRSM |
DR. ŞEREF İNAL ÖZ CD. SELAHADDİN EYYUBİ HASTANESİ (ESKİ GÖĞÜS HASTANESİ POLİKLİNİĞİ) YENİŞEHİR/DİYARBAKIR |
04122285430/1556-1558-1562 |
|
DÜZCE |
DÜZCE TRSM |
KOÇYAZI MAHALLESİ 2400. SOKAK METEK TOKİ KONUTLARI MERKEZ-DÜZCE |
03805143586 |
|
EDİRNE |
MERKEZ TRSM |
SARICAPAŞA MAH. ÇUKUR SK. ESKİ DEVLET HASTANESİ EDİRNE |
02842145510/2205 |
|
EDİRNE |
KEŞAN TRSM |
YUKARI ZAFERİYE MAH. İMAMHATİP LİSESİ ALT KATI KEŞAN/EDİRNE |
02847143434/165 |
|
ELAZIĞ |
ELAZIĞ TRSM |
İCADİYE MAH. YAKUP ŞEVKİ CAD. NO: 39 ELAZIĞ |
04242129744 |
|
ERZİNCAN |
ERZİNCAN TRSM |
BAHÇELİEVLER MAH. ADNAN MENDERES BULVARI NO:1 MERKEZ/ ERZİNCAN |
04462241685 |
|
ERZURUM |
ERZURUM TRSM |
Çaykara Caddesi Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ek Hizmet Binası Yakutiye ERZURUM |
04422321164 |
|
ESKİŞEHİR |
ESKİŞEHİR TRSM |
Yunus Emre Devlet Hastanesi Zübeyde Hanım Yerleşkesi |
0-222-224 20 00 |
|
GAZİANTEP |
ŞAHİNBEY TRSM |
MÜCAHİTLER MAH. ALİ FUAT CEBESOY BULVARI ŞEHİTKAMİL |
03422210709 |
|
GAZİANTEP |
ŞEHİTKAMİL TRSM |
EYÜP SULTAN MAH. MERVEŞEHİR UZAY ÇATILI PAZAR YERİ ARKASI ŞEHİTKAMİL |
03423242270 |
|
GAZİANTEP |
NİZİP TRSM |
MEVLANA MAHALLESİ, SEYİT HASAN SOKAK NİZİP/GAZİANTEP |
03425175400 |
|
GAZİANTEP |
DR.ERSİN ASLAN TRSM |
Eyüpoğlu Mahallesi, Hürriyet Cd. No:40, 27010 Şahinbey/Gaziantep |
0-342 221 07 00 |
|
GİRESUN |
GİRESUN TRSM |
TEYYAREDÜZÜ MAHALLESİ.ATATÜRK BULVARI.NO:325 |
04542700071 |
|
GÜMÜŞHANE |
GÜMÜŞHANE TRSM |
GÜMÜŞHANE DEVLET HASTANESİ ÖZCAN MAHALLESİ DALTABAN MEVKİİ MERKEZ/GÜMÜŞHANE |
04562131556/1651 |
|
HAKKARİ |
YÜKSEKOVA TRSM |
23 NİSAN CADDESİ ADLİYE ARKASI ESKİ DEVLET HASTANESİ BİNASI |
04383514944 |
|
HATAY |
ANTAKYA TRSM |
AKASYA MAH. E7 SK. 2. ETAP TOKİ ARKASI NO:23 ANTAKYA/HATAY |
03262216090 |
|
HATAY |
İSKENDERUN TRSM |
NUMUNE MAH. İSKENDERUN DEVLET HASTANESİ YENİ BİNA İSKENDERUN/HATAY |
03266182424 |
|
HATAY |
KIRIKHAN TRSM |
Mimar Sinan Mah.719 Sok.No:5 Kırıkhan/Hatay |
0-326-344 60 03 |
|
HATAY |
REYHANLI TRSM |
Yeni Mah.128 Sok.No:18 Reyhanlı/Hatay |
0-326-413 10 50 |
|
ISPARTA |
ISPARTA TRSM |
DOĞANCI MAH. YOKUŞ BAŞI SOK. NO:34 32100 MERKEZ/ISPARTA |
02462115480 02462115485 |
|
İSTANBUL |
ŞİŞLİ TRSM (NİŞANTAŞI) |
VALİ KONAĞI CAD. MÜFİDE TÜLAY SOK: NO:31 /ŞİŞLİ |
02122961943 |
|
İSTANBUL |
BAKIRKÖY TRSM |
ZUHURAT BABA MAH. BAKIRKÖY RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI E.A.HASTANESİ BAKIRKÖY |
02124091515/2339 |
|
İSTANBUL |
EYÜP TRSM |
SARIGÖL MAH. ORDU CAD. ÇINARCIK SK. NO:58 GAZİOSMANPAŞA |
02124184848 |
|
İSTANBUL |
BAHÇELİEVLER TRSM |
KOCASİNAN MAH. GÜNEŞLİ CAD. NO:28 /BAHÇELİEVLER |
02124745422 |
|
İSTANBUL |
FATİH TRSM |
FEVZİ PAŞA CAD. NO: 96 YAVUZ SELİM /FATİH |
02125315104 |
|
İSTANBUL |
KAĞITHANE TRSM |
ÇAĞLAYAN, BAHAR SK. NO:49, 34403, 34403 KÂĞITHANE/İSTANBUL |
021229413 73 |
|
İSTANBUL |
KÜÇÜKÇEKMECE TRSM |
FEVZİ ÇAKMAK MAH. AHMET KOCABIYIK SOK. NO:20 SEFAKÖY/ KÜÇÜKÇEKMECE |
02125413153 |
|
İSTANBUL |
ZEYTİNBURNU TRSM |
ÇIRPICI MAH. PROF. DR. TURAN GÜNEŞ CAD. NO: 159/1-A ZEYTİNBURNU |
02125587856 |
|
İSTANBUL |
ESENLER TRSM |
GENÇOSMAN MAH. ÇİNÇİN DERESİ CAD. YEŞİM SOK. NO:3 KAT 4 GÜNGÖREN |
02126107517 |
|
İSTANBUL |
GÜNGÖREN TRSM |
SANAYİ MAH. PİYALE SOK. NO:16 GÜNGÖREN |
02126422615/15 |
|
İSTANBUL |
BAĞCILAR TRSM |
BARBOROS MAH. 6/1 SOKAK/ BAĞCILAR |
02126575780 |
|
İSTANBUL |
ESENYURT TRSM |
CUMHURİYET MAHALLESİ NAZIM HİKMET BULVARI 439.SOKAK 347 ADA 4 PARSEL/ESENYURT |
02128525824 |
|
İSTANBUL |
KADIKÖY |
19 MAYIS MAHALLESİ SİNAN ERCAN CAD. NO:29 34736 KADIKÖY |
02163025959/341 |
|
İSTANBUL |
BEYKOZ |
PAŞABAHÇE MAH. BEYAZ ERGUVAN CAD. NO:3/1 BEYKOZ |
02163232503 |
|
İSTANBUL |
TUZLA |
MİMAR SİNAN MAH. EMİROĞLU CAD. HAKAN SOK. NO:2 TUZLA |
02164231759/151 |
|
İSTANBUL |
MALTEPE |
FEYZULLAH MAH. OĞUZHAN CAD. NO:14 MALTEPE |
02164574400 |
|
İSTANBUL |
PENDİK |
TOP SELVİ MAH. REFAH SOK. NO:14 KARTAL |
02164737284 |
|
İSTANBUL |
KARTAL |
UĞUR MUMCU MAH. ŞEYH ŞAMİL CAD. KARTAL BELEDİYESİ YAŞAM KALİTESİNİ YÜKSELTME MERKEZİ GİRİŞ KAT / KARTAL |
02164751770 |
|
İSTANBUL |
SULTANBEYLİ Sorumlu Hekim Hatice Kaya Yılmaz |
ADRES: MECİDİYE MAH. FATİH BULVARI NO: 456 SULTANBEYLİ |
0216 496 35 24 |
|
İSTANBUL |
ÜSKÜDAR |
BEYLERBEYİ MAH. ŞEMSİ BEY SOK. NO:7 BEYLERBEYİ / ÜSKÜDAR |
02165579102 |
|
İSTANBUL |
ÇEKMEKÖY |
ÇAMLIK MAH. BAHAR SOK. NO:19/ ÇEKMEKÖY |
02166417740/41 |
|
İSTANBUL |
SARIYER |
BAHÇEKÖY MERKEZ MAH. VALİDE SULTAN CAD. NO:34/ SARIYER |
032344442003/2007 |
|
İSTANBUL |
BAĞCILAR MEYDAN TRSM |
Yavuz Selim Mah.1024 Sok.Cevahir Apt(Saraybosna Parkı Karşıcı)Bağcılar/İstanbu |
0-212-434 54 42 |
|
İZMİR |
KATİP ÇELEBİ TRSM |
ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BASIN SİTESİ - İZMİR |
02322434343/3141/1041 |
|
İZMİR |
BOZYAKA TRSM |
BAHAR MAH. SAİM ÇIKRIKCI CAD. NO:59, 35170 BOZYAKA/İZMİR |
02322505050/6024 |
|
İZMİR |
ÇİĞLİ TRSM |
1013 SOK. NO:42 ATATÜRK ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ ÇİĞLİ/İZMİR |
02323767860 |
|
İZMİR |
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ TRSM |
EGE ÜNİVERSİTESİ. RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANA BİLİM DALI BİNASI BORNOVA/İZMİR |
02323902490 02323902475 |
|
İZMİR |
BUCA TRSM |
KARANFİL MAH. 1111 SOK. NO:10 (ÇİMENTAŞ SEMT POLİKLİNİĞİ ALT KAT) BUCA/İZMİR |
02324205555 |
|
İZMİR |
MENEMEN TRSM |
MENEMEN DEVLET HASTANESİ. C BLOK MENEMEN/İZMİR |
02324443518/1283 |
|
İZMİR |
TEPECİK TRSM |
SÜMER MAH. 453 SOK. NO:2 KONAK/İZMİR (ESKİ KONAK DOĞUMEVİ) |
02324890909/232-355 |
|
İZMİR |
TİRE TRSM |
ATATÜRK MAH. SABİHA GÖKÇEN CAD. 9/B TİRE/İZMİR |
02325001522 |
|
İZMİR |
ÖDEMİŞ TRSM |
ANAFARTALAR MAHALLESİ, SARAÇOĞLU CADDESİ NO:120, ÖDEMİŞ/İZMİR |
02325445113/136 |
|
İZMİR |
KEMALPAŞA TRSM |
SOĞUKPINAR MAH. 256 SOK. NO:2/7 KEMALPAŞA/İZMİR |
02328786707 |
|
İZMİR |
BERGAMA TRSM |
FATİH MAH.SOMA ASFALTI, KONFOR APT. NO:50 BERGAMA/İZMİR |
02326315828 |
|
İZMİR |
TORBALI TRSM |
YEDİEYLÜL MAH.EKOTEN CAD.NO:2 TORBALI/İZMİR |
0-232-856 62 70 |
|
İZMİR |
EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ |
KAZIMDİRİK, EGE ÜNV. HST. NO:9, 35100 BORNOVA/İZMİR |
0 232 388 10 23 |
|
K.MARAŞ |
ŞİRİKÇİOĞLU TRSM |
KAYABAŞI MAH. ŞEHİT İLBEYİ CAD. NO:40 DULKADİROĞLU/K.MARAŞ |
03442219452 |
|
K.MARAŞ |
ELBİSTAN TRSM |
ELBİSTAN DEVLET HASTANESİ KARAELBİSTAN MAH. ELBİSTAN/K.MARAŞ |
03444134979 |
|
K.MARAŞ |
AFŞİN TRSM |
AFŞİN DEVLET HASTANESİ YANI YEŞİLYURT MAH. TOKİ YOLU ÜZERİ AFŞİN/K.MARAŞ |
03445115305/1038 |
|
KARABÜK |
KARABÜK TRSM |
BAYIR MAH. KEMAL GÜNEŞ CAD. NO:139 KARABÜK |
03704242574 |
|
KARAMAN |
KARAMAN TRSM |
ÜNİVERSİTE MH. 1984 SK. NO:1 KARAMAN DEVLET HASTANESİ |
03382263190 |
|
KARS |
HARAKANİ TRSM |
Yenişehir Mahallesi, İsmail Aytemiz Blv. No:55, 36200 Merkez/Kars Merkez/Kars |
0-474-212 56 68 |
|
KASTAMONU |
KASTAMONU TRSM |
SARAÇLAR MAH. ESKİ ARAÇ YOLU SOKAK ESKİ TURAŞ OTEL 2. KAT |
05302313375 |
|
KAYSERİ |
TRSM-1/MEYDAN |
SERÇEÖNÜ MAH.AHMETPAŞA CAD. NO:6 KOCASİNAN/KAYSERİ |
03523368888/1072 |
|
KAYSERİ |
TRSM-2/ERKİLET |
ORUÇREİS MAH. ERKİLET BULVARI HUZUREVİ YANI ERKİLET/KAYSERİ |
035233688884/4257 |
|
KIRIKKALE |
KIRIKKALE TRSM |
YENİŞEHİR MAH. 362 SOK. NO:61/9 HACIBEY TOKİ/YAHŞİHAN/KIRIKKALE |
03182341688 |
|
KIRKLARELİ |
KIRKLARELİ TRSM |
KIRKLARELİ DEVLET HASTANESI |
02882141043 |
|
KIRKLARELİ |
LÜLEBURGAZ TRSM |
EDİRNE BAYIRI MEVKİİ DERE MAH.NO:2 |
02884171224 |
|
KIRŞEHİR |
KIRŞEHİR TRSM |
BAHÇELİEVLER MAHALLESİ 24 ARALIK CADDESİ NO:18 KIRŞEHİR |
03862526505 |
|
KİLİS |
KİLİS TRSM |
ALBAYKARAOĞLANOĞLU MAHALLESİ MUSTAFA EREN CADDESİ ÇELEBİ SOKAK/MERKEZ |
03488221277 |
|
KOCAELİ |
DERİNCE TRSM |
DUMLUPINAR MAH. CUMHURİYET CAD. NO:24/A DERİNCE KOCAELİ |
02622294109 |
|
KOCAELİ |
GÖLCÜK TRSM |
Çiftlik Mahallesi, Gölcük Devlet Hst. 41650 Gölcük/Kocaeli |
||
KONYA |
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TRSM |
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ ALAEDDİN KEYKUBAT YERLEŞKESİ, TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ E BLOK ZEMİN KAT SELÇUKLU / KONYA |
03322244048 |
|
KONYA |
KONYA EAH TRSM |
YAZIR MAH. TURGUT ÖZAL CAD. NO:14/C SELÇUKLU / KONYA |
03322631450/2517 |
|
KONYA |
NUMUNE TRSM |
KUMKÖPRÜ MAH. BÜYÜK KUMKÖPRÜ CAD. NO: A/209 KARATAY / KONYA |
03323580033 |
|
KONYA |
EREĞLİ TRSM |
SÜMER MAH. KWANJİN CAD. NO: 10 EREĞLİ / KONYA |
03327131133/2207 |
|
KONYA |
AKŞEHİR TRSM |
SEYRAN MAH. DR. VAHDİ YAMALIK CAD. TRSM YENİ HASTANE YANI AKŞEHİR / KONYA |
03328122400/1603 |
|
KÜTAHYA |
KÜTAHYA TRSM |
30 AĞUSTOS MAHALLESİ ŞEHİT HARUN KAHYA SOKAK (ESKİ AZOT SİTESİ İÇİ) NO:10 |
02742241122 |
|
KÜTAHYA |
TAVŞANLI TRSM |
KAVAKLI MAHALLESİ SAĞLIK CADDESİ NO:8 TAVŞANLI/KÜTAHYA |
02746154678 |
|
MALATYA |
GÖZTEPE 1 NO'LU TRSM |
GÖZTEPE MAH. DÜLGEZADE SK. NO:20 BATTALGAZİ/MALATYA |
04223118087 |
|
MALATYA |
YEŞİLYURT TRSM |
MOLLA KASIM MAH. ALİ AĞA CAD. NO:23 YEŞİLYURT/MALATYA |
04224813738 |
|
MANİSA |
MANİSA TRSM |
DİLŞİKAR MAH. 906 SOK. NO:2 ŞEHZADELER-MANİSA |
02362398597 |
|
MANİSA |
TURGUTLU TRSM |
SUBAŞI MAH. SON SOK NO:18 (TURGUTLU DEVLET HASTANESİ BİNASI) TURGUTLU- MANİSA |
02363133089/4064 |
|
MANİSA |
AKHİSAR TRSM |
RAGIP BEY MAH. 234 SOK: NO:16 AKHİSAR-MANİSA |
02364138855 |
|
MANİSA |
SALİHLİ TRSM |
SAĞLIK MAH. ŞÜHEDA CAD. NO:45310 SALİHLİ-MANİSA |
02367131500 |
|
MARDİN |
MARDİN TRSM |
NUR MAHALLESİ VALİ OZAN CADDESİ ESKİ MARDİN DEVLET HASTANESİ EK BİNASI ARTUKLU/ MARDİN |
04822902700 |
|
MARDİN |
KIZILTEPE TRSM |
TOKi CAD. 9123. SOK. Firdevs apt. altı. No: 5 Aşitti/ Kızıltepe/Mardin |
0482312 39 44 |
|
MERSİN |
TOROS TRSM |
MESUDİYE MAH. 5103-5122 SOK. NO:22/8 AKDENİZ/MERSİN |
03243361866 03243365764 03243372355 |
|
MERSİN |
HÜSEYİN DAĞLI TRSM |
ÜNİVERSİTE CAD. 3220 SOK. NO:1 ÇİFTLİKKÖY YENİŞEHİR/MERSİN |
03243610389 |
|
MERSİN |
TARSUS TRSM |
REŞADİYE MAH. 3049 SOK. NO: 16 TARSUS/MERSİN |
03246221365 |
|
MUĞLA |
MUĞLA TRSM |
ŞEHİT ALİ ÇETİN SOKAK NO:14 DÜVEREK MAHALESİ MENTEŞE/MUĞLA |
02522160106 |
|
MUŞ |
MUŞ TRSM |
SARAY MAHALLESİ BİTLİS YOLU ÜZERİ ESKİ TEKEL DEPOLARI YANI MUŞ /MERKEZ |
04362120670 |
|
NEVŞEHİR |
NEVŞEHİR TRSM |
M.Akif Ersoy Mah. Yavuz Sultan Selim Cad. Toki 2. Etap Nevşehir Merkez, Nevşehir |
03842138839 |
|
NİĞDE |
NİĞDE TRSM |
TOPLU KONUT MAH.278.SOK. TOKİ ANADOLU LİSESİ KARŞISI BOR/NİĞDE |
03883130155 |
|
ORDU |
ORDU TRSM |
ESKİPAZAR KÖYÜ, TOKİ KONUTLARI/ORDU |
04522380366 |
|
149. |
OSMANİYE |
KADİRLİ TRSM |
ŞEHİT ORHAN GÖK MAH. ALPARSLAN TÜRKEŞ BULVARI KADİRLİ/OSMANİYE |
03287177777 |
OSMANİYE |
OSMANİYE TRSM |
KAZIM KARABEKİR MAH. MUSA ŞAHİN BULVARI NO:5/7 MERKEZ/ OSMANİYE |
03288260130 |
|
RİZE |
RİZE TRSM |
EMİNETTİN MAHALLESİ VALİLİK KARŞISI RİZE DEVLET HASTANESİ -2. KAT MERKEZ/RİZE |
04642130500/1441 |
|
SAKARYA |
SAKARYA TRSM |
VATAN MAH. SÜLEYMAN BİNEK CAD. NO:38/40 SERDİVAN/SAKARYA |
02643736227 |
|
SAMSUN |
GAZİ TRSM |
YENİDOĞAN MH. AZİZİYE CD. NO:86 İLKADIM / SAMSUN |
03623113030/1733 |
|
SAMSUN |
PELİTKÖY TRSM |
BÜYÜK OYUMCU MH. ŞENTEPE CD. NO: 71 PELİTKÖY / ATAKUM/ SAMSUN |
03624590045 |
|
SAMSUN |
BAFRA TRSM |
ALPARSLAN MH. DENİZ SK. BAFRA / SAMSUN |
03625440474 |
|
SAMSUN |
ÇARŞAMBA TRSM |
KİRAZLIKÇAY MH. DEĞİRMENBAŞI CD. ÇARŞAMBA / SAMSUN |
03628322244 |
|
SİİRT |
SİİRT TRSM |
KOOPERATİF MAH.NİHAT AYKUT CAD.EMİR YAPI NO:44/ E SİİRT |
04842901494 |
|
SİNOP |
SİNOP TRSM |
KORUCUK KÖYÜ TRAFO MAH. 32/1 MERKEZ/SİNOP |
03682714485 |
|
SİVAS |
SİVAS TRSM |
KADIBURHANEDDİN MAH. DEMİRYOLU CAD. NO:7 SİVAS/ MERKEZ (ESKİ DEMİRYOLU HASTANESİ) |
03462258080/106 |
|
ŞANLIURFA |
MEHMET AKİF İNAN EAH TRSM |
AHMET YESEVİ MH. AÇIKSU CD. DEVTEŞTİ SEMPT POLİKLİNİĞİ KAT:2 |
04143186500/4733 |
|
ŞANLIURFA |
VİRANŞEHİR TRSM |
ŞANLIURFA İLİ VİRANŞEHİR İLÇESİ VİRANŞEHİR DEVLET HASTANESİ ZEMİN KAT |
04145113007/2124 |
|
ŞANLIURFA |
SİVEREK TRSM |
ŞANLIURFA İLİ SİVEREK İLÇESİ SİVEREK DEVLET HASTANESİ ZEMİN KAT |
04145521246/3227 |
|
ŞIRNAK |
CİZRE TRSM |
SUR MAH. BANECIRF MEVKİ CİZRE/ŞIRNAK |
04866170410/2060 |
|
ŞIRNAK |
ŞIRNAK TRSM |
Bahçelievler Mahallesi, Cizre Cd., 73000 Merkez/Şırnak Merkez/Şırnak |
||
TEKİRDAĞ |
TEKİRDAĞ TRSM |
ORTA CAMİ MAHALLESİ TEKİRDAĞ DEVLET HASTANESİ EK POLİKLİNİK BİNASI ZEMİN KAT |
02822628562 02822625355/1555 |
|
TEKİRDAĞ |
ÇORLU TRSM |
MUHİTTİN MAHALLESİ OMURTAK CADDESİ ÇORLU DEVLET HASTANESİ MÜNİR ALKAN EK BİNASI |
02826511051 |
|
TEKİRDAĞ |
ÇERKEZKÖY TRSM |
İSMET PAŞA MAHALLESİ ORGANİZE EMLAK KONUTLARI YANI 53. SOKAK NO:7 KAPAKLI |
02827583722 |
|
TOKAT |
TOKAT TRSM |
DOĞUKENT MAH. 4146. SOK. TOKİ SİT. MERKEZ/ TOKAT |
03562298580 |
|
TRABZON |
KANUNİ EAH TRSM |
KANUNİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ NUMUNE KAMPÜSÜ İNÖNÜ CADDESİ ORTAHİSAR/TRABZON |
04622302301/1779 |
|
TRABZON |
SÜRMENE TRSM |
ORTA MAHALLE HÜKÜMET CADDESİ SÜRMENE/TRABZON |
04627461935 |
|
UŞAK |
UŞAK TRSM |
FEVZİ ÇAKMAK MAHALLESİ 2. ÇELEBİ SOKAK NO:13 UŞAK |
02762167003 |
|
VAN |
İPEKYOLU TRSM |
BEŞYOL MEVKİİ ESKİ DEFTERDARLIK YANI DOĞUŞ MARKETİ ÜSTÜ KAT:1 |
04322161946 |
|
YALOVA |
YALOVA TRSM |
KAZIM KARABEKİR MH. OVA SK. NO.5 MERKEZ/YALOVA |
02263591221 |
|
YOZGAT |
YOZGAT TRSM |
TEKKE MAH.ÇAMLIK CAD.66/200 YOZGAT |
03542172565 |
|
ZONGULDAK |
ATATÜRK DEV. HST. TRSM |
TERAKKİ MH. HASTANE SK. NO: 17 67100 MERKEZ/ZONGULDAK |
03722576709 |
|
ZONGULDAK |
ATATÜRK DEV HST. TRSM |
BAHÇELİEVLER MH. HASTANE SK. NO: 24 67100 MERKEZ/ZONGULDAK |
03722576709 |
TRSM Hizmetleri Nelerdir? Nasıl Müracaat Edilir?
TRSM Hizmetleri Nelerdir?
- Merkez ile ilgili hasta ve yakınlarına işleyiş ile ilgili bilgi vermek,
- Hastalara bireysel danışmanlık hizmeti vermek,
- Merkeze devamı sağlanan hastaların tedavisine düzenli devam edip etmediğini takip etmek,
- Hastanın bakım planı çerçevesinde gezici ekip tarafından ev ziyaretleri yapılması
- Grup terapisi yapmak,
- Psikososyal beceri eğitimi vermek,
- Hastanın durumuna göre uygun olarak resim, el sanatları, müzik gibi uğraşı tedavileri düzenlemek,
- Hasta ve ailelerine psiko-eğitim vermek,
- Merkeze devamı sağlanamayan hasta veya yakınlarıyla irtibat kurmak ve merkezin hastayla bağlantısını oluşturmak,
- Toplumun bilgilendirilmesiyle ilgili ve damgalama karşıtı çalışmalar yapmak
Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerine Nasıl Müracaat Edilir?
- Merkez, kendisine bağlı bölgedeki ağır ruhsal rahatsızlığı olan hastaları tespit eder ve hasta veya ailesi ile telefon yoluyla irtibat kurar.
- İl Sağlık Md Ruh Sağlığı Şube ve TSM ile bölgesindeki hasta için birlikte çalışır.
- Merkez ve uygulamalar konusunda bilgilendirme yapılarak hasta merkeze davet edilir.
- Merkeze gelemeyecek durumda olan hastalar gezici ekip tarafından ziyaret edilir ve durumları belirlenerek merkeze davet edilir.
- Merkez hizmetlerinden yararlanmak için, hastanın bizzat kendisi veya hasta yakınları tarafından talep yapılabilir.
Dünya genelinde kurumsallaşmadan vazgeçilmesi süreçlerinin etkilerine ilişkin aralıksız olarak yıllarca yürütülen araştırmalardan sonra, toplum temelli hizmet modelinin ruhsal bozukluğu olan bireylere, ailelerine ve bakım veren kişilere sağladığı faydalar artık tartışılmaz bir şekilde kabul görmüştür. Toplum içinde bakım hizmetinin kronik ruhsal hastalığı olan bireyler (özellikle şizofreni hastaları) için klinik ve sosyal sonuçlarının olumlu olduğuna dair sağlam kanıtlar bulunmasına ek olarak damgalanma ve ayrımcılığın azaldığına, aile memnuniyetinin arttığına ve toplum temelli hizmetin maliyet etkin oluşuna dair kanıtlar da giderek artmaktadır.
İnsan hakları açısından ele alındığında, ruh sağlığı problemi olan bireylerin toplumla iç içe yaşama hakkı korunmalı ve bu hakka saygı duyulmalıdır. Ayrıca bu bireylerin yaşamın tüm alanlarına tam ve eşit katılımı aktif ve yaygın bir şekilde desteklenmelidir. Bu nedenle de büyük ve tecrit edilmiş ruh sağlığı kurumlarına dayalı hizmet sunumu, çağdaş ve hak temelli uygulama standartlarını yakalama çabasındaki hiçbir ruh sağlığı hizmeti sistemi için artık geçerli bir seçenek değildir.
Ülkemizde toplum temelli ruh sağlığı modeline geçiş çalışmaları resmi olarak Ulusal Ruh Sağlığı Politikasının Bakanlığımız tarafından kabul edilmesiyle 2006 yılında başlamıştır. Toplum temelli hizmet modelinin gelişim sürecinin ilk aşamasında ortaya çıkan genel görüş ciddi ruhsal hastalığı olan bireylere öncelik verilmesi (Şizofreni ve Bipolar Duygulanım Bozukluğu ) olmuştur. Toplum temelli hizmet modelinin daha fazla geliştirilmesine ilişkin hususlara 2011 yılında yayınlanan Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı'nda ayrıntılarıyla yer verilmiştir.
Hareketsiz meslek gruplarından biri olarak bilinen masabaşında çalışan kişiler için tasarlanmıştır. Çalışma saatlerinin büyük bir kısmını sandalyede oturarak, bilgisayar karşısında çalışarak geçiren bu meslek grubu insanlarda özellikle bilek, dirsek, boyun, bel ve sırt ağrıları çok fazla görülmektedir.
Masabaşında çalışan bireylerin, egzersizin sağlığın geliştirilmesinde önemli bir faktör olduğunun farkına varmaları ve Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisi doğrultusunda her gün en az yarım saatlerini egzersiz yapmaya ayırmalarının teşvik edilmesi amacıyla hazırlanmıştır.
Yaygın gelişimsel bozukluklar (YGB); erken çocuklukta sosyal beceri, dil gelişimi ve davranış alanında uygun gelişmeme veya kaybın olduğu bir grup psikiyatrik bozukluktur. Genel olarak bu bozukluklar gelişimin birçok alanını etkilerler ve kalıcı işlev bozukluklarına yol açarlar.
Bu grupta beş bozukluk tanımlanmıştır.
- Otistik Bozukluk
- Asperger Bozukluğu
- Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu
- Rett Bozukluğu
- Başka türlü adlandırılmayan yaygın gelişimsel bozukluk (YGB-BTA)
Otistik Bozukluk
Otizm, yaşamın erken dönemlerinde başlayan ve yaşam boyu süren, sosyal ilişkiler, iletişim, davranış ve bilişsel gelişmede gecikme ve sapmayla giden nöropsikiyatrik bir bozukluk olarak kabul edilmektedir. Genellikle 3 yaşından önce başlar. Yaklaşık olarak otistik bireylerin %70’inde zeka geriliği vardır.
Sıklık
Otizm tüm sosyoekonomik düzeylerde ve tüm dünyada görülen bir bozukluktur. Toplumda otistik bozukluğun 3.3-16/10.000 oranında olduğu bildirilmektedir. Ancak, yaygın gelişimsel bozukluk ve tüm otistik bozukluk yelpazesi ele alınacak olursa 10.000’ de 21 kadar görüldüğü belirtilmektedir. Otistik bozuklukta erkek/kız oranı 3/1 ya da 5/1 olarak bildirilmektedir. Ancak kızların erkeklere göre daha ciddi etkilenme eğilimindedirler.
Nedenleri
Nedeni halen tam olarak bilinmemekle beraber; sıklıkla zeka geriliğinin eşlik etmesi, epileptik bozukların ve elektroensefalografi (EEG) anormalliklerinin sıklığının yüksek olması, diğer tıbbi durumlar ile birlikte görülmesi, otizmin biyolojik bir bozukluk olduğunu düşündürmektedir. Genetik etmenler ve doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrasındaki bazı etkilenmelerin de bozukluğun ortaya çıkışında etkili olabileceği üzerinde durulmaktadır.
Otistik Çocukların Özellikleri
- Göz kontağı kurmazlar. Gözlerinize baksalar bile kısa sürelidir veya sizden uzaklara bakıyormuş gibidirler.
- Huzursuz görünürler.
- Sözel veya sözel olmayan (yüz ifadesi gibi) birtakım ifadelere tepki vermeyebilirler.(seslenildiğinde duymuyormuş gibi davranırlar.)
- Bazıları birtakım ses, koku, ışık veya dokunuşa aşırı hassastırlar.
- Bazıları ise sıcak, soğuk veya herhangi bir acıya karşı oldukça duyarsızdır.
- Etraftaki birtakım değişikliklere stresli bir tepki gösterirler. Bazı çocuklar ev veya oda düzenlerinin bozulmasına karşı aşırı tepki gösterirler. (örneğin, evdeki eşyaların yerleri değiştirilmişse, eşyalar eski yerlerine konana kadar kendilerini yerden yere vurup ağlayabilirler.)
- Rutin olarak görmeye ve yapmaya alıştıkları şeyleri severler. Zihinlerinde yaşadıkları ortamın bir haritasını gezdirirler ve yapılan her küçük değişiklik çocuğun daha fazla stres yaşamasına neden olur.
- Bazı çocuklar çok saldırgan olurlar. Kendilerine, başkalarına ya da eşyalara zarar verebilirler.
- Tehlike ve korku duygusu hissetmezler. (örneğin, korkusuzca trafiğe çıkabilir, ateşle oynayabilirler.)
- Yemek yeme bozuklukları vardır. Bazıları yenmez şeyleri yemekten hoşlanabilir.
- Kullandıkları kelimeler çok sınırlıdır ve genellikle etraflarında sık duydukları sözleri kullanırlar. Bazen de konuşulanları papağan gibi tekrarlayabilirler.(Ekolali)
- Sosyal ve duygusal açıdan kendilerini izole ederler. (Örneğin, birilerini önemsemezler, ya da birileri yerlerini işgal ettiğinde veya zorunlu bir aktivite yapmak durumunda kalınca, istenmeyen bir obje gibi orayı terk ederler.
- Çoğunlukla insanları değil de objeleri ve cansız varlıkları tercih etmektedirler.
- Yaşadıkları duygular genellikle anında ve kesindir. İhtiyaçları önceliklidir.
- Parlak şeylere çok ilgi duyarlar. İlgileri belli bir şeye yöneliktir ve bu şey ortadan kaldırılırsa çocuk kriz geçirir. Otistik çocuklar bazı şeylere çok bağlıdır. Konserve kutuları, boş deterjan kutuları, plastik şişeler ve plastik kapaklar gb. Sevdiği bir şey kaybolursa bulunana kadar huzura kavuşmazlar.
- Yüksek sese karşı ilgisiz olanlar olduğu gibi bazı seslere şiddetli tepki gösterenler de vardır. Bazısına motosiklet ve köpek havlaması işkence gibi gelir.
- Hayatı boyunca konuşamayanlar olabilir.
- Otizmli çocuk, yürüyüşüne dikkat etmeden merdivenleri inip çıkabilir, bisikletini dikkatini vermeden sürer. Hatta pek çoğu karanlıkta eşyalarını bulabilir.
- Dokunulmayı sevmese de sıkı sarılmalardan hoşlananları vardır.
- Ellerini çırparlar, yüz göz hareketleri yaparlar ve başları dönmeden kendi etraflarında dönerler. Çoğu parmak uçlarında yürür. Bir çok otistik ellerini ya da eşyaları gözlerine çok yakın tutarlar. Bir kısmı güzel yürür, tırmanabilir ama bir kısmı da sakar olup dengesiz yürür tırmanmayı sevmez. Bazılarının parmak becerileri güzel ama yürüme ve konuşması iyi değildir. Hemen hemen hepsi yürürken kollarını çapraz sallamayı oldukça geç öğrenirler.
- Bazı çocukların kendilerine ait rutinleri vardır; iskemleye oturmadan önce bir kere iskemlenin etrafında dolaşmak gibi.
- Bazıları para gibi yuvarlak şeyleri döndürmeye meraklı ve beceriklidir. Dönen şeylere bakmaya doyamazlar.
- Pek çoğu müziği sever ve şarkı söyler.
- Otizmli çocukların duygusal gelişimi öteki çocuklarınki gibi olup tek farkı gelişimin gecikmesidir. Bir yaşındaki çocuğun annesinin arkasında ağlama özelliği otizmli bir çocukta dört veya beş yaşlarında ortaya çıkabilir. (Persson,2002)
- Otistik çocukların çoğu suyla oynamayı ve otomobille dolaşmayı çok severler.
- İletişim için konuşmayı çok fazla kullanmazlar.İsteklerini ifade etmek için ve isteklerine ulaşmak için kişilerin elinden tutarak bunlara ulaşmaya çalışırlar.
- Bazıları kendi etraflarında döner ve sallanırlar.Yürürken zıplayarak veya parmak uçlarında yürürler.
- Bazılarında uygun olmayan ortamlarda nedeni bilinmeyen gülmeler görülür.
- Başkalarının duygularını anlamakta zorlanır ve buna uygun tepkiler veremeyebilirler.
- Taklit yetenekleri sınırlıdır.
Tedavi
Otizm, şu anda sahip olduğumuz bilgi ve yöntemlerle tamamen tedavi edilememekle birlikte uygun bir eğitim planı ve bazı durumlarda ilaç tedavisi ile bazı belirtileri ortadan kalkabilir, uyum yetenekleri ve becerileri geliştirilip kendi kapasitesi içinde mümkün olan en üst düzeye gelebilir.
Otizmi tedavi eden herhangi bir ilaç yoktur. Ancak; Otizmde kullanılan ilaçlar daha çok Otistik bireylerde görülen Hiperaktivite, saldırganlık, yeme sorunları, epilepsi nöbetleri, depresyon, sıkıntı gibi durumlara karşı kullanılır.
Asperger Sendromu
Bu sendromda tipik olarak Otistik çocuklarda görülen sosyal ilişki ve iletişim sorunlarının yanı sıra dar ilgi alanı görülür. (örn. Hangi tarihin hangi güne geldiğini hesaplamak, uzun bir metni ezberlemek gibi) Çok sınırlı bir konuda çok derin bilgilere sahip olurlar. Otizmden farklı olarak olarak zamanında konuşmaya başlarlar. Aşırı bilgiçlik ve el becerilerinde özel sorunlar çok tipiktir. Bu çocuklar normal veya üstün zekaya sahiptirler. Mekanik oyuncaklara çok düşkünlerdir. Davranış sorunları olur. El-kol hareketleri mimikler ve vücut dilini kullanma konusunda sorunları vardır.
Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu
Bu çocuklarda doğumdan sonra en az iki yıl tamamen normal gelişim söz konusudur. Sıklıkla 3-4 yaşları arasında ortaya çıkar. Bu tanıyı koyabilmek için belirtilerin 10 yaşından önce gelişmiş olması gerekir. Çocukluk dezintegratif bozukluğunun başlaması ile huzursuzluk, kaygı ve daha önce kazanılmış olan (konuşma gibi) becerilerin hızla yitirilmesi gözlenir.
Rett Sendromu
Rett sendromu yalnız kızlarda görülen bir sendromdur.. En önemli belirtisi normal bir doğum ve ilk beş ay normal gelişimi takiben bebeğin başının büyümesinin giderek durması ve kafa çapında görülen küçülmedir. Rett sendromu olan çocuklar, ellerini belli bir amaca yönelik olarak kullanmaktan vazgeçmeleri ve tipik el hareketleri (çamaşır yıkıyormuş gb.) ile ayırt edilir. İlk bir yıl içinde sosyal iletişimleri bozulur, daha ileri yaşlarda, eğer yürümeye başlamışlarsa yürümeleri de bozulur. Konuşmaları gelişmez veya gecikir.
Başka Türlü Adlandırılamayan Yaygın Gelişimsel Bozukluk (Atipik Otizm)
Karşılıklı toplumsal etkileşimde ağır ve yaygın gelişimsel bozukluk olmasının yanı sıra sözel ve sözel olmayan iletişim becerilerinin gelişmesinde bir bozukluk olmasına ya da basmakalıp davranış, ilgiler ve etkinlikler bulunmasına karşın özgül bir Yaygın Gelişimsel bozukluk, belirtilerini tam karşılamayan, gözlenen semptomların tanı koymak için yetersiz kalması durumunda konan tanıdır.
Bireyleri egzersiz konusunda bilgilendirmek ve yolculukta bile egzersiz yaparak oluşabilecek sağlık problemlerinden kaçınmayı sağlamak amacıyla hazırlanmıştır.
- Hazırlanan DVD otobüs ve trenlerde monitörlerde yolculara gösterilmesi, broşürünün ise yolcu koltukları arkasına konularak tüm yolculara dağıtımı için ilgili kamu ve kuruluşlarına gönderildi.
Depresyon: Uzun süreli ve sürekli, moral bozukluğu, ümitsizlik, çaresizlik, değersizlik, suçluluk duyguları, uyku, iştah değişiklikleri, ölüm ve intihar düşüncelerinin eşlik edebildiği bir bozukluktur.
Yaşlıda depresyon çoğunlukla unutkanlık, dikkat ve ilgi kaybı, bedensel şikayetler ve bunlarla aşırı uğraşı, ajitasyon, irritabilite ile kendini gösterebilir Yaşlıda depresyon sıklıkla görülür, yaşlının genel sağlığını bozar, yaşam kalitesini azaltır ve hasta yakınları için yük oluşturur.
Yaşlı bir bireyde aşağıdaki durumlardan en az beş tanesi var ise depresyon olabileceği düşünülerek hekime yönlendirilmelidir;
- Uzun süren ve sürekli olan moral bozukluğu
- Daha önce zevk alınan aktivitelerden zevk alamama
- Suçluluk, umutsuzluk ve karamsarlık duyguları
- Beden şikayetleri ile aşırı meşgul olma
- İştahta ve kiloda değişim
- Sürekli uyku bozukluğu
- Cinsel istek kaybı
- İntihar düşünceleri
- Suçluluk hezeyanları
Depresyon tedavisinde kullanılan etkin ilaçlar vardır. Ancak ilaçların etkisinin belirginleşmesi için 3-4 hafta gibi bir sürenin gerektiği unutulmamalıdır. İyileşmenin çabuk başlamamasına karşın hastalığın tedavi sonuçları yüz güldürücüdür. Tedavi edilmediği takdirde intihar riski yüksek olduğundan bir anlamda koruyucu hekimlik açısından da depresyonun tanınması ve uygun tedavisi çok önemlidir.
Depresyon tedavi edilmediğinde karşılaşılan sorunlardan bazıları şunlardır;
- İş kaybı
- Boşanma
- Sigara ve alkol gibi madde kullanımın artması
- Kişisel bakımının, uyku düzeninin yeme alışkanlıklarının bozulması,
- Bedensel hastalıklara yatkınlıkların artması
- İntihar riskin artması (en önemlisi)
Yaşlılarda Depresyona Yatkınlık Oluşturan Faktörler
- Aile yapısının giderek değişmesi, sosyal desteğin azalması
- Ekonomik zorluklar
- Düşük sosyoekonomik düzey
- Birden çok süreğen hastalığın varlığı
- Yeti yitimi
- Bakımevi ve huzurevlerinde kalınması
- Çok sayıda ilaç kullanımı
- Beslenme yetersizliği
- Sosyal ilişkilerde zayıflık / Sosyal izolasyon
- Düşük benlik saygısı
- Eş kaybı
Depresyonun Yaşlıların Hayatına Olan Etkileri
- Yeti yitimi ve bağımsızlığın azalması
- Hayat kalitesinde bozulma
- Yaşlıya, aileye, bakıcıya, kurumlara yük
- Depresyonu olan yaşlılar sağlık hizmetlerine daha çok (x4 kat) başvururlar
- Başta kalple ilgili sebepler olmak üzere tüm sebeplere bağlı ölüm oranlarında artış
- Artmış intihar riski (özellikle ölümle sonuçlanan intiharlar) yaşlılarda sık görülür.
Depresyon Kişilik Zayıflığı Değildir. Depresyon da diyabet, hipertansiyon gibi vücutta oluşan bazı eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle kişinin kendi kendine iyileşmeye çalışmadan tıbbi destek alarak tedavi edilmesi gerekmektedir. Hasta kendi iradesi ile iyileşmeye çalışarak zaman kaybederse, hem iyileşme süresi uzar, hem de önemli ek sorunlar ortaya çıkabilir.” diyerek konuya devam eder. Depresyonun yaşlılığın normal bir sonucu değildir ve mutlaka bir hekime danışılması gerekmektedir.
Günümüzde, özellikle endüstriyel toplumlarda aktif olmayan yaşam şekli, ergonomik olmayan çalışma koşulları ve stresin yarattığı aşırı yüklenme kişilerin fiziksel, psikolojik ve sosyal sağlıklarının bozulmasına neden olmakta, bu da kişilerin verimliliklerinin azalması ile sonuçlanmaktadır.
Fiziksel aktivite ve egzersiz; koruyucu sağlık yaklaşımının bir aracı olarak bireyin sağlığını geliştiren, gelişmiş durumunu devam ettiren, yorgunluğa ve hastalıklara karşı direncini arttıran hareketlerin toplamıdır. Egzersizin yokluğu ve düşük fiziksel uygunluk seviyesi hastalık ve erken ölümler için çok önemli bir risk faktörüdür.
Fiziksel Aktivitenin Faydaları:
- Kalp-damar fonksiyonlarının ve solunumun geliştirilmesi,
- Koroner damar hastalığı risk faktörlerinin önlenmesi,
- Diabetin önlenmesi ve kontrolü,
- Kilo kontrolü,
- Sağlıklı kemik, kas ve eklem yapısının oluşturulması ve devam ettirilmesi,
- Anksiyete ve depresyonun azaltılması,
- Kendini iyi hissetme, iyi olma halinin arttırılması,
- Spor, rekreasyonel ve iş aktivitelerindeki performansın kazandırılması ve arttırılması.
Egzersiz ve Stres
Egzarsiz, fiziksel ve psikolojik stresle baş etmede çok önemli bir rol oynar.
Egzersiz vücutta birçok biyokimyasal değişikliğe neden olur. Egzersiz sırasında norepinefrin maddesinin kan plazmasındaki düzeyi artar. Bu madde, depresyon semptomlarının azaltılmasına yardımcı olur. Egzersiz ayrıca beyinde endorfin seviyesini arttırır. Bu vücudun doğal morfin benzeri ağrı kesici ve mutluluk maddesidir.
Düzenli spor alışkanlığı genel olarak vücut düzgünlüğünü arttırarak, sağlam bir fiziksel yapının gelişimine olanak sağlar. Ayrıca spor sonrası salınan endorfin ve opioidler ağrı eşiğini yükseltir ve psikolojik olarak genel bir iyilik hali yaratır.
İş ile İlişkili Kas-İskelet Problemleri, Bel-Boyun-Omuz Ağrıları
Boyundan başlayıp, sırt, bel ve kuyruk sokumunu oluşturan omurga vücutta en önemli kemiksel çatıdır. Bu yapının herhangi bir seviyesindeki problem diğerini de etkileyecek ve kişinin fonksiyonlarının bozulmasına neden olacaktır.
Problemler genel olarak ağrı, gerilim ve sertliklerle başlayıp giderek postür denilen duruş düzgünlüğünün bozulmasına, vücudun normal hareketlerinin sınırlanmasına ve kemiksel ve kas yapıda dejenerasyonlara kadar ilerlemektedir. Bu da, kişinin yaşam kalitesini düşürmekte, iş gücü verimliliğini azaltmaktadır.
Fizyolojik ve biyomekanik yönden iyi postür, minimum çaba ile, vücutta maksimum yeterliliği sağlayan duruştur.
Klinik incelemelerde, başın öne doğru kaydığı postür boyun, sırt ve bele ait problemleri beraberinde getirmektedir. Bu anormal pozisyon çiğneme kaslarına, dişlere ve destekleyici tüm yapılara aşırı derecede gerilim yükleyerek, çenede yeniden şekillenmeye sebep olur. Ayrıca bu bozukluk yuvarlak omuzun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Postural bu dengesizlik tüm omurga boyunca devam etmekte vücudun normal eğriliklerinde aşırı değişiklikler olmaktadır. Örneğin sırttaki kamburluk, beldeki çukurlukların aşırılaşması ya da kaybolması gibi.
Boyun ağrıları sıklıkla hepimizin gün içinde karşılaştığı problemlerden birisidir. Boyundan gelen ağrı, ellerde ve /veya parmaklarda iğnelenme ve karıncalanma gibi bulgularla birlikte seyredebilir. Bazen de boyundaki problemlerin bir yansıması olarak şiddetli kas kasılmaları ve baş ağrısı karşımıza çıkar.
O halde korunma mekanizması olarak en etkili yöntem bu yanlış posturün engellenmesi, özellikle masa başı çalışanlarda düzgünlük egzersizleri ve germe egzersizlerinin düzenli bir şekilde uygulanmasıdır.
İş ile İlişkili Kas-İskelet Problemlerinden Korunmak Için Öneriler ve Postural Farkındalık
* Başınızı ve gövdenizi gün içinde dik tutmaya çalışın.
* Belinizin normal eğriliğini otururken ve ayaktayken sağlamaya çalışın, gün içinde karın kaslarınızı kasarak bel stabilizasyonunu sağlamaya çalışın.
* Öne eğilirken belden değil kalçalarınızdan eğilin.
* Bel destekli sandalyeler kullanın.
* Hızlı hareketlerden kaçının, özellikle hızlıca baş çevirme hareketleri yapmayın.
* Uzun süreli statik postürlerden kaçının.
* Sık sık oturma pozisyonunuzu değiştirin, ayağa kalkın.
* Belinizle dönme hareketi yapmayın.
* İş arasında periyodik aralıklar verin.
* Yatarken kalın yastıklar kullanmayın. Gece uyurken rahatsız olduğunuzda destekleyici rulolardan yararlanabilirsiniz. Yüzükoyun uyumayın.
* Size önerilen egzersizleri günde en az 3 kez 5-6 defa tekrar edin.
Ergonomik Düzenleme
İş yerinin ışıklandırma, havalandırma, büro malzemeleri seçimi ve yerleştirmesi konusunda özen gösterilmelidir.
Vücut Postürü
|
Yaygın anksiyete bozukluğu, gerçek sorunlarla orantısız bir biçimde aşırı endişe ve kaygılanmayla seyreden bir psikiyatrik bozukluktur.
Aslında kaygı bir tehlikenin ya da tehdidin sonucunda hepimizde ortaya çıkabilen bir duygudur. Yetişilmesi gereken bir iş, sınav, sağlık, aileyle ilgili sorunlar, maddi sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. Kaygı, bir ölçüde bizim sorunlarla baş edebilmek için hazırlıklı olmamızı, bir tehlike durumunda da hızlı karar verip başa çıkmamızı sağlar. Normalde bu tür günlük kaygılar hafiftir ve baş edilebilir düzeydedir. Ancak kaygının süresinin uzaması, şiddetinin artması ve günlük hayatımızı etkileyip işlevselliğimizi bozması sonucunda yaygın anksiyete bozukluğu dediğimiz olay gerçekleşir.
Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nedir?
Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) olan kişilerde ise “sürekli, aşırı ve durumla uygun olmayan bir endişe durumu” söz konusudur. Aşırı endişe, kişinin günlük yaşamını olumsuz bir şekilde etkileyerek, hayatının normal akışını engeller. Bu kişiler her konuda en kötü sonucun gerçekleşeceğini düşünürler, her şey kendi denetimlerinin dışındadır. Aşırı endişe ve kaygı kontrol edilemeyecek durumdadır ve en az altı ay boyunca hemen her gün vardır ve gün boyunca sürer.
YAB’nun yaşam boyu görülme sıklığı %5-6’dır. Başka bir deyişle, her 100 kişiden 5-6’sı yaşamlarının herhangi bir döneminde bu rahatsızlığı yaşayabilir. Yaşla birlikte kaygı duyarlılığı artar. YAB yaşlılıkta en sık görülen anksiyete bozukluğudur.
Yaygın Anksiyete Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?
Bir neden yokken ya da bir neden olsa bile durumla uygunsuz olan, aşırı olan denetlenemeyen nitelikteki endişe hastalığın temel belirtisidir. Kişi endişelerinin aşırı olduğunun farkında olsa bile endişelerini denetleyemez ve sakinleşemez. Kolay irkilme, sürekli kötü bir şeyler olacağı düşüncesi, yorgunluk, dikkat ve konsantrasyon güçlüğü, uykuya dalamama ve gece sık sık uyanma diğer önemli belirtilerdir. Sıklıkla yorgunluk, baş ağrısı ve kas ağrıları, yutma güçlüğü, titreme ve seyirmeler, terleme, tahammülsüzlük, bulantı, sersemlik hissi, sıcak basması gibi fiziksel yakınmalar eşlik eder.
Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nasıl Oluşur?
Nedeni tam olarak bilinmemekle beraber, kalıtımsal faktörlerin yanı sıra çocukluk dönemi yaşam deneyimlerinin de etkisi ile ortaya çıktığı, kişilik özellikleri ve stres verici yaşam olaylarının da bozukluğun gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir.
Çocukluk ve genç erişkinlik dönemleri arasında başlayan bozukluk, yavaş ve sinsi bir gelişim gösterir. Hastalığın belirtileri dönem dönem iyileşmeler ve alevlenmeler gösterir. Stresli yaşam olayları olduğunda belirtiler çoğunlukla kötüleşir.
Yaygın Anksiyete Bozukluğu Tedavi Edilebilir Mi?
YAB tedavi edilebilir bir hastalıktır. Ancak beraberindeki fiziksel belirtiler sebebiyle, çoğu zaman psikiyatri dışı branş hekimlerine başvururlar ve doğru tanının konması ve uygun biçimde tedavi edilmesi gecikebilir.
Tedavi gören hastaların çoğunluğu tedaviden yarar görür. Psikoterapi ya da ilaç tedavileri uygulanabilir. Bu yöntemlerden birinin ya da birlikte uygulanmasının etkin olduğu gösterilmiştir.
Tedavide antidepresan ve anksiyolitik ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar depresyonun ve başka anksiyete bozukluklarının tedavisinde de kullanılır. Tedavide kullanılan ilaçların ciddi yan etkileri ve bağımlılık riskleri yoktur.
İlaç tedavisinin etkisi birkaç hafta içinde görülmeye başlar. Tedavi belirtiler tamamen düzelinceye kadar sürdürülmelidir. Tam düzelme sağlandıktan sonra da tedaviye doktorun önerdiği süre kadar devam edilmelidir.
Bu belirtilerin çoğundan şikayetçi iseniz bu durumda aile hekiminize ya da bir psikiyatri polikliniğine başvurmanızı öneririz.
Çocuklar niçin beden eğitimine ihtiyaç duyar?
- Gelişmiş Fiziksel Uygunluk: Çocukların kassal kuvveti, esneklik, kassal endurans, vücut kompozisyonu ve kardiovaskuler enduransı gelişir.
- Beceri Gelişimi: Fiziksel aktivitelere yeterli katılım; güven ve başarı ile sonuçlanan motor becerileri geliştirir.
- Kendine güven ve özgüven gelişimi: Beden eğitimi çocuklarda kendi değerini fark ederek bu hissi kazanmada, fiziksel aktivite kavram ve becerilerinin gelişimine olanak tanır. Daha güvenli, bağımsız, kendini kontrol edebilen bir kişilik almasına imkân verir.
- Hedefleri Kurma Tecrübesi: Başarılabilen hedeflerin kurulması ve desteklenmesinde çocuklara olanak verir.
- Öz Disiplin: Sağlık ve fiziksel uygunluk için öğrencinin sorumluluğunun gelişimini kolaylaştırır.
- Muhakeme Gelişir: Nitelikli beden eğitimi moral gelişimini etkileyebilir. Öğrencilere diğer kişiler ile kooperasyonda kendi davranış sorumluluğu, liderlik, sorulara cevap arama ve kurallar hakkında bilgi sunar.
- Stresin Azalması: Fiziksel aktivite gerilim ve anksiyetenin boşalmasına yardım eder ve emosyonel stabilite ve sabır davranışını kolaylaştırır.
- Kuvvetli İkili İlişkiler: Beden eğitimi çocuklara pozitif insan ilişkilerini öğretmek için olanaklar sağlar.
Obsesif Kompulsif Bozukluk; obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan, takıntılı düşüncelerin günlük yaşamı etkileyecek, günlük aktiviteleri kısıtlayacak düzeye gelmesidir.
Obsesif-kompülsif bozukluğu olan kişiler, kontrol edemedikleri yinelenen ve stres yaratan düşünceler, korkular veya görüntüler (obsesyonlar) nedeniyle huzursuz olurlar. Bu düşüncelerin yarattığı anksiyete bazı hareketleri ya da rutinleri acil olarak gerçekleştirme ihtiyacına (kompülsiyonlar) neden olur. Ritüeller takıntılı düşünceleri önleme veya akıldan uzaklaştırma girişimiyle yapılır.
Tekrarlanan hareketler gerginliği geçici olarak durdurur, obsesif düşünceler tekrar oluştuğunda kişinin bu hareketleri hemen tekrar etmesi gerekir. Obsesif-kompülsif bozukluğu olan kişiler saplantılarının ve takıntılarının gerçek dışı veya manasız olduğunun farkında olabilirler, fakat kendilerini durduramazlar.
Okb (Obsesif Kompülsif Bozukluk) Sıklığı
Son yıllarda yapılan araştırmalarda OKB’nin her 100 kişiden 2-3’ünde görüldüğü saptanmıştır.
Genellikle ergenlik döneminde ve 20-30’lu yaşlarda başlamasına karşın, okul öncesi çağdaki çocuklar dahil herhangi bir yaşta görülebilir. Erkeklerde daha erken yaşlarda başlamasına karşın genel olarak kadınlarda daha sık görülmektedir.
Okb (Obsesif Kompülsif Bozukluk) Belirtileri
Obsesyon ve kompulsiyonlar toplumdan topluma, kültürden kültüre değişiklik gösterebilir. Ülkemizde ve tüm dünya toplumlarında en sık görülen obsesyon ve kompulsiyon türleri aşağıda örnekler verilerek sıralanmıştır.
Yaygın obsesyon belirtileri:
- Pislik veya mikrop bulaşmasından korkma
- Başkasına zarar vermekten korkma
- Hata yapmaktan korkma
- Rezil olmaktan veya sosyal açıdan kabul edilemez bir şekilde davranmaktan korkma
- Günahkar düşünmekten korkma
- Düzen, simetri, kusursuzluk ihtiyacı
- Aşırı kuşku ve sürekli güvence ihtiyacı
Yaygın kompülsiyon belirtileri:
- Tekrar tekrar yıkanma, duş alma veya ellerini yıkama
- El sıkışmayı veya kapı koluna dokunmayı reddetme
- Kilit, ocak gibi şeyleri sürekli kontrol etme
- Rutin işleri yaparken içinden veya yüksek sesle sürekli sayı sayma
- Sürekli bir şeyleri belli bir biçimde düzenleme
- Belirli bir sıraya göre yemek yeme
- Genellikle rahatsız edici olan, akıldan çıkmayan ve uykuyu bölen kelimelere, görüntülere veya düşüncelere takılıp kalma
- Belirli kelimeleri, cümleleri veya duaları tekrarlama
- İşleri belirli bir sayıda yapma ihtiyacı
- Değeri olmayan şeyleri toplama veya biriktirme
- Tıbbi açıdan bu şekildeki düşünce ve davranışların hastalık sayılabilmesi için günlük işlevlerimizi etkileyecek, kısıtlayacak, bozacak kadar şiddetli ve yoğun olmalıdır.
Obsesif-Kompülsif Bozukluk Nedenleri
Nedeni tam olarak anlaşılmamış olsa da, araştırmalar biyolojik ve çevresel faktörlerin OKB ile ilişkili olabileceğini göstermiştir.
Genetik nedenler
OKB’li hastaların anne-babalarında ve diğer birinci derece akrabalarında OKB’nin sık olarak görülmesi hastalığın genetik olabileceğini düşündürmektedir.
Beyin işlevlerinde bozulma ve serotonin
Beyin üzerinde yapılan araştırmalarda beynin bazı bölgelerinde ve özellikle de beyin içindeki sinirsel iletimde önemli rolü olan serotonin maddesinin işlevlerinde bozukluk saptanması bunların OKB’nin nedeni olarak araştırılmasına yol açmıştır.
Çocukluk çağı travmaları
Çocukluk çağı travmalarına (örneğin, cinsel istismar) maruz kalanlarda ileri yaşamlarında önemli bir stres yaşantısı ardından OKB’nin ortaya çıkabilmesi erken çocukluk dönemlerinin OKB gelişiminde önemli rol oynadığını göstermektedir.
Kişilik özellikleri
Kişilik yapısı olarak titiz, kuralcı, ayrıntıcı, mükemmeliyetçi özelliklere sahip olan kişiler OKB’ye yatkın kişiler olarak değerlendirilmektedir.
Okb Nasıl Tedavi Edilir?
OKB kendi kendine geçmez, bu yüzden tedavi edilmesi önemlidir. En iyi tedavi yöntemi ilaç ve bilişsel davranış terapisidir. Kronikleşme yani müzmin hale gelme olasılığının yüksek olması tedavinin önemini arttırmaktadır.
Erken teşhis her zaman tedavi süresini kısaltır.
İlaç tedavisi
Özellikle serotonin sistemi üzerinde etkili olan ilaçlar OKB tedavisinde oldukça yararlı olmaktadır. Serotonin Geri Alım Engelleyiciler adı verilen bu grup ilaçlar OKB tedavisinde yaygın ve başarılı şekilde kullanılmaktadır.
Tedavinin ilk günlerinde hafif bulantı, baş ağrısı, uyku bozukluğu, midede huzursuzluk gibi geçici yan etkiler ile hastaların çoğunun dile getirmeye çekindikleri cinsel yan etkiler görülebilir. Ancak bu grup ilaçlar genellikle hastalar tarafından kolaylıkla kullanılan ve kullanımları sırasında bir sorun yaşanmayan ilaçlardır.
Etkilerinin görülmesi için iki hafta kadar beklemek gerekir. İlacın etkili olup olmadığına karar vermek için en az 10 hafta süre geçmesi beklenmelidir. Etkili olduğuna karar verilirse tedavinin gerekirse günlük doz arttırılarak en az iki yıl sürdürülmesi gerekir.
Bilişsel-davranışçı tedavi
Obsesif hastalar kaygı verici düşünceler ile bu düşüncelerden kaçarak ve kaçınarak başa çıkmaya çalışırlar. Ne var ki düşüncelerden kaçmaya çalıştıkça bu düşünceler daha da artmakta ve böylelikle kısır bir döngü oluşmaktadır. Davranış tedavilerinde amaç hastayı kaygı veren ve kaygı oluşturduğu için kaçma ve kaçınma davranışlarına neden olan düşüncelerle [obsesyonlar] karşı karşıya getirmek ve bu karşılaştırmanın oluşturduğu kaygıyı azaltmak için devreye giren tekrarlayıcı davranışları [kompulsiyonlar] engellemektir. Bilişsel ve davranışçı terapiler hem hastalığın tedavisinde hem de özelikle tekrarlamaların önlenmesinde çok önemli bir yer tutmakta, tedavide bazen tek başlarına bazen de ilaç tedavileri ile birlikte kullanılabilmektedirler. Bilişsel davranışçı tedaviler tedavi seçenekleri arasında en önemli yeri tutmaktadır.
Bu belirtilerin çoğundan şikayetçi iseniz bu durumda aile hekiminize ya da bir psikiyatri polikliniğine başvurmanızı öneririz.
Sağlık; bireyin bedensel, ruhsal ve sosyal anlamda tam bir iyilik halinde olması olarak tanımlanır.
Fiziksel aktivitenin sağlığımız üzerine etkileri temelde şu başlıklar halinde incelenebilir:
- Bedensel sağlığımız üzerine olan etkileri,
- Kas kuvvetinin korunması ve arttırılması,
- Vücut düzgünlüğünün ve postürün korunması,
- Yorgunluğun azaltılması,
- Kalbin ritmi düzenlenir,
- Kalbi güçlendirerek kalbe olan kan akışını arttırır ve kalp krizi geçirme riskini azaltır,
- Solunum kapasitesinde artış meydana gelir,
- Düzenli aktivite yapan bireyler sigara bağımlılığından kurtulma konusunda inaktif bireylerden daha başarılıdırlar,
- Düzenli fiziksel aktivite insülin aktivitesinin kontrolünü sağlayarak şeker hastalığının ve kan şekerinin kontrolüne yardımcı olur,
- Vücudun su, tuz, mineral kullanımının dengelenmesine yardımcı olur,
- Enerji gereksinimini yağları yakarak karşılama alışkanlığı getirerek metabolizmayı hızlandırır ve kilo alımını önler,
- Damar yapısına etkileri nedeniyle beyine olan kan akışının artışına bağlı olarak erken demans (bunama) ve unutkanlık gelişim riskini azaltır,
- Beyin damar hastalıkları gelişim riskini azaltır.
- Ruhsal ve sosyal sağlığımız üzerine olan etkileri,
- Sağlıklı kas, kemik ve eklem yapısı üzerine olumlu etkileri nedeniyle vücut düzgünlüğü ve farkındalığını geliştirerek bedeni ile barışık, özgüvenli bireyler yaratır,
- Olumlu düşünebilme ve stresle başa çıkabilme yeteneğini geliştirir,
- Kendini iyi hissetme ve mutluluk oluşturur.
Şizofreni; kişinin gerçekle gerçek dışı arasındaki farkı ayırt etmesini zorlaştıran, normal düşünce akışının devamını engelleyen, duygularını kontrol etmesini ve normal olarak davranmasını önleyen bir hastalıktır.
Genellikle yavaş gelişen ve gelişme döneminde özellikle kişinin davranışlarında bazı değişikliklere yol açan bir hastalık olarak kabul edilir.
Şizofreni Nasıl Oluşur?
Şizofreninin ömür boyu görülme sıklığı genel nüfusta % 0,5-1'dir. Ancak kan bağı olan akrabaları arasında şizofreni hastaları bulunanlarda, şizofreni görülme sıklığı genel toplumdan daha yüksektir. Şizofrenide genetik faktörlerin rolü iyi tanımlanmış olmakla beraber, bu hastalık yalnızca kalıtımsal faktörlerin değil, birçok koşulun bir araya gelmesi ile oluşur. Yani şizofreni genetik ve çevresel faktörlerin rol aldığı oldukça kompleks bir hastalıktır.
Şizofreni Belirtileri Nelerdir?
Şizofreninin erken dönem belirtileri kişinin yakın çevresine “bir şeylerin yolunda gitmediği” sinyalleri verir ancak, bunun tam olarak ne olduğunu ilk anda belirlemek oldukça zordur. Bu dönemde kişinin normalde yaptığı günlük aktivitelerden uzaklaşması, hobilerine ilgi göstermemesi, motivasyonunu kaybetmesi, duygusal tepkilerinin zayıflaması, garip davranışlar göstermesi genel olarak görülen belirtiler arasındadır. En sık görülen erken dönem şizofreni belirtileri şu şekildedir: sosyal hayattan ve arkadaş çevresinden uzaklaşma, sürekli şüphe duyma, kişisel hijyenin azalması, donuk bakışlar, sevinç veya üzüntü gibi duyguların ifade edilememesi, aşırı tepkiler vermek (aşırı gülme veya önemsiz bir olaya ağlama), depresyon, fazla uyuma veya uykusuzluk, garip ve mantıksız açıklamalar, konuşmalar, unutkanlık, konsantrasyon eksikliği, eleştiriye tahammülsüzlük, konuşmada veya seçilen kelimelerde farklılık.
Yalnız unutulmamalıdır ki bu belirtiler; başka bir sağlık sorununa da işaret ediyor olabilir ve bu belirtileri yaşayan her kişinin şizofren olduğunu söylemek doğru değildir. Ancak bu belirtiler ciddiye alınmalıdır ve konusunda uzman bir doktor tarafından kontrol edilmelidir.
Şizofreni, hasta birey kadar hastanın yakınındaki insanları da etkiler. Düşünce, duygu ve davranışlardaki şiddetli bozulma öncelikle ailenin bütün üyeleri tarafından hissedilir. Aile bireylerinin hastalık hakkındaki bilgisizliği ve çaresizliği bir çok sorunu da beraberinde getirir. Utanç, suçluluk, korku, çaresizlik, gelecek kaygısı ve öfke ailelerin sıklıkla yaşadığı duygulardır. Anksiyete ve depresyon ortaya çıkabilir. Hastalığın aile bireyleri üzerindeki etkisi hastalığın hangi aşamada olduğuyla yakından ilişkilidir. Örneğin; ilk psikotik atağını geçiren bir hastanın ailesi şaşkınlık ve endişe içindeyken, birçok atak geçirmiş ve hastaneye yatırılmış bir hastanın aile üyeleri bıkkınlık yaşıyor olabilir. Ekonomik sorunlar, aile içi çatışmalar, sosyal yaşamın olumsuz etkilenmesi, toplumun hastaları reddedici tutumu karşılaşılan belli başlı güçlüklerdir. Yeterli sosyal desteği alamayan, duygu dışavurumu yüksek olan ve hastalıkla etkin başa çıkma yollarını kullanamayan ailelerin yükü daha fazla olmaktadır.
Şizofreni Tedavisi
Günümüzde şizofreni tedavisinde çok yönlü bir yaklaşım yararlı bulunmaktadır. Güncel tedavide temelde antipsikotik ilaçlar kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra psikoterapiler ve diğer psikososyal yaklaşımlara da başvurulmaktadır. Hastalığın özellikle akut döneminde hastaların hastanede yatarak tedavi görmesi gerekebilir.
Şizofreni belirtileri ve yol açtığı komplikasyonlar doğru tedavi yöntemiyle kontrol altına alınabilmektedir ve kişinin gündelik hayatına büyük oranda dönebilmesi sağlanabilmektedir. Ülkemizde ağır ruhsal bozukluğu olan (şizofreni ve benzeri psikotik bozukluklar ve duygu durum bozuklukları gibi kronik ruhsal bozukluklar) bireyler için, toplum temelli hizmetleri sunmak üzere Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri kurulma çalışmaları başlamış olup, yaygınlaştırma çalışmaları devam etmektedir.
Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri, kendisine bağlanmış coğrafi bölgedeki şizofreni tanısı olan hastaların ve ailelerin bilgilendirildiği, hastanın ayaktan tedavisinin yapıldığı ve takip edildiği; rehabilitasyon, psikoeğitim, iş-uğraş terapisi, grup veya bireysel terapi gibi yöntemlerin kullanılarak hastanın toplum içinde yaşama becerilerinin artırılmasını hedefleyen, psikiyatri klinikleri ile ilişki içinde çalışan ve gerektiğinde mobilize ekiplerle hastanın yaşadığı yerde takibini yapan birimler olarak çalışmaktadır.
Hasta yakınları ile işbirliği kurabilmek; hem hastalığın seyrini olumlu yönde etkileyebilmek hem de hasta yakınlarına destek olabilmek açısından önemlidir. Bu nedenle Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri’nde aile psikoeğitimi verilmektedir. Bu eğitimler; şizofreni hastasının tedaviye uyumu ile hem hastanın hem aile üyelerinin yaşam kalitesini arttırmakta ve tedavi süreci sorumluluğunu paylaşma gibi konularda destek sağlamaktadır.
Tedavi uyumu ve aile desteğiyle pek çok şizofreni hastası toplum içinde günlük yaşamlarını sürdürebilmektedir.
Şizofren tanılı hastalar Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerinde (TRSM) tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanabilir.
Haftada 3-4 kez yapılan, 30-60 dakikalık orta şiddette fiziksel aktivite bile genellikle sağlığımız üzerinde olumlu etkileri açığa çıkarmaya yeterlidir.
Fiziksel aktivite programı kişiye özeldir. Oluşturulan aktivite programlarında, kişinin fiziksel aktiviteyi yapma sıklığı, süresi ve yoğunluğu dikkate alınarak ilerleme basamakları belirlenmelidir. Böylece fiziksel aktivitenin sağlık üzerindeki olumlu etkileri arttırılmış ve kalıcı hale getirilmiş olur.
Aktif yaşam tarzı bir alışkanlık haline getirilmelidir. Fiziksel aktivite alışkanlığı düzenli bir program haline getirilmediği takdirde belirli bir süre aktivite ile düzenlenen vücut sistemleri, aktivitenin bırakılmasının ardından oluşan yararlı etkileri hızla kaybetmeye başlar.
Kendiliğinden ve beklenmedik şekilde gelen korku ataklarıyla karakterizedir. Kişiler kalp krizi ve felç geçirmek, bayılmak, ölmek veya akıllarını kaybetmekten yoğun bir korku duyarlar. Kısa bir süre içerisinde tepe noktasına ulaşan kalp çarpıntısı, terleme, titreme, nefes darlığı, üşüme gibi belirtiler atakların karakteristiğidir.
Her panik nöbeti panik bozukluğu anlamına gelmez, başka ruhsal ve fiziksel hastalıklarda da ortaya çıkabilir.
Panik Bozukluk Ne Sıklıkta Görülür?
Yaşam boyu en az bir panik nöbeti geçirme olasılığı %10’dur. Hemen her yaşta başlayabilmekle beraber erişkin dönemde başlangıç daha sıktır. Kadınlarda, erkeklere göre 2- 3 kat fazla görülür. Yaş ilerledikçe görülme sıklığı azalır. 65 yaş üzerinde görülmesi daha nadirdir.
Panik bozukluğu agorafobi ile birlikte olabilir. Agorafobi, yalnız sokağa çıkmaktan, kapalı bir yerde (otobüs veya sinema salonu) sıkışıp kalmaktan, çıkamamaktan duyulan aşırı korkudur. Böyle durumlarda bireyler, panik atağı geçireceğinden veya utanılacak bir duruma düşeceklerinden ve yardım alamayacaklarından aşırı korku duyarlar. Bu durumlardan kaçınırlar veya güvenlik sağlayıcı davranışları devreye sokarlar (biriyle dışarı çıkmak, kapıya en yakın yerde oturmak gibi).
Panik Bozukluk Nedenleri Nelerdir?
Diğer ruhsal rahatsızlıklarda olduğu gibi panik bozukluğun etiyolojisinde ruhsal ve biyolojik etkenler birlikte etkileşerek rol oynamaktadırlar.
Bedensel duyumların yanlış yorumlanması ve felaketleştirilmesi gibi çarpıtmaların korkuyu tetikleyerek tam bir atağı başlatması, ayrılık anksiyetesi veya öfkeden duyulan rahatsızlık gibi etkenler ve ölüm korkusu gibi etmenler ruhsal etkenleri oluşur.
Panik Bozukluk Belirtileri Nelerdir?
Panik atağı sırasında hasta aşırı endişeli görünmektedir. Telaşlı konuşur ya da konuşamaz. Zihni bulanık gibidir. Kendini garantiye almak için bir yere oturur veya donup kalır. Düşünce içeriğinde bayılacağı, öleceği, ölmesine neden olacak ağır bir hastalık geçirmekte olduğu yer alır. Panik atağı dışındaki zamanlarda tekrar panik atağı geçireceğine dair düşünceleri olur. Atak sırasında (normalde veya başka bir hastalık nedeniyle olmayan) aşırı terleme, yüz kızarıklığı, kan basıncının ve nabzın yüksekliği, ellerde titreme ve hızlı soluk alıp verme görülebilir. Ataklar dışındaysa tamamen normal görünür.
Panik Bozukluk Tedavisi Nedir?
İlaç ve psikoterapi oldukça tedavide oldukça etkilidir ve tam düzelme sağlanabilmektedir. Hastalığın sıklığı, tanısı, oluş mekanizmalarının açıkça anlatıldığı ruhsal eğitimin tedavide önemli bir etkisi vardır. Hastalık belirtileri düzeldikten sonra tedaviye doktor önerdiği sürece devam edilmelidir.
Bu belirtilerin çoğundan şikayetçi iseniz bu durumda aile hekiminize ya da bir psikiyatri polikliniğine başvurmanızı öneririz.
Fiziksel aktivite enerji kullanarak vücut hareketlerini anlatmak için kullanılan uluslar arası bir terimdir. En basit tanımı ile enerjiyi harcamak için vücudun hareket etmesidir. Fiziksel aktivite günlük yaşam içerisinde kas ve eklemlerimizi kullanarak enerji tüketimi ile gerçekleşen, kalp ve solunum hızını arttıran ve farklı şiddetlerde yorgunlukla sonuçlanan aktiviteler olarak tanımlanabilir.
- Yürüme
- Koşma
- Sıçrama
- Yüzme
- Bisiklete binme
- Çömelme kalkma
- Kol ve bacak hareketleri
- Baş ve gövde hareketleri
gibi temel vücut hareketlerinin tümünü ya da bir kısmını içeren çeşitli spor dalları, dans, egzersiz, oyun ve gün içerisindeki aktiviteler fiziksel aktivite olarak kabul edilebilirler.
Egzersiz ise düzenli olarak yapılan fiziksel aktivitedir. Egzersiz, düzenli ve tekrarlı vücut hareketlerini içerir.
Özgül Öğrenme Güçlüğü(ÖÖG); zekası normal / normalin üstünde bir çocuğun iyi eğitim alıyor olmasına rağmen okuma-yazma veya matematik becerilerinde yaşıtlarına ve zekasına oranla düşük başarı göstermesidir.
Sıklık Yaygınlık
Araştırmalar öğrenme güçlüğünün erkek çocuklarda daha sık rastlandığı görülmüştür. Yaygınlık ile ilgili rakamlar farklılık göstermesine rağmen öğrenme güçlüğü olan çocukların sayısının özel eğitimdeki en büyük grup olduğu ve özel eğitimde yaklaşık olarak % 50’lik bir dilimi kapsadığı belirtilmektedir.
Belirtileri Nelerdir?
Özgül Öğrenme Güçlüğü(ÖÖG) genellikle ilkokul döneminde fark edilebilmekle birlikte belirtilerini 3 ana başlıkta inceleyebiliriz;
Okuma yazma alanında;
- Okurken ya da yazarken harflerin ya da sayıların yönünü ters yazma, kelimeleri sondan başa doğru, sanki aynadan görüyormuş gibi yazma
- Kelimeleri tersten okuyup yazma ( ev yerine ve gibi )
- Harf atlayarak, kelimeyi eksik yazma, noktalı ve noktasız harfleri yanlış yazma
- Okurken ya da yazarken harf karıştırma ( b yerine d gibi )
- Okurken sıklıkla bulunduğu yeri kaybetme ya da satır atlama
- Yazı yazarken çok çabuk yorulma
Matematik alanında;
- Sayıları ve matematik sembollerini öğrenememe
- Basit işlemleri öğrenememe
- Problemleri anlayıp işleme geçirmekte güçlük
- Çarpım tablosunu ezberlemekte zorlanma
Diğer alanlarda;
- Dün / Bugün / Yarın gibi zaman kavramlarını zor öğrenme, doğru kullanamama
- Saati zor öğrenme
- Sağını solunu öğrenememe
- Ayları, günleri, alfabenin harflerini doğru sırasıyla öğrenememe
- Yaşadığı bir olayı, seyrettiği bir filmi sırasıyla aktaramama
- Çevreyi çok iyi tanıdığı halde yön bulmada güçlük çekme
- Masanın üzerinde ya da çekmecede duran gözünün önündeki eşyayı bulamama vb. belirtiler görülüyorsa çocuğun Özgül Öğrenme Güçlüğü bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Çocuğumda ÖÖG Olduğundan Şüpheleniyorsam Ne yapmalıyım?
Özgül Öğrenme Güçlüğü(ÖÖG) zihinsel gerilik değildir. ÖÖG olan çocukların genel zihinsel performansları normal olmasına karşın okuma-yazma veya matematik alanlarında sorunlar yaşadıkları görülmektedir.
Eğer çocuğunuzda ÖÖG olduğunu düşünüyorsanız en yakın Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanına başvurunuz. Unutulmamalıdır ki, erken tanı ve müdahale için ayrıntılı değerlendirme ve uzman görüşü oldukça önemlidir.
Egzersize Başlarken
Çoğumuz tamamen inaktif değiliz. Evimizi temizleriz, arabamızı yıkarız, ev için alışverişe gideriz, bahçemiz varsa bahçe işleri ile ilgileniriz. Bütün bunlar fiziksel aktivite sayılır.İşiniz veya evinizdeki sorumluluklarınız dışında bir aktivite yapmak istediğinizde rutin fiziksel aktivitenizi daha düzenli bir egzersiz programı ile değiştirmeniz gereklidir. Bunun için belirli adımları takip edebilirsiniz:
1. Sevdiğiniz bir aktivite seçin: Aksi takdirde bunu sürdüremezsiniz. Yürüyüş en ucuz ve yapılabilir egzersiz programlarından birisidir. Eğer yürüyüş sizin için yeterli değilse ya da mutlu değilseniz o zaman bisiklete binme, yüzme veya sağlık klüplerine katılma gibi başka bir aktivite deneyebilirsiniz.
2. Fiziksel aktiviteyi önceliğiniz haline getirin: Günde en az 30 dakikalık orta şiddette bir fiziksel aktiviteyi hedefiniz olarak belirleyin. Eğer zamanınız kısıtlı ise aktivitenizi gün içinde 10’ar dakikalık seanslara bölün.
3. Zaman içinde küçük değişiklikler yapın: Aktivite seviyenizi dereceli olarak artırın. Başlangıçta kolay ve yavaş tutun, dayanıklılığınızı dereceli olarak günde en az 30 dakikaya ulaşıncaya kadar artırın. Kas ağrıları ve yaralanmalarını önlemeye yardımcı olmak için yavaş yavaş aktivite düzeyinizi artırın.
Belirli bir program dâhilinde ve profesyonel yardım almadan egzersiz yapılacaksa bilinmesi gereken bazı kurallar vardır;
- Daha önce hiç egzersiz yapmamış olanlar gün aşırı 10 dakika gibi sürelerle başlamalı ve bunu zaman içinde en az 30 dakika olacak şekilde arttırmalıdırlar.
- Egzersiz öncesinde yumuşak ve yavaş hareketlerle gererek kaslar ısıtılmalıdır.
- Ani hareketler ve aşırı yüklenme özellikle daha önceden alışık olmayan bireylerde spor yaralanmalarına neden olabilir.
- Bilinçsizce yapılan aşırı egzersiz ise sağlık için hareketsizlik kadar zararlıdır.
- Bilinen bir kronik hastalığı olanlar, egzersiz programlarına başlamadan önce kendilerini izlemekte olan hekime başvurmalıdırlar.
- Egzersizle birlikte gelen şiddetli göğüs ağrısı ve nefes darlığının kalp hastalığı belirtisi olabileceği bilinmelidir.
- Açık havada yapılacak sporlar için hava kirliliğinin yoğun olmadığı ortamları seçmek dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli noktadır.
- Egzersizin en iyisi çocuğun düzenli olarak yaptığı bir tanesidir. Bu eğlendirici ve ödül kazandıran aktiviteleri bulmaya yardım eder.
- Eğlendiren ve güvenli yapılan tüm aktivitelere katılabilir : yürüme, futbol, ip atlama, sıçrama olabilir.
- Çocuğun yaş, vücut büyüklüğü ve fiziksel gelişimi için doğru olan sporu seçmek önemlidir.
Fiziksel Aktivite:
- Mental sağlığı geliştirir
- Kendine güveni artırır
- Anksiyete/depresyonu azaltır
- Davranış, disiplin ve sorumlulukları geliştirir
- Kilo kontrolüne
- Sağlıklı kemik, kas ve eklem yapısının oluşturulmasına ve devam ettirilmesine yardımcı olur
Aileler için Ergenlerde İnaktiviteyi Azaltmak için İpuçları
- TV, sinema ve video oyunları : Günde 2 saatin altına indirilmelidir.
- Çocukların günlük ev işlerini yapmasına izin verilmelidir.
- Güvenli olan ve mümkün olan her şartta yürüyüş tercih edilmelidir.
- Okul beden eğitimi ve beslenme programları desteklenmelidir.
- Okul spor oyunlarına çocuğun katılımı cesaretlendirilmeli ve desteklenmelidir.
- Şehir rekreasyon olanakları araştırılmalıdır.
- Fitnes içerikli hediyeler seçilmelidir (paten, ip atlama, bisiklet).
- Tatil veya dışarıda yapılacak aktiviteler için aile ile birlikte plan yapılmalıdır.
Hedef Kalp Hızınızı Hesaplayın
- Maksimum kalp hızı: Çok yoğun egzersiz süresince kalbinizin en hızlı atımı. Kişiden kişiye değişiklik gösterir. Maksimum kalp hızınızı belirlemek için 220 den yaşınızı çıkartın.
- Hedef kalp hızı: Egzersiz süresince dakikada kalbinizin atması gereken sayıdır.
Orta şiddetli fiziksel aktivite sırasında: Hedef kalp hızı maksimum kalp hızının %50-70’i arasında olmalıdır. Örneğin: Maksimum kalp hızı 170 atım/dakika (220-50) olan 50 yaşında bir kişinin hedef kalp hızı:
- (%50 seviyesi) 170x0.50= 85 atım/dakika
- (%70 seviyesi) 170x0.70= 119 atım/dakika
- Bu kişinin orta şiddetteki egzersiz sırasındaki hedef kalp hızı 85-119 atım/dakika olmalıdır.
Şiddetli fiziksel aktivite sırasında: Hedef kalp hızı maksimum kalp hızının %70-85’i arasında olmalıdır. Örneğin: Maksimum kalp hızı 185 atım/dakika (220-35) olan 35 yaşında bir kişinin hedef kalp hızı
- (%70 seviyesi) 185x0.70= 130 atım/dakika
- (%85 seviyesi) 185x0.85= 157 atım/dakika
- Bu kişinin şiddetli bir aktivite sırasındaki hedef kalp hızı 130-157 atım/dakika olmalıdır.
Egzersize başlarken hedef kalp hızınızın %60 seviyesinde olmasını amaçlayın. Orta şiddette egzersiz seviyesinde hedef kalp hızı %75, ileri seviyede ise hedef kalp hızı %85 olmalıdır. Fiziksel uygunluğunuzu geliştirmek için 20-30 dakika süresince hedef kalp hızınızı korumanız gerekir.
Sosyal iletişim ve etkileşimdeki kalıcı yetersizlikler, sınırlı/yinelenen davranış örüntüleri, aynılıkta ısrarcılık, rutinlere bağlılık ve duyusal uyaranlara aşırı duyarlılık ya da duyarsızlıkla kendini gösteren ve belirtileri çok yoğun olarak 24 ay ve sonrasında ortaya çıkan bir gelişimsel yetersizliktir.
Sıklık Yaygınlık
Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB), Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkezi’nin verilerine göre, 2006 yılında her 150 çocuktan 1’inde ve 2012 yılında her 88 çocuktan 1’inde görülürken, 2014 yılında her 68 çocuktan 1’inde görülmektedir. Ayrıca erkeklerde kızlardan 3-4 kat daha fazla görüldüğü bilinmektedir. Fakat erkeklere oranla kızlarda daha ağır seyrettiği ve zeka geriliğinin daha fazla eşlik ettiği bilinmektedir.
Belirtileri Nelerdir?
Her çocukta farklı belirtiler gözlenmekle birlikte genel çerçevede sosyal-iletişimsel yetersizlikler ve tekrarlayıcı davranışlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Farklı yaş gruplarına yönelik belirtileri inceleyecek olursak;
6-9 ay arasında;
- Babıldamanın (bababa, mamama gibi hece tekrarları)olmaması veya az olması,
- Karşısında konuşanın yüzüne bakmama,
- Göz kontağı kurmama ya da kısa süreli kurma(1-2 sn.),
- Karşısına geçip gülümsediğinizde tepki vermeme,
- İsmiyle seslenildiğinde bakmama,
- Kucağa alınma ya da dokunmaya karşı aşırı tepki veya tepkisizlik,
- Bazı nesnelere/oyuncaklara karşı aşırı ilgi gibi belirtiler gözleniyorsa;
1-3yaş arasında; (Daha önce normal gelişim gözlenen bebeklerde bu dönem itibariyle bazı gelişimsel bozukluklar görülebilmektedir!)
- Karşılıklı gülümsemenin olmaması,
- Göz kontağı kurmama ya da kısa süreli bakma(1-2 sn.)
- İstediği nesneyi işaret parmağıyla göstermeme ya da sizin işaret ettiğiniz nesneye bakmama,
- İsmiyle seslendiğinizde bakmama,
- Gecikmiş konuşma, (örn:2 yaşında 2 kelimeden oluşan cümle kuramama)
- Taklit gerektiren oyunlarda yetersizlik (cee-e, telefonla konuşuyormuş gibi yapma vb.),
- Takıntılı ve tekrarlayıcı davranışlar sergileme (el çırpma, dönme, sallanma, parmak ucunda yürüme vb.),
- Dönen nesnelere, ışıklı ve parlak cisimlere ilgi gösterme,
- Oyuncaklarla amacına uygun olarak oynamama (oyun kurmak, -mış gibi yapmak yerine sıraya dizme, döndürme gibi sürekli ve kısıtlı şekillerde oynama),
- Yalnız başına oynamak isteme, yaşıtlarına karşı ilgisizlik,
- Ağrıya karşı duyarsızlık gibi belirtiler gözleniyorsa;
4-5 yaş arasında ise;
- Karşılıklı konuşma başlatma ve sürdürmede (selam verme, kısa süreli sohbet vb.) kısıtlılık,
- Karşısındakinin söylediği kelimelerin aynısını tekrarlama (ekolali) ve ya garip sesler çıkartma,
- Sembolik oyun kurma becerilerinde yetersizlik (sopadan at yapma, evcilik oyunu gibi –mış gibi yapma gerektiren oyunlar oynamama),
- Takıntılı ve tekrarlayıcı davranışlar (el çırpma, dönme, sallanma, parmak ucunda yürüme vb.) sergileme,
- Rutinlere karşı aşırı bağlılık (her gün aynı kıyafeti giymek, aynı yemeği yemek isteme vb.), değişiklere karşı direnç gösterme gibi belirtiler gözleniyorsa; Otizm Spektrum Bozukluğu açısından değerlendirme yapmak gerekmektedir.
Çocuğumun OSB Olduğundan Şüpheleniyorsam Ne Yapmalıyım?
Eğer çocuğunuzun Otizm Spektrum Bozukluğu belirtileri gösterdiğini düşünüyorsanız bu durumu zaman kaybetmeden Aile Hekiminizle paylaşmalısınız. Aile hekiminiz bulunduğunuz yerdeki en yakın Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanına başvurmanız konusunda sizi bilgilendirecektir.
Unutmayın; Erken tanı ve müdahale, çocuğunuzun var olan potansiyelinin en yüksek düzeyde değerlendirilmesi ve gelişimsel destek programlarının etkin bir şekilde uygulanabilmesi bakımından oldukça önemlidir! Erken müdahale programları çocuğun ihtiyaçlarına uygun, sürekli ve nitelikli olduğunda toplumsal uyum becerilerinde ve diğer gelişim alanlarında artış görülebilmektedir.
3-6 yaş döneminde doğru alışkanlıklar kazanmamış bireylerin yetişkinlik döneminde yanlış alışkanlıklarından kurtularak doğru alışkanlıklar edinmeleri çok zordur.
Bu dönemde çocukların hareket kontrolleri artar ve hareketlerde uyumluluk gözlenir. Ritmik koordinasyon artar. Gelişim Özellikleri: Yürümenin hızı artmıştır, yön değiştirebilir, atlar, zıplar, koşar, yuvarlanır, top atar ve tutar, kayar, tırmanır, merdiven iner ve çıkar, tek ayak üstünde kısa süreli dengede durur, üç tekerlekli bisiklete biner. Öne takla atar.
Önerilen Aktiviteler: Koşma, atlama, zıplama gibi serbest açık alan oyunları, yaşa uygun oyuncaklarla oyun oynama, dans etme, bisiklete binme, topla oynanan oyunlar, su içi ve kum aktiviteleri, grup aktiviteleri, aile ve diğer çocuklarla oyun (Örneğin, benim yaptığım hareketi taklit et oyunu).2-4 yaş döneminde çevresel faktörler (çocuğa alıştırma yapma fırsatı verme, çocuk parkları, spor yapan aile üyelerinin olması), çocuğun özendirilmesi açısından oldukça önemlidir.
4-5 Yaş Dönemi Çocukların hareketlerindeki uyumluluk ve kontrol artmıştır. Gelişim Özellikleri: Farklı yönlere koşar, top sıçratır, çift ayak ileriye geriye sıçrar, tek ayak üzerinde 6-8 sn durur. Ayak değiştirerek merdiven iner.
Önerilen Aktiviteler: Konsantrasyon ve denge oyunları (aldım-verdim oyunu gibi) köşe kapmaca, sek-sek, saklanbaç, mendil kapmaca, engeller arasından hedefe ilerleme, top oyunları, balon ile dans, hayvan taklitleri, yakalamaca (midilli, tavşan kaç, kedi-fare gibi oyunlar)
Bağımsız olarak yürüme ile başlayan ve 5 yaşa kadar olan dönem: Gün içine yayılacak şekilde, farklı şiddetlerde olmak üzere 180 dakikalık fiziksel aktivite yapılmalıdır. Bu aktiviteler; farklı iç ve dış ortam aktiviteleri, hareket yeteneklerini geliştiren aktiviteler ile en az 60 dakikalık enerji harcamayı gerektiren aktivitelere doğru ilerleyen aktiviteleri içermelidir.
Çocukların uzun süre hareketsiz kalmaları önerilmez. Özellikle 2 yaştan itibaren 5 yaşa kadar olan dönemde çocuklar, ekran (televizyon, bilgisayar vb.) karşısında tek seferde 20 dakika, gün içerisinde ise 1 saatten fazla vakit geçirmemelidir. Bu sürenin aşılması, fazla kiloya ve diğer hastalıklara zemin hazırlar.
Kaynak:Türkiye Fiziksel Aktivite Rehberi
Dünyada her 50 kişiden birini etkileyen bu bozukluk, sıklıkla duygudurumunda aşırı yükselmelerden çöküşlere ve yine yükselmelere dönüşen ve çoğu zaman aralarda normal duygudurum dönemleri bulunan dalgalanmalarla kendini gösterir.
Tablo kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterebilir. Hayat boyunca en az 1 kere manik atak geçirmek şartıyla değişik sayılarda ve değişik tiplerde duygudurum ataklarıyla (depresif, manik veya karma ataklar ) seyreden bir bozukluktur. Ataklar arasında hastada genellikle tam bir iyilik hali vardır. Atakların ne zaman ve ne şekilde geleceğini önceden kestirmek mümkün değildir. Bazen yıllar sonra ikinci bir atak görülebileceği gibi bazen de aynı yıl içinde birkaç atak ortaya çıkabilir. Bazı hastalar hayat boyu sadece manik ataklar geçirirken, başka bazı hastalar birkaç manik atakla beraber daha fazla sayıda depresif ataklar veya tüm atak tiplerinden geçirebilirler.
Bipolar Bozukluğa Ne Sebep Olur?
Şeker veya kalp hastalığı gibi tıbbi bir hastalık olan ve kişinin beynini, dolayısıyla da duygudurumunu etkileyen bipolar bozukluğun sebebi kesin olarak bilinmemektedir.
Ancak araştırmalar, beyinde duygudurumun normal düzeyde kalmasını etkileyen bazı anormallikler olduğunu göstermiştir.
Bipolar bozukluk ailesel geçiş eğilimi göstermektedir ve bipolar bozukluğun birçok vak’ada kalıtım yoluyla geçtiği düşünülmektedir. Fakat yine de, bu hastalığa sahip bireylerin çocuklarında hangi oranda görüleceği bilinmemektedir.
Manik ataklar
Manik ataklar; kişinin içinde bulunduğu duruma bağlı olmayan aşırı neşeli, taşkın, yükselmiş bir duygudurumun kliniğe hakim olduğu sendromlardır. İki uçlu duygudurum bozukluğunda (Bipolar affektif bozukluk) tekrarlayan ataklar halinde ortaya çıkarlar.
Temel belirti; olağandışı ve aşırı neşe, coşku, çabuk tepki verme, dışa vuran duygularda abartılı artışın varlığıdır. En az bir hafta süre ile devam ader ve kişinin günlük yaşamını aksatacak düzeydedir.
Diğer belirtiler
- Büyüklük düşünceleri/ benlik saygısında abartılı artış
- Aşırı ve çok konuşkan olma
- Fikir uçuşmaları, düşüncelerin yarışması
- Uyku ihtiyacında azalma
- Dikkatin çelinebilirliği
- Amaca yönelik etkinlikte artış ya da aşırı aktivite ve ajitasyon
- Kötü sonuçlar doğurma ihtimali yüksek etkinliklere katılma
Depresyon atakları
Yaşanan olaylarla orantılı olmayan ve süreklilik gösteren, günden güne değişmeyen, sürekli çökkün ya da üzgün hissetme ve normalde keyif alınan etkinliklere karşı ilgi ve istek azalması, zevk alamamadır.
Başka psikiyatrik bozuklukların ve bir çok tıbbi hastalığın seyri sırasında ve bir çok ilaç-madde kullanımına bağlı olarak da gelişebilir.
Depresyon, her yaş ve sosyoekonomik düzeyden insanda görülebilir. Herhangi bir altı aylık zaman diliminde yaygınlığı %4 dolayındadır. Yaşam boyu yaygınlık oranı %15-25 oranındadır. Kadınlarda iki kat daha sık görülür. Yaşam kalitesini düşürür; hastanın ailesi ve çevresi ile olan ilişkileri bozulur; iş veriminde azalma, iş günü kaybı olur; tıbbi masraflar artar; aile ve toplumun maddi yükünü arttırır ve bakmak zorunda olanlara maddi/manevi yük getirir. En önemli ve endişe verici sonucu ise intihar girişimleridir. Özellikle ağır depresyonlar, intiharların en yaygın nedenidir.
Diğer belirtiler
- Yorgunluk, bitkinlik, enerji azalması
- Baş ve beden ağrıları
- Uyku bozukluğu
- İştah ve kilo değişiklikleri
- Cinsel istek ve işlev bozuklukları
- Dikkat ve bellek sorunları
- Hareket ve konuşmada yavaşlama veya ajitasyon
- Kendine güven azalması, suçluluk ve değersizlik düşünceleri, karamsarlık, ümitsizlik
- Anksiyete
- Ölüm düşünceleri, intihar girişimleri
Belirtiler en az 2 hafta süreyle devam etmesi ve işlevselliği bozacak derecede ağır olması durumunda Major Depresif Atak tanısı konmaktadır. Bu ataklar hayat boyu 1 defa görülebileceği gibi tekrarlayan ataklar şeklinde de görülebilir. Tekrarlayıcı Depresif Bozukluk denen bu durumda; ataklar arasında hastada genellikle tam bir iyilik hali vardır ve atakların ne zaman geleceğini önceden kestirmek mümkün değildir. Bazen yıllar sonra ikinci bir atak görülebileceği gibi bazen de aynı yıl içinde birkaç atak ortaya çıkabilir.
Bipolar Bozukluk Tedavisi
Bipolar bozukluk tedavi edilebilen bir hastalıktır ve düzenli doktor kontrolü ve takiplerle yaşam akışını etkilemeden hastalıkla başa çıkılabilmektedir.
Bipolar bozukluğun mani ve depresyon belirtilerini kontrol altına alabilen veya önleyebilen etkili tedaviler bulunmaktadır. Bipolar bozukluğun temel tedavisi ilaçlarla yapılır. Bu hastalığın niteliğinden dolayı, çoğu zaman hem manik hem depresif belirtileri kontrol altına almak için tek ilaç yeterli olmayabilir; bu sebeple hastalık dönemine belirtilerin şiddetine bağlı olarak birden fazla ilaç kullanılması gerekebilmektedir.
Bipolar bozukluğun tedavisinde iki önemli evrenin olduğu kabul edilmektedir:
- Akut veya kısa süreli tedavi ve
- İdame tedavisi veya koruyucu tedavi
Tedavinin akut evresinde amaç, manik, depresif veya karma dönem belirtilerinin tedavi edilmesidir. İdame tedavisi, sonraki dönem veya nüksleri önlemek amacıyla tedavinin daha uzun süre devam ettirilmesi demektir.
Bipolar bozukluğu tedavi etmek için başlıca üç tip ilaç kullanılmaktadır: Duygudurum dengeleyicileri, antidepresanlar ve antipsikotikler. Uyku sorunlarında yardımcı olmak veya anksiyete ve panik nöbetleri gibi diğer sık karşılaşılan sorunları tedavi etmek amacıyla ek ilaçlar da yazılabilmektedir.
Bipolar bozukluğun tedavisinde kullanılan bazı ilaçların kan düzeylerinin takibi gerekmektedir. Koruyucu düzeyde ilaç kullanırken ilacın zararlı etkilerinden korunmak için bu tetkiklerin büyük önemi vardır ve hekimin önerdiği zamanlarda mutlaka yaptırılmalıdır.
İki uçlu duygu durum bozukluğu tanılı hastalar Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerinde (TRSM) tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlanabilir.
Çocukluk döneminden itibaren düzenli fiziksel aktiviteyi günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline getirmek, bireylerin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi, istenmeyen kötü alışkanlıklardan kurtulması, sosyalleşmesi, yetişkinlik döneminde çeşitli kronik hastalıklardan korunması ve aktif bir yaşlılık dönemi geçirmesinde önemli rol oynamaktadır.
5-7 Yaş Dönemi Gelişim Özellikleri:
Bu dönemde yer değiştirme ve denge hareketlerinde gelişme başlar. Dayanıklılık henüz zayıftır, el-göz koordinasyonu gelişmeye başlamıştır, büyük kas kontrolü hızlıdır. Çocuklar oldukça hızlı ve etkindir. Çocuklar bu dönemde özellikle rekabet içeren bireysel ve eşli oyunlardan büyük zevk alır.
Bu dönemde çocuklar; geriye zıplar, tek eli ile topu fırlatır, hareketli topa tekme atar, potaya top atar. Yan destekli iki tekerlekli bisiklete biner. Yuvarlanır, yerden belirli yükseklikte (ort 25-30 cm) dengede ileri yürür, ilerleyen zamanda da geri yürür. Yukarıdan top atar, seken topu tutar. Seker, ip atlar (iki kişinin tuttuğu ip), yer değiştirmeyi gerektiren hareketleri yapar (basit dans adımlarını yapar.). Denge kaybı olmadan el ya da ayakla topu sürekli olarak sürebilir. Tek ayak üzerinde ortalama 10 sn durur. Ritme uygun vücut hareketleri yapar. Oyun kurallarını dikkate alarak oynar. Önerilen Aktiviteler ve Sporlar: Sıçrama (ip atlama, çizgi oyunları), tutma ve yuvarlama oyunları (tırtıl yakan topu) ile buz pateni, jimnastik, kayak, atletizm, futbol, yüzme, judo sporlarını yapabilirler.
Önerilen Oyunlar:
- Yer değiştirme hareketlerinin geliştirilmesi için; “Yağ Satarım Bal Satarım”, “Köşe Kapmaca” gibi oyunlar.
- Dengenin geliştirilmesi için; “Balonu yere düşürmeme” gibi oyunlar.
- Nesne kontrolü gerektiren hareketlerin geliştirilmesi için; “Hedefe Yuvarla” oyunu”, “Bowling” gibi oyunlar.
- Birleştirilmiş hareketlerin geliştirilmesi için; “Balık ağı”, “Kuyruk Kapmaca” gibi oyunlar.
- Ritim ve müzik eşliğinde hareketin geliştirilmesi için; “Say Bak”, “Topuk Burun” gibi oyunlar.
- Vücut bölümlerinin hareketlerini tanımlamak için; “Atlama Konma” oyunları.
- Hareket alanını belirlemek için; “Çömlek Çömlek Ne Kaynar?”, “Aç Fil ile Şişman Fil” gibi oyunlar.
- Temel hareketleri yaparken dengesini sağlamak ve vücut bölümlerini kullanarak stratejiler geliştirmesi için; “Balık Ağı”, “Eşini Bul” gibi oyunlar.
8-9 Yaş Dönemi Gelişim Özellikleri:
Ritmik becerilerde gelişme gözlenir, dayanıklılık artar, kuvvet ve koordinasyon gerektiren beceriler gözlenir, temel hareketler olgunlaşır, karmaşık hareket becerilerini yapar. Bu dönemde çocuklar top sürme, pas atma becerileri ile bireysel ip atlama, raketle top atma becerilerini geliştirir. Önerilen Aktiviteler ve Sporlar:Halk oyunları, vurma yakalama oyunları, masa tenisi, kort tenisi, eskrim, boks, karate, taekwon-do, basketbol, voleybol, yoga.
Önerilen Oyunlar:
- Yer değiştirme hareketlerinin geliştirilmesi için şu oyunlar da yardımcı olacaktır. “Sıranı Bul”, “Müzikli Yer Kapmaca” gibi oyunlar.
- Dengenin geliştirilmesi için; “Sek Sek”, “Donnn Çözül” gibi oyunlar.
- Nesne kontrolünün geliştilmesi için; “Resmi Vur Sayıyı Al”, “Uzağa Fırlat” gibi oyunlar.
- Birleştirilmiş hareketlerin geliştirilmesi için; “Dört Kere Zıpla”, “Üç Kere El Çırp” gibi oyunlar.
- Verilen ritim ve müziğe uygun bireysel ve grupla nesneli/nesnesiz dans etme becerilerinin geliştirilmesi için; “Çizgiyi Aş Aya Ulaş” gibi oyunlar.
- Doğaya uyumun geliştirilmesi için; “İstop”,“Saklambaç”,“UçurtmaUçurma”, doğada yürüyüş.
10-11 Yaş Dönemi Gelişim Özellikleri:
Kuvvet, çeviklik, denge ve koordinasyon gerektiren becerilerde artış gözlenir. Hareketlerde yaratıcılıktan ve takım sporlarına katılımdan zevk alır. Çoğu temel hareket olgunluğa ulaşmıştır. Kalp, damar ve solunum sistemi dayanıklılık sporları için elverişli hâle gelir. Duruş sorunları oluşabilir. Ergenlik belirtilerinden dolayı kızlar bazı etkinliklere katılımda isteksiz olabilirler. Kızlar ve erkeklerde fiziksel aktivite tercihleri farklılık gösterebilir. Tercihleri dikkate alınarak aktivitelere katılmaları önemlidir. Önerilen Aktiviteler ve Sporlar: Özellikle bu dönemdeki duruş bozukluklarını önlemek için yoga, dans uygun aktivitelerdir. Yön bulma, günlük ve gün aşırı yürüyüşler, izcilik, kampçılık gibi doğa sporlarını yapabilirler.Ev ve bağ-bahçe işleri, alışveriş gibi aile ile birlikte yapılacak aktivitelere katılımları desteklenmelidir.
Önerilen Oyunlar:
- Yer değiştirme hareketlerini artan çeviklikle yapma becerilerinin geliştirilmesi için; “Top Getirme”, “Tekler‐Çiftler Yarışması” gibi oyunlar.
- Yer değiştirme hareketlerini vücut, alan farkındalığıvehareketilişkilerinikullanarak artan bir doğrulukla yapma becerilerinin geliştirilmesi için; “Top ile Ebeleme”, “Dairede Ters Koş” gibi oyunlar.
- Çeşitli nesnelerin üzerinde denge gösterme becerilerinin geliştirilmesi için; “Yerden Yüksek” gibi oyunlar.
- Denge hareketlerini vücut, alan farkındalığı ve hareket ilişkilerini kullanarak artan bir doğrulukla yapma becerilerinin geliştirilmesi için; “Annem Bana Su Çeker”, “Dize Dokunma” gibi oyunlar.
- Nesne Kontrolü Gerektiren Hareketleri yapma becerilerinin geliştirilmesi için; “Topa Yetiş”, “Köprüden Geçecek Top”, “İstop” gibi oyunlar.
- Nesne kontrolünün geliştirilmesi için; “Atma‐Yakalama”, “Dene Yap”, “Yakan Top” gibi oyunlar.
- Seçtiği müzik eşliğinde bir çalışma/dans koreografisi oluşturma becerilerinin geliştirilmesi için; Dans etmek.
- Temel ve birleştirilmiş hareket becerilerinin geliştirilmesi için; “Yakan Top”, “Kurdela Bağlama Çözme”, “Kol Kola” gibi oyunlar.
5-11 yaş grubu çocuklarda sağlığının korunması ve geliştirilmesi için hergün en az 60 dakika orta şiddetten yüksek şiddete doğru giden fiziksel aktiviteler tercih edilmelidir. Haftada en az 3 defa yüksek şiddetli aktivite yapılması önerilmelidir.
Ekran karşısında gün içerisinde toplam 2 saatten fazla zaman geçirilmesine izin verilmemelidir.
Kaynak:Türkiye Fiziksel Aktivire Rehberi
Bedensel ruhsal ve cinsel gelişimin henüz tamamlanmadığı 0-18 yaş arasındaki dönem çocukluk dönemi olarak tanımlanır.
Bu dönem içerisinde çocuğun bakmakla yükümlü kimseler ve diğer yetişkinler tarafından fiziksel, duygusal, zihinsel veya cinsel gelişimlerini engelleyen ya da beden veya ruh sağlığına zarar veren, kaza sonucu olmayan durumlarla karşı karşıya bırakılmasına çocuk istismarı denmektedir. Çocuğun sağlığı, fiziksel veya psikolojik gelişimi için gerekli ihtiyaçların karşılanmaması ise “çocuk ihmali” olarak tanımlanmaktadır.
Çocuk istismarı ve ihmali gerçek boyutları iyi bilinmeyen çok ciddi toplumsal bir sorun olmanın yanı sıra yol açtığı bedensel, zihinsel ve psikolojik bozukluklar ile bireylerde yaşam boyu iş gücü yitimi, uzun süreli ve yineleyici tetkik ve tedaviler nedeniyle topluma önemli ekonomik yük getiren bir sağlık sorunudur.
Çocuğa yönelik kötü muamelenin fiziksel, cinsel ve duygusal istismar ile ihmal olmak üzere dört farklı boyutu vardır.
Fiziksel İstismar: Çocuğa karşı; sağlığına, yaşamına, gelişimine veya onuruna zarar veren ya da zarar verebilme olasılığı yüksek, kasıtlı fiziksel güç kullanılmasıdır. Fiziksel bulgular nedeniyle de saptanması en kolay olan istismar türüdür. Vurma, yakma, itme, ısırma, çimdikleme, silah kullanma, dövme, bir cisimle dövme, tekmeleme, istenmeyen bir madde dökme, boğmaya çalışma, sarsma gibi davranışları içerir.
Duygusal İstismar: Çocuğun ihtiyaç duyduğu ilgi, sevgi ve bakımdan mahrum kalması ve bunun çocuk üzerinde psikolojik sorunlara neden olması durumudur. Çocuğun özleştireceği bir figürün bulunmaması, duygusal paylaşımın olmaması, hareketlerinin kısıtlanması, çocuğa olumsuz özelliklerin yüklenmesi, kasıtlı olarak sözel ve davranışsal olumsuz uyarı verilmesi, izole edilmesi, reddedilmesi, korkutulması, haksız yere suçlanması, gelişimi konusunda uygun olmayan beklentilerin olması gibi tutumları kapsar.
Cinsel İstismar: Çocuğun tam olarak anlayamadığı, onay vermesinin mümkün olamayacağı, gelişimsel olarak hazır olmadığı ya da toplumun yasalarına, sosyal normlarına aykırı olacak şekilde bir cinsel etkinliğe dahil edilmesidir. Aşağıdaki biçimde sınıflandırılabilir:
- Dokunma olmaksızın yapılan istismar; Sözel sataşmalar, uygunsuz telefon konuşmaları, teşhircilik, röntgencilik, çocuğun cinsel ilişki sahnesine doğrudan maruz bırakılması, çocuğun pornografik malzemeler için kullanılması
- Dokunmanın yer aldığı istismar; oral-genital, genital-genital, genital-rektal, el ile genital temas, rektal bölgelere veya vücudun diğer bölgelerine dokunma
- Şiddet kullanarak yapılan istismar
İhmal: Çocuğun beslenme, barınma, sağlık, giyim korunma ve gözetim gibi yaşamsal ihtiyaçlarının kendisine bakmakla yükümlü kişilerce karşılanmamasıdır.
Çocuk İstismarını Kolaylaştıran Başlıca Risk Faktörleri:
- Çocuk ile ilgili risk faktörleri
- Anne-baba ya da bakım veren ile ilgili risk faktörler
- Ailenin sosyal yapısı ile ilgili risk faktörleri
- Toplumla ilgili risk faktörleri
Çocuk ile ilgili risk faktörleri:
- İstenmeyen çocuklar ya da istenmeyen cinsiyette çocuklar, doğmalık anomaliler, mizaç vb. nedenlerle ailenin beklentilerini karşılayamayan çocuklar
- Zihinsel gerilik, erken doğum, kronik hastalık gibi nedenlerle sürekli bakım gerektiren çocuklar
- Engelli çocuklar
- Hiperaktivitesi, tehlikeli davranış sorunları olan çocuklar
- Üvey çocuklar
- Sık ve uzun süre ağlayan çocuklar
Anne-baba ya da bakım veren ile ilgili risk faktörleri:
- Genç ebeveyn, yalnız yaşayan ebeveyn
- Eğitim eksikliği (Çocuk gelişimi hakkında bilgisizlik, bilinçsizlik)
- Alkol ve/veya uyuşturucu kullanıyor olmak
- Çocukken istismara uğramış olmak
- Fiziksel veya psikiyatrik bir hastalık varlığı
- Dürtü ve öfke kontrolünün yetersizliği
- Toplumsal iletişim becerilerinin yetersizliği
Ailenin sosyal yapısı ile ilgili risk faktörleri:
- Ebeveyn ve çocuk bağının kopuk olması ve bağın kurulamaması
- Çok çocuklu, katı disiplin uygulayan aileler
- Ekonomik sıkıntı, işsizlik, aile içi şiddet varlığı
- Sosyal destek sistemlerinin yetersizliği
- Evlilikteki veya yakın ilişkilerdeki sorunlar nedeniyle aile yapısının bozulması, bunun sonucunda çocukta veya erişkinde duygusal ve zihinsel sorunların ortaya çıkması
- Aile bireyleri arasındaki bağın zayıf olması, sözel ve psikolojik çatışmaların sık yaşanması
Toplumla ilgili risk faktörleri:
- Çocuğu koruyan yasaların yetersizliği
- Çocuğa verilen değerin düşük olması
- Cinsel ayrımcılık ve toplumsal eşitsizlik
- Şiddetin kabul edilir olması, hoş görüyle karşılanması, organize şiddetin varlığı (savaş, terör, yüksek suç oranları)
- Pedofili
- Kontrolsüz internet
- Kültürel normlar
Çocuğun istismara uğradığının düşünüldüğü durumlarda en yakın sağlık merkezine başvurulur.
ALO 191 Uyuşturucu İle Mücadele Danışma ve Destek Hattı Ne İş Yapar?
- Uyuşturucu madde kullanan kişilere ihtiyaçlarına göre gerekli bilgilendirme verilerek, tedavileri için en uygun merkezlere yönlendirme sağlanır.
- Uyuşturucu maddeyi bırakma konusunda kararsızlık yaşayan kişilerle motivasyonel görüşme yapılarak, tedavi olmaları yönünde motive edilir.
- Uyuşturucu madde kullanan bireylerin yaş aralıklarına göre, nasıl iletişim kurulması gerektiği konusunda ailelere bilgilendirme yapılır.
- Bağımlılık süreçlerinde ailenin de destek almasının önemli olduğu vurgulanarak, ilgili birimlerden destek almaları konusunda bilgilendirme sağlanır.
- Yakınlarının (öğrencisi, çocuğu, eşi, komşusu vb.) madde kullanımından şüphe duyan kişilere madde kullanımına bağlı görülebilecek davranış, duygu durum ve fiziksel değişikler hakkında bilgi verilir.
- Madde kullanımı olan kişilerde yaşanabilecek süreçler (şiddet, gasp, istismar vb.) konusunda bilgilendirme yapılır. Konu hakkında başvurabilecekleri diğer kurumlar (Emniyet Müdürlükleri, Sulh Hukuk Mahkemeleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı il müdürlükleri, Halk Sağlığı Müdürlüğü Tütün ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Şubesi / Birimi, belediyeler) hakkında da bilgi verilir.
ALO 191 Uyuşturucu İle Mücadele Danışma ve Destek Hattı Ne İş Yapar?
Alo 191 Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığıyla ilgili hizmetlerin verildiği, kişiye uygun gerekli yönlendirmelerin yapıldığı, vatandaşların uyuşturucu ile mücadele kapsamında hizmet alabilecekleri danışma ve destek hattıdır. Hattın amacı; önleme, tedavi ve rehabilitasyon mekanizmalarını destekleyerek güçlendirecek şekilde organize edilmiştir. Alo 191 sabit hatlardan ücretsiz olarak 7 gün 24 saat hizmet vermektedir.
ALO 191 Uyuşturucu İle Mücadele Danışma ve Destek Hattını Kimler Arayabilir?
- Uyuşturucu kullanıcısı iseniz ve bırakmak istiyorsanız,
- Alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı hakkında bilgi almak istiyorsanız,
- Çocuğunuzun, arkadaşınızın, komşunuzun, öğrencinizin ya da herhangi bir yakınınızın uyuşturucu kullandığından şüpheleniyor ve ne yapacağınızı bilmiyorsanız,
- Yakınlarınızı uyuşturucu madde bağımlılığından nasıl koruyacağınızı öğrenmek istiyorsanız,
- Çevrenizde bulunan uyuşturucu bağımlılarına nasıl yardımcı olacağınızı öğrenmek istiyorsanız,
- Alo 191 hattını aradığınızda bilgilerinizin üçüncü kişi ve kuruluşlarla paylaşılacak endişesi yaşamadan destek almak istiyorsanız,
- Uyuşturucu madde kullanımını bıraktığınız halde, madde kullanma isteği duyuyor ve bununla mücadele etmekte zorlanıyorsanız,
- Uyuşturucu madde kullanımı ile ilgili destek almak istediğiniz her konuda 191 Hattını arayabilirsiniz.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB ); okul öncesi dönem ve okul çağında belirgin hale gelen, sıklıkla erişkinliğe kadar süren bir bozukluktur.
Çocuğun davranışlarını kontrol etmesi ve dikkatini sürdürmesinde sorun vardır. Aşırı hareketlilik yaygın olarak görülür ancak bazı çocuklarda aşırı hareketlilik olmaksızın sadece dikkat sorunları da bulunabilir.
Sıklık ve yaygınlık
Okul çağındaki çocukların %3-7’ünde yaygın olarak görülmekle birlikte erkek çocuklarda görülme sıklığı kız çocuklarına oranla 3-5 kat daha fazladır. Ayrıca Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı bölümlerine başvuran hastalar arasında DEHB tanısı alma oranı hem dünyada hem de Türkiye’de birinci sırada yer almaktadır.
Belirtileri Nelerdir?
DSMVI’te “kendini gösterme şekline” göre bulgular aşağıdaki gibi incelenmektedir;
Hiperaktivite (Aşırı Hareketlilik) ve Dürtüsellik Belirtileri;
- Çoğu zaman elleri, ayakları kıpır kıpırdır ya da oturduğu yerde kıpırdanıp durur.
- Çoğu zaman sınıfta ya da oturması beklenen diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar.
- Çoğu zaman uygunsuz olan durumlarda koşuşturup durur ya da tırmanır.
- Çoğu zaman sakin bir biçimde, boş zamanları geçirme etkinliklerine katılma ya da oyun oynama zorluğu vardır.
- Çoğu zaman hareket halindedir ya da bir motor tarafından sürülüyormuş gibi davranır.
- Çoğu zaman çok konuşur.
- Çoğu zaman soru tamamlanmadan hemen cevabı verir.
- Çoğu zaman sırasını bekleme güçlüğü vardır.
- Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptıklarının arasına girer.
Dikkat Eksikliği Belirtileri;
- Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez ya da okul ödevlerinde, işlerinde ya da diğer etkinliklerinde dikkatsizce hatalar yapar.
- Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde ya da oynadığı etkinliklerde dikkati dağılır.
- Doğrudan kendisiyle konuşulduğunda çoğu zaman dinlemiyormuş gibi görünür.
- Çoğu zaman yönergeleri izlemez ve okul ödevleri, ufak tefek işleri ya da işyerindeki görevlerini tamamlayamaz.
- Çoğu zaman üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker.
- Çoğu zaman sürekli zihinsel çabayı gerektiren görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da bunlarda yer almaya karşı isteksizdir.
- Çoğu zaman üzerine aldığı görevler ya da etkinlikler için gerekli olanları kaybeder.
- Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla dağılır.
- Günlük etkinliklerde çoğu zaman unutkandır.
Yukarıda yer alan gruplardaki bulgular tek başına bulunacağı gibi bir arada da bulunabilir. Örneğin bir çocukta yalnızca dikkat eksikliği görülürken, bir diğerinde dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu bir arada görülebilir.
Çocuğumda DEHB Olduğundan Şüpheleniyorsam Ne yapmalıyım?
Belirtilerden yalnızca birinin olması tek başına DEHB tanısı koymak için yeterli değildir. Bahsi geçen belirtilerden DSM 5’e göre teşhis konulabilmesi için çocuklarda 6 ya da daha fazla bulgu, 17 yaş sonrası için en az 5 bulgu olması gerekmektedir. Bu sebeple anne-babalar ve öğretmenler çocukları iyi gözlemlemelidir. Bazı anne-babalarda her hareketli çocuğu “hiperaktif” olarak etiketleme eğilimi bulunurken bazı anne-babalarda ise çocuğunu tembel, umursamaz veya ilgisiz olarak değerlendirip görmezden gelme görülebilmektedir.
Eğer çocuğunuzda bahsedilen belirtilerden bazıları yoğun olarak bulunuyorsa ve bu belirtiler okul, ev ortamı gibi birden fazla ortamda görülüyorsa kendi başınıza tanı koymak yerine, ayrıntı değerlendirme ve uzman görüşü için en yakın Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanına başvurunuz!
Unutulmamalıdır ki, DEHB uygulanan tedaviye çok iyi yanıt veren bir bozuktur. Buna karşın tedavi edilmediğinde çocuklarda, zihinsel becerileri yeterince kullanamama ve dolayısıyla okul başarısında düşme, günlük yaşama adaptasyon sorunları gibi birçok problem ortaya çıkabilmektedir.
Sevgili Anne-Baba ve Anne- Baba Adayları
Aile Sağlığı Merkezlerinde uygulanan “0-6 Yaş Çocuğun Psikososyal Gelişimini Destekleme (ÇPGD) Programı” ile çocuğun bedensel, ruhsal ve sosyal gelişimi bütüncül olarak takip edilmektedir. Program ile gebelik döneminden itibaren çocuk 6 yaşına gelene kadar aile sağlığı personeli tarafından izlemleri yapılmaktadır.
Çocuğunuz anne karnından itibaren büyümeye başlar. Çocuğunuzun büyümesi, bedensel ve zihinsel gelişimi için gebelik döneminde beslenmeniz çok önemlidir. Bebek doğduğu andan itibaren ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmesi çok önemlidir. 6. Aydan itibaren anne sütü ile birlikte ek gıdalara geçilmelidir. Beslenmenin yeterli olduğu ayına uygun kilo almasıyla anlaşılır. Bu nedenle çocuğunuzu düzenli aralıklarla aile sağlığı merkezlerine getiriniz. Aile sağlığı merkezlerinde çocuğun büyüme takibi persantil (büyüme) grafikleriyle yapılmaktadır.
Bebek doğduğu andan itibaren, hızlı bir şekilde öğrenmeye başlar. Anne babanın yapacakları onun zihinsel gelişimine katkıda bulunur, duygusal gelişimini olumlu yönde etkiler. Anne babaların çocukların zihinsel gelişimini artırabilmeleri, onlara yeterli uyaranı vermeleriyle mümkündür. Bebek ne kadar çok duyar, görür, koklar, tadar ve dokunursa duyuları o kadar gelişir. Bebeklik ve çocukluk döneminde yapılacak aktiviteler ona hayat boyu yarar sağlar. Ancak unutulmamalıdır ki en temel uyaran her zaman sevgidir. Çocuğunuzun gelişimini destekleyerek; onun daha zeki, daha becerikli, daha üretken ve daha mutlu bir birey olmasını sağlayabilirsiniz.
Sizleri Aile Sağlığı Merkezlerine bekliyoruz.
Anne babanın çocukla zaman geçirmesi ona ne kazandırır
- Özgüvenini arttırır
- Değerli olduğunu, sevildiğini hissettirir
- Anne-baba-çocuk arasındaki ilişkiyi güçlendirir
- Duyularını ( görme, işitme, dokunma vb.) uyarır ve geliştirir
- Kendisini ifade etmeyi öğrenir
- Problem çözme yeteneğini geliştirir
- Sorumluluk almayı, işbirliği yapmayı öğrenir
- İletişim ve düşünme becerisini geliştirir
“Sevgili Anneler-Babalar çocuğunuzun psikososyal gelişiminin takibi için gebelikten itibaren aile hekiminize başvurunuz.”
Madde Kullanımına Dair Şüphe Durumunda Nelere Dikkat Edebiliriz?
Madde kullanımının bireyler üzerindeki etkileri farklı olabilir ve madde kullanımını anlamanın dışarıdan bakıldığında (kullandığını görmeksizin) kesin bir yolu yoktur. Bu anlamda iyi bir iletişim her şeyden önce gelmektedir. Özellikle ergenlik döneminde gençlerde birçok davranış değişikliği görülebileceğinden madde kullanımı ile bu durumu karıştırmamak gerekir. Genel olarak bakıldığında uyuşturucu madde kullanımına bağlı, bazı davranışsal değişiklikler ve kullanılan maddelere bağlı birtakım belirtiler görülür. Bunlar;
Davranışsal değişiklikler;
- Aile ilişkileri azalabilir ve aile ilişkilerinde sorunlar olabilir,
- Birey daha çok yalnız zaman geçirmeye başlayabilir,
- Arkadaş çevresi değişebilir,
- Sosyal yaşantısı olumsuz etkilenebilir,
- Okul başarısı düşebilir
- Okul devamsızlıkları artabilir,
- Para harcaması artabilir,
- Eski alışkanlıklarını bırakabilir (Örn. spor yapmak, arkadaşları ile zaman geçirmek gibi),
- Madde kullanımına devam edebileceği şekilde hayatını değiştirebilir (Örn. okulu bırakmak, işinden ayrılmak gibi),
- Kendine bakımı azalabilir,
- Yalan söylemeye başlayabilir,
- Eve geç gelmeye başlayabilir,
- Yeme içme davranışında değişiklikler olabilir,
- Evde değişik malzemeler bulundurabilir,
- Kendini kesme, intihar girişimi gibi davranışları olabilir,
- Evden eşyaların kaybolması, para çalınması yaşanabilir.
Madde kullanımına bağlı görülebilecek değişiklikler;
- Ruhsal değişiklikler görülebilir (ani duygu hali değişiklikleri, birden öfkeliyken ardından neşeli ve rahatlamış olmak gibi),
- Duygu halinde dalgalanmalar, (öfkelilik, saldırganlıktan neşelilik, sakinliğe kadar değişen duygu hali),
- Konsantrasyon bozuklukları, unutkanlık ve hafıza sorunları,
- Engellenme durumlarında ciddi sinirlilik,
- Genel bir isteksizlik,
- Yorgunluk, halsizlik,
- Bedensel belirtiler,
- Gözlerde kanlanma, küçülmüş ya da büyümüş gözbebekleri,
- Konuşmada bozulma (peltek konuşma gibi)
- Aşırı terleme,
- Tansiyon değişiklikleri,
- Bulantı, kusma, iştahsızlık, kilo kaybı,
- Yürümede güçlük, denge kaybı,
- Uyku bozuklukları (aşırı uyuma ya da uykusuzluk şeklinde olabilir),
- Vücutta yara izleri, enjeksiyon izleri,
- Ağız kenarlarında yaralar, lekeler, elde yanıklar,
- Eklem-kas ağrıları, kramplar,
- Hayaller görme,
- Zaman zaman gerçeği değerlendirmenin bozulması gibi.
Bu belirtiler varsa 191 hattımızı arayın ve durumu birlikte değerlendirelim.
Yetişkin Bir Bireyle İletişim Kurarken Nelere Dikkat Etmelisiniz?
Yakınınız, madde kullanımıyla ilgili sizinle iletişim kurmuyorsa ya da ilk kez onunla endişelerinizi paylaşacaksanız uygulayabileceğiniz bazı öneriler konuşma şansınızı artırır. Karşınızdaki bireyle daha iyi bir iletişim kurmanıza yardımcı olur.
- Kişiliğine saygı gösterilmeli,
- Kişiyi dinlemeli ve dinlerken empati kurmaya çalışılmalı,
- İletişim kurarken emir cümleleri kurmak yerine, öneri ifadeleri kullanılmalı,
- Tartışma çözüm getirmeyeceği için, tartışmalardan kaçınılmalı,
- İyimser bir tarzda konuşulmalı, kendinde ve hayatında değişiklik yapabileceği vurgulanmalı,
- Görüşme için kendinizi hazır hissettiğiniz zamanda konuşulmalı,
- Kişi madde etkisinde olmadığı zaman konuşulmalı.
Çocuğunuz İle İletişim Kurarken Nelere Dikkat Etmelisiniz?
Özellikle ergenlik sürecinde ebeveynlerin sağlıklı bir iletişim kurmak adına tutum ve davranışlarına dikkat etmesi gerekmektedir. Dikkat edilmesi gereken bu tutum ve davranışları kısaca şöyle sıralayabiliriz;
Nasihat vermeden konuşmaya dikkat edilmeli: Kişilerle iletişim kurarken nasihat verir tarzda konuşmak iletişim sürecini olumsuz etkileyebilir. “Ben senin yaşındayken ne doğru dürüst oyuncağım ne de bilgisayarım vardı. Hiç kıymet bilmiyorsun, hiç...” şeklinde konuşmalar örnek gösterilebilir.
Tehdit edici konuşmamaya dikkat edilmeli: Tehdit kısa bir süre için çocuğunuzu korkutmaya yarar; ancak uzun vadede etkili olmayacaktır. Söylediğiniz şeyleri gerçekleştirmediğinizde yaptığınız her türlü uyarının zamanla ciddiye alınma olasılığı düşer. İsteğinizi ve bunu neden istediğinizi ona anlatır ve beklentilerinizi onun potansiyeline göre belirlerseniz çocuğunuzun bunları yerine getirme olasılığı artacaktır.
Sorgulamadan konuşmaya dikkat edilmeli: Hayatı hakkında bilgi sahibi olmanız önemlidir. Arkadaşları kim; nerelere gider, neler yaparlar? Ancak bunları öğrenmek için onu sorgulamamalısınız. Unutmayın niyetiniz “paylaşmak”. Eğer o anda size cevap vermiyorsa “şu anda konuşmaya çok hazır değilsin; ama istediğin zaman ben seni dinlemeye hazırım” şeklinde karşılık vermeniz kendisiyle ilgilendiğinizi anlamasını sağlayacaktır.
Ahlak dersi vermeden konuşmaya dikkat edilmeli: Yapılmaması gereken bir şeyi yapmış olsa bile bunu ahlak dersi verir tarzda değil; yaptığının ne gibi olumsuz sonuçlara yol açabileceğini ve ne gibi duygular uyandırdığını dile getirerek anlatmanız daha etkili olacaktır.
Konuşurken dinlemeye dikkat edilmeli: Eğer sizinle konuşmak istediği sırada bir işle meşgulseniz işinize ara vermeli, onunla göz kontağı kurarak dinlemelisiniz. Söylediği şeyleri doğru anladığınızdan emin olmak için ona sorular sorabilirsiniz. Problemleri paylaşmaya çalıştığınız gibi iyi vakitlerini de paylaşmanız önemli.
Daha fazla iletişim kurmaya dikkat edilmeli: Sadece maddelerin olumsuz etkileri hakkında değil, hayatına ve geleceğine dair düşünceleri hakkında da sohbetler etmelisiniz. Düşüncelerine saygı gösterdiğinizi hissettirmelisiniz. Çocuğunuza karşı açık olmanız ve kendi hatalarınızı nasihat dili kullanmadan aktarmanız faydalı olacaktır. Bunları yaparken çocuğunuzun yaşını ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmayı unutmamalısınız.
Hayır demesi öğretilmeli: Israrlarla başa çıkması için çocuğunuza “HAYIR” demeyi öğretmeniz gereklidir. Önemli olan nokta, verdiği kararlarda arkadaş grubunun baskısı rol oynadığında yaşayabileceği olumsuz sonuçları fark edebilmesidir. “Hayır, teşekkür ederim” cümlesini ısrarlar karşısında birkaç kere tekrarlamak ve ortamdan uzaklaşmak gibi yöntemleri denemesi için teşvik edebilirsiniz.
Davranışlarınızla örnek olmaya çalışılmalı: Çocuğunuzun kötü alışkanlıklar edinmesini istemiyorsanız, davranışlarınızla ilk önce siz onlara ÖRNEK olmalısınız. Gereksiz ilaç, alkol, sigara ve madde kullanmayarak örnek olabilirsiniz.
Teşhis koymamaya dikkat edilmeli: Size bir sıkıntısından, sorunundan bahsettiğinde hemen etiket koymaya ya da ne olduğunu bulmaya çalışmamalısınız. Kendisini ifade etmesine müsaade etmelisiniz. Ne yaşamış, ne düşünüyor, ne hissediyor ve neye ihtiyacı var... Bunları anlamaya çalışmalısınız.
Arkadaşlarını tanımaya çalışılmalı: Ergenlik döneminde ön plana çıkan ve gencin hayatında çok önemli yeri olan arkadaşlarının nasıl insanlar olduklarını bilmeniz önemlidir. Ancak dozu kaçırmamak yani gencin özel hayatına da dikkat etmek gerekmektedir. Kısaca, terazide bir denge sağlayarak arkadaşlarını tanımalısınız.
Yargılamadan konuşmaya dikkat edilmeli: İstediğiniz gibi davranmadığında öfkelenebilirsiniz ve buna engel olamadığınızda da aklınıza gelen şeyleri söylemeye başlar ve farkında olmadan onu yargılayabilirsiniz. Öfkenizi kontrol ederseniz olayın birden fazla sebebi olabileceğini görebilirsiniz. Bu sayede siz yaptığınızdan dolayı pişmanlık duymazsınız, çocuğunuz da “bunu haketmedim” hissini yaşamayacaktır.
Yaşadığınız durumu paylaşmak ve bilgi almak için 191 hattımızı arayabilirsiniz.
Yakınınız Tedaviye İkna Olmuyorsa Nasıl Davranmalısınız?
Öncelikle davranışlarındaki değişim uzun süre alabileceğinden sabırlı olmak bu süreçte çok önemlidir. Kişiyle kuracağınız iletişimde neden tedavi olmak istemediği konuşulmalı ve sebepler üzerinde çözüm üretilmelidir. Kişinin tedavi süreciyle ilgili tam ve doğru bilgilendirilmesi tedaviye yaklaşımını değiştirebilir. Tedavi süreciyle ilgili farkındalık yaratılması için kişinin cesaretlendirilmesi, motivasyonunun arttırılması ve kişinin desteklenmesi olumlu etkiler yaratacaktır. Geçmişte yaşadığı sorunlardan uzaklaştırmak ve geleceğe dair hedefler koydurmak kişinin tedavi sürecine katılmasında etkili olacaktır.
Sağlık hizmetlerinin etkinliğinin artırılması ile birlikte bireysel diyet ve sağlık uygulamalarının düzeltilmesi önlenebilir hastalıkları, sakatlıkları ve erken ölümleri azaltmaktadır. Beslenme yetersizliği ve dengesizliği bazı hastalıkların oluşmasında doğrudan, bazılarında ise dolaylı nedendir.
Aşağıda hastalıklara yönelik genel bilgileri bulabilirsiniz. Ancak hastalıklarda diyet planlamasının kişiye özel olduğunu unutmayınız. Bunun için mutlaka diyetisyene başvurunuz.
Detaylı bilgi için lütfen aşağıda ilgili kısımlara tıklayınız.
Kalp Damar Hastalıklarında Beslenme
Kronik Böbrek Hastalıkları ve Beslenme
Sindirim Sistemi Hastalıklarında Beslenme
Ülkemizde yetersiz ve dengesiz beslenme sorunlarından etkilenen grupların başında gebe, emzikli ve menapoz dönemindeki kadınların geldiği bilinmektedir. Beslenme sorunlarının başlıca nedenlerinin, gebelik ve emziklilikte artan ihtiyaçlara uygun olarak günlük beslenmeye ek yapılmaması, ekonomik yetersizlikler nedeniyle besin alımının azalması, gelenek ve göreneklerin etkisi nedeni ile yanlış besinlerin seçimi, yiyecek hazırlama ve saklamada yapılan yanlış uygulamalardır.
Gebelik öncesi dönemde çiftlerin sağlık kontrollerini (genetik hastalıklar, beslenme yetersizlikleri çeşitli enfeksiyon hastalıkları vs).ihmal etmemeleri çok önemlidir. Doğum öncesi iyi bir bakım alarak sağlıklı geçirilmiş bir gebelik, sağlıklı bebeklerin doğmasına; aşıların tamamlanması, 6 ay sadece anne sütü ve iki yaşına kadar da ayına uygun ek besinlerin başlanması ile birlikte emzirmenin desteklenmesi yetişkinlik döneminin daha sağlıklı geçirilmesine temel olacaktır.
Bilimsel çalışmalar, gebelik ve emziklilik döneminde annelerin yeterli ve dengeli beslenmesinin; hem kendi sağlığının uzunca süre korunabilmesinde hem de bebeğin sağlıklı doğması ve gelişmesinde etkin olduğunu göstermektedir. Bu nedenle gebelik ve emziklilik döneminde bebek ve anne sağlığının temel taşlarından birisi yeterli ve dengeli beslenmedir.
Menapoz döneminde hormonal düzensizliklere bağlı olarak vücutta önemli değişiklikler oluşur. Fiziksel ve fizyolojik semptomlar görülmeye başlar.Yine bu değişiklikler yaşamın ileriki döneminde kronik hastalıkların gelişmesine ve sağlığın olumsuz yönde etkilenmesine de neden olabilmektedir. Bunların bilinerek uygun beslenme planlamasının yapılması; sağlık sorunlarının oluşumunun önlenmesini ve tedavisini sağlayacak, yaşam kalitesini arttıracaktır.
Okulda Sağlığı Ne Demektir?
Öğrencilerin ve okul çalışanlarının sağlığının değerlendirilmesi, geliştirilmesi, sağlıklı okul yaşamının sağlanması ve sürdürülmesi, öğrenciye ve dolayısıyla topluma sağlık eğitiminin verilmesi için yapılan çalışmaların tümü olarak tanımlanmaktadır.
Okulda Sağlığın Korunması ve Geliştirilmesi Programı Nedir?
Okul çağındaki bütün çocukların olabilecek en iyi bedensel, ruhsal sağlığa kavuşmalarının sağlanması ve sürdürülmesi, okul çocuklarının sağlıklı bir çevrede gelişiminin sağlanması, çocukların, okul çalışanlarının, ailelerinin ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesi hedefleyen ve Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğinde yürütülen programdır.
Okulda Sağlığın Korunması ve Geliştirilmesi Programı Kimleri Kapsamaktadır?
Program Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı resmi ve özel; okulöncesi (anaokulu), ilkokul, ortaokul ve liseler, pansiyonlu okullar ile mesleki eğitim merkezleri, özel eğitim iş uygulama merkezleri ve özel eğitim mesleki eğitim merkezlerinde öğrenim görmekte olan tüm öğrencileri, okul çalışanlarını ve velileri kapsamaktadır.
Program Kapsamında Neler Yapıyoruz?
Program; sağlık hizmetleri, sağlıklı ve güvenli okul çevresi, sağlıklı beslenme, fiziksel aktivite, sağlık eğitimi ve aile/ toplum katılımı bileşenlerinden oluşmaktadır. Bu çerçevede Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte;
- Okullarımızın sağlıklı ve güvenli okul çevresine sahip olması için çalışmalar,
- Okullarda doğru ve sağlıklı besinlere ulaşabilmek için gereken iyileştirmeler,
- Öğrenciler, aileler ve okul çalışanları için güncel ve doğru sağlık bilgisine erişim,
- Öğrencilerin yıllık sağlık kontrollerinin sağlanması,
- Fiziksel aktivite imkânlarının arttırılması,
- Tüm bu çalışmalara ailelerin katılımının sağlanmasına ilişkin faaliyetler yürütülmektedir.
Okul Çağındaki Çocuğumu Aile Hekimine Götürmeli Miyim?
Okul çağı çocuklarının gelişimlerinin izlenebilmesi ve sağlıklarının korunması, varsa sağlık sorunlarının erken saptanarak çözümlenmesi için Aile Hekimlerince her yıl en az bir kez sağlık kontrollerinin yapılması gereklidir. Yıllık sağlık kontrolleri, yıl boyunca (yaz tatili de dâhil) sizin ve çocuğunuzun uygun olduğu herhangi bir zamanda yapılabilir.
Yıllık Sağlık Kontrolünde Neler Yapılır?
Çocuğunuzun fiziksel, sosyal ve ruhsal gelişimi değerlendirilir, yaşına uygun taramalar yapılır, aşıları kontrol edilerek tamamlanır, gereken konularda danışmanlık verilir. Yıllık sağlık kontrolünde yapılacak işlemler için tıklayınız.
Ülkemizde "gebelik öncesi ve gebelik döneminde yetersiz ve dengesiz beslenme", anne ve bebek ölümlerinde önemli bir yer tutuyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 1 milyon 400 bin doğum gerçekleşmektedir. Gebelik öncesi ve gebelik döneminde yetersiz ve dengesiz beslenme, anne ve bebek ölümlerine yol açan birçok sağlık sorununu beraberinde getirmektedir.
Gebelik öncesi ve gebelik dönemindeki beslenme şekli ile bebeğin doğum ağırlığı, beyin gelişimi ve sağlığı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Ülkemizde beslenme bozukluklarına bağlı olarak, hamile kadınların % 58’inde demir yetersizliği anemisi (kansızlık) ile kan hücrelerinin yapımında gerekli olan folik asit, fiziksel ve zihinsel gelişimde etkili iyot ve kemik gelişiminde rol oynayan kalsiyum yetersizlikleri görülmektedir.
Ülkemizde her yıl yaklaşık 154 bin bebek düşük doğum ağırlığı ile doğmaktadır.Dünyada her yıl doğan altı bebekten biri 2500 gramın altında ve düşük doğum ağırlığı ile doğmaktadır. Bu oran Türkiye’de yüzde 10-12 arasıdır. Düşük doğum ağırlığının en önemli nedenlerinden biri, hamile kadınlarda görülen beslenme bozukluklarıdır. Gebelik döneminde enerji ve besin öğeleri gereksinimi artmaktadır. Bu ihtiyaç karşılanmadığı takdirde bebeğin büyüme ve gelişmesi için gereksinim duyulan besin öğeleri, annenin kendi dokularından sağlanır. Bunun sonucunda da annede, çeşitli hastalıklar ortaya çıkar ve enfeksiyonlara karşı direnç azalır.
Gebelik öncesi ve gebelik döneminde yetersiz ve dengesiz beslenme, anne açısından doğum risklerini beraberinde getirirken, gebelik zehirlenmesi ve anne ölümlerine yol açar. Bebeklerde ise fiziksel ve zihinsel gelişim geriliğine, hastalıklara yakalanma riskinde önemli oranda artışa ve ölü doğuma zemin hazırlamaktadır. Anne adayının uzun süreli yetersiz ve dengesiz beslenmesi, anne ve bebek ölümlerine yol açmaktadır. Gebelik öncesi ve gebelik döneminde beslenme, hem anne hem de doğacak bebeğin sağlığını önemli oranda etkilemektedir. Her gün en az 2 su bardağı kadar süt veya yoğurt tüketilmelidirler.
Bu besinlerin yerine 2-3 kibrit kutusu kadar peynir veya 1-2 kaşık çökelek tüketmeleri de yararlı olacaktır. Çiğ süt ve bundan yapılan peynirler zararlı mikropları içerdiğinden pastörize süt ve bu sütlerden yapılan peynirler tercih edilmelidir. Yine anne adayları normal zamanda yediklerine ek olarak bir adet yumurta veya yumurta kadar et, tavuk, balık tüketmelidir. Bu besinler tüketilemiyorsa kurubaklagil yemekleri, mercimekli veya nohutlu çorbaların tüketilmesine özen gösterilmelidir. Vitaminler açısından zengin olan taze sebze ve meyveler her öğünde düzenli olarak tüketilmelidir. Azar azar ve sık aralıklarla beslenilmeli, uzun süre aç kalınmamalıdır.
Yemeklerde sıvı yağlar tercih edilmelidir. Gün içinde zeytinyağı tüketmeye özen gösterilmelidir. Fasulye, nohut, mercimek gibi kuru baklagillerin yanında, C vitamini açısından zengin bol limonlu salata, taze soğan veya meyve tüketilmelidir. Yemeklerde mutlaka iyotlu tuz kullanılmalıdır. Böylelikle bebek, guatr hastalığı ve zeka geriliğinden korunmuş olur. İyotlu tuz, koyu renkli cam kavanozda saklanılmalı, ışıktan, güneşten ve nemli ortamlardan korunmalıdır. Böylelikle iyodun kayba uğraması engellenmiş olur. Yüksek tansiyon (hipertansiyon) varsa yemekler tuzsuz veya az tuzlu pişirilmelidir. Aşırı tuzlu besinler tüketilmemelidir.
Sigara ve alkol kesinlikle kullanılmamalıdır. Sigara içilen ortamlardan uzak durulmalıdır. Gebelikte sıvı gereksinimi artmaktadır. Bunu karşılamak için daha fazla su veya süt, ayran, taze sıkılmış meyve suları içerek sıvı alımı arttırılmalıdır. Her gün en az 10 bardak su içilmelidir. Gebelikte anemi (kansızlık) daha sık görülür. Anemiden korunmak için; yumurta, kırmızı et, kuru baklagiller, pekmez ve taze meyve-sebze gibi yiyeceklerin daha fazla tüketilmesine özen gösterilmelidir. Çay ve kahve tüketimi en aza indirilmelidir. Yemeklerden bir saat öncesi ve bir saat sonrasına kadar çay ve kahve içilmemelidir.
Tarım ürünlerindeki zararlı olabilecek kalıntıları uzaklaştırmak için, besinler, özellikle sebze ve meyveler tüketilmeden önce çok iyi yıkanmalıdır. Bu besinleri en iyi yıkama şekli; yiyecekleri su dolu bir kapta 5-10 dakika bekletmek, bu işlemi birkaç kez tekrarlamak ve sonra çeşme altında bol suda yıkamaktır. Gebelikte aşermenin hormonal etkiler sonucu gerçekleştiği bilinmektedir. Bu nedenle canın her çektiği yiyecek değil, vücut için gerekli olanlar ölçülü şekilde tüketilmelidir. Gebelik boyunca her ay 1-1.5 kg olmak üzere, toplam 7-14 kg alacak şekilde ağırlık artışı kontrol edilmelidir. Sebze ve kuru baklagillerin haşlama sularının dökülmesi, vitamin ve mineral kayıplarına neden olacağı için haşlama ve pişirme suları dökülmemelidir. Satın alırken taze besinler tercih edilmelidir.
Ambalajlı besinlerin son kullanma tarihi ve içeriğine dikkat edilmelidir. İçeriği bilinmeyen besinler gebelik süresince tüketilmemelidir.Hamilelerde D vitamini yetersizliği, anne karnındaki bebeklerin beyin ve kemik gelişimini olumsuz etkilemekte, doğumsal katarakt hastalığı ve enfeksiyon risklerini de beraberinde getirmektedir. Bütün hamile kadınlar, yazın öğle saatleri dışında günde 10-15 dakika süreyle güneşe çıkmalıdırlar.
Broşürler için tıklayınız.
Ergenlik ve gençlik dönemi; fiziksel, ruhsal, biyokimyasal ve sosyal yönden hızlı büyüme, gelişme ve olgunlaşma süreçleriyle, çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. 10-19 yaş ergenlik dönemi olarak adlandırılırken, gençlik olarak nitelenen yaş grubu 10-24 olarak kabul edilmektedir. Ergenlik dönemi genellikle kızlarda 10-12, erkeklerde ise 11-14 yaşlar arasında başlamaktadır.
Ergenler; yaklaşık dünya nüfusunun %20’sini, Türkiye nüfusunun %16’sını oluşturmaktadır. Tüm dünyada 2025 yılında 1.13 milyar ergen olması beklenmektedir.
Emzirme, bebeğin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için en uygun beslenme yöntemidir. Anne ile bebeğin sağlığı üzerinde biyolojik ve psikolojik bir etkiye sahiptir. Emzirme sırasındaki enerji ve besin öğeleri ihtiyacı gebelikte olduğundan daha fazladır. Anne gebelikte iyi beslenmişse, ihtiyaçlarını kısmen karşılayabilecek yağ deposuna sahiptir. Bu yağ deposunun kullanılması ile doğumu izleyen ilk haftalarda anne kilo kaybeder.
Emziklilik döneminde süt üretimi için gerekli olan enerji iki kaynaktan sağlanır:
1. Gebelik süresince vücut yağı olarak depolanan enerji,
2. Besin gruplarından gelen enerji.
Süt veren kadın hem kendi vücudundaki besin öğeleri depolarını dengede tutmak hem de salgıladığı sütün karşılığı olan enerji, protein, mineral ve vitaminleri almak için yeterli ve dengeli beslenmelidir. Aksi takdirde kendi vücut depolarından harcamaktadır. Bu da sağlığının bozulmasına ve yetersiz süt salgılanmasına neden olmaktadır.
Emziklilikte Enerji ve Besin Öğeleri İhtiyacı
- Sütü ile bebeğin ihtiyacını tamamen karşılayan bir kadın günde ortalama 700-800 mL süt salgılar. Bu sütün karşılığı olan enerji ve besin öğeleri ihtiyacı emziklilik döneminde de normal gereksinmeye ek yapılarak artırılmalıdır.
- Yeterli düzeyde anne sütü üretimi için yeterli miktarda sıvı almaya özen gösterilmelidir. Günde en az 8-12 bardak sıvı alınması yeterlidir. Emziklilik döneminde suyun yanı sıra besin değeri yüksek süt ve meyve suyu gibi içecekler tercih edilmelidir. Süt ve meyve suyu aynı zamanda diğer besin öğelerinin tüketimini de sağlayacağından, anne sütü verimliliğini de etkileyecektir. Örneğin; süt tüketimi kalsiyum, meyve suyu ise C vitamini sağlayacaktır.
- Emziklilik döneminde zayıflama diyeti yapılmamalıdır. Bu dönemde enerji alımı günlük 1800 kalorinin altına düşerse, vücut için gerekli olan besin öğelerini yeterli düzeyde alınmamaktadır. Özellikle emziklilik döneminin başında düşük kalorili bir diyet uygulaması süt yapımını azaltmakta ve sütün besin değerini olumsuz etkilemektedir.
- Emziklilik döneminde alkol ve sigara kullanılmamalıdır.
- Soğan, sarımsak, brokoli, kabak, karnabahar, acı baharatlar veya kuru baklagiller, anne sütünün tadını değiştirebilir. Bu durum bazı bebeklerde huzursuzluk (gaz oluşturması, emmeyi reddetme gibi) yaratırken, bazıları hiç fark etmeyebilir. Bebeğinizde ciddi birtakım huzursuzluklar gelişirse, bu tür besinler ya daha az sıklıkla tüketilmeli ya da hiç tüketilmemelidir.
Broşür için tıklayınız.
Ergenlik dönemi nedir?
Ergenlik dönemi, fiziksel ve duygusal süreçlerin yol açtığı, cinsel ve psikososyal olgunlaşma ile başlayan, bireyin bağımsızlığını ve sosyal üretkenliğini kazandığı, ayrıca duygusal dalgalanmaların yaşandığı bir dönemdir.
Ergenlik dönemi, genç insanların yeni yetenekler edindiği ve birçok yeni durumla karşı karşıya kaldığı hızlı bir gelişme dönemidir. Bu dönem sadece ilerleme için fırsatlar sunmakla kalmaz, aynı zamanda sağlık ve iyilik konusundaki riskleri de beraberinde getirir. Ergenler hayatlarının ikinci on yılının zorluklarıyla karşı karşıya geldiklerinde çok az bir yardımla enerjilerini olumlu ve üretken alanlara yönlendirebilirler. Ergenlerin ihmal edilmesi, hem o sırada, hem de gelecek yıllarda sorunlara yol açabilir. Ancak aynı zamanda bu dönem bir fırsat dönemidir. Yeniliğe, değişime, gelişmeye en açık olan bu yaş grubuna, doğru yöntemlerle, doğru yerde, doğru kişilerle ulaşıldığında, ülkemizin gelişmesine büyük katkı sağlanacaktır.
Artık çocuk olunmayan ama henüz yetişkin de olunmayan bu yaş döneminde ergen ve gençler riskli davranışlarda bulunabilirler. Ergenlerin, pek çok konuda ilk deneyimlerini en sağlıklı biçimde edinmek, sağlığa zararlı davranışlar geliştirmemek, olumlu sosyal ilişkiler kurarak psikososyal gelişimlerini sürdürebilmek için yardıma gereksinimleri vardır.
Ergenliğin Başından Sonuna Büyüme –Gelişme Aynı Biçimde Midir?
Ergenlik genel olarak üç evrede incelenir;
- Erken Ergenlik: Erken ergenlik, 12-14 yaş arasını kapsar. Bu dönemin en önemli özelliği, bedensel değişimlere uyum sağlamaya çalışan gençlerin gösterdiği büyük çabadır. Bedensel değişimler bazen o kadar hızlı olur ki, gençler bedenlerinin içinde kendilerini yabancı gibi hissederler. Birden uzayan kollar ve bacaklar sakarlıklara yol açar. Önce eller ve ayaklarda büyüme başlar ve bu büyüme kollar bacaklar ve gövde olarak devam eder. Bu durum, vücudun orantısız görünmesine yol açar. Yaşanan bedensel değişimler çocukluktan farklı bir erkek ya da kız kimliğinin algılanmasına ve cinsel kimliğin ön plana çıkmasına yol açar. Zihinsel gelişimin son basamağı olan soyut kavramları düşünebilme yetisinin kazanıldığı dönemin başlangıcıdır. Duygusal dalgalanmalar vardır.
- Orta Ergenlik: Büyümenin çok hızlandığı, ergenlik dönemine ilişkin enerji ve besin ihtiyacının en üst düzeye ulaştığı yaşlardır ve 15 – 18 yaş arasındaki dönemi kapsar. Soyut kavramları algılama, yeteneklerinin arttığı, ancak dürtülerindeki yoğunlaşma sonucu çeşitli sorunlarla baş etmek zorunda kaldıkları dönemdir. Herkes bu dönemde farklı sorunlar yaşar.
- Geç Ergenlik: Geç ergenlik dönemi ergenliğin son dönemidir. 18 yaş üzeri ve 20’li yaşları kapsar. Bireyin psikolojik olgunluğu kazanıp, toplum içinde erişkin rollerini almaya hazır hale gelmesi ile sonlanır. Ergenliğin başından beri yaşanan duyguların, geliştirilen becerilerin, kurulan sosyal ilişkilerin harmanlanarak birleştirildiği ve sonucunda kimlik duygusunun geliştirildiği dönemdir.
Ergenlik Döneminde Herhangi Bir Sağlık Sorunu Olmasa da Doktora Başvurulmalı Mıdır?
Her ergen, bu dönem boyunca hiçbir sağlık sorunu olmasa da, en az yılda bir kez aile hekimi tarafından genel muayeneden geçirilmelidir. Sağlık kontrollerinin düzenli yapılması, bir problem saptanması durumunda ise bu konuda uzman bir hekime yönlendirilmesi sağlıklı yetişkinliğe giden yolda en önemli adımlardan biridir.
İnsan yaşamında ikinci büyüme ve gelişme dönemi olan ergenlik dönemi sorunlu bir dönem olup, ergen, zaman zaman bu kadar değişikliğe uyum sağlayamamaktadır. Bu dönemde ergen; fiziksel büyüme, cinsel gelişim ve psikososyal gelişim ile ilgili sorunlarla karşılaşmaktadır. Dönemin özelliğinden dolayı da zaman zaman bu sorunları çözememektedir. Bu nedenle ergenlerin karşılaştıkları sorunların ve gereksinimlerinin belirlenmesi gerekmektedir. İşte sağlıklı ergenin yıllık kontrolleri bu noktada da önem kazanmaktadır.
Beslenme yaşamın her döneminde önemlidir. Büyümenin en hızlı olduğu evrelerden bebeklik döneminde beslenme ayrı bir önem taşımaktadır. Doğumdan iki yaşın sonuna kadar devam eden dönem, çocuklarda büyüme-gelişmenin en hızlı olduğu yaşama sağlıklı başlangıç için en kritik dönemdir. Çocukluk çağı hastalıklarının en önemli ölüm nedenlerinden biri olan büyüme geriliği, bazı vitamin ve mineral eksiklikleri ile ishaller en sık 0-2 yaş grubu çocuklarda görülmektedir. Büyümenin en hızlı olduğu bu dönemde oluşan büyüme geriliğinin iki yaş sonrasında düzeltilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle, süt çocuğu ve küçük çocukların beslenmesiyle ilgili alışkanlıkların bu dönemde kazandırılması ve annelerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Anne Sütü
Bir toplumun geleceği sağlıklı bireylerin varlığı ile süreklidir. Çocukların sağlıklı olarak dünyaya gelmesi ve yetişmesi için annelerin gebe ve emziklilik döneminde, fetal gelişme, süt yapımı, besinlere olan gereksinmelerinin artması ve buna bağlı olarak yeterli ve dengeli beslenmeleri ve sağlıklarını korumaları konusunda bilinçlendirilmeleri gereklidir.
Yenidoğan bir bebek için en uygun besin ANNE SÜTÜ’dür. Anne sütü bebeğin sağlıklı olması, tüm besin öğeleri gereksinmelerini karşılaması, kolaylıkla sindirilebilmesi ve enfeksiyonlara karşı koruması açısından yeri doldurulamaz bir besindir.
Yenidoğan bir bebeğe İLK 6 AYLIK dönemde SADECE ANNE SÜTÜ verilmelidir.
Anne Sütünün Yararları
- Her zaman sterildir, ısı derecesi idealdir.
- Besin ögesi bileşimi bebeğin gereksinmelerine uygundur.
- Koruyucu etmenleri içerir.
- Sindirime yardımcı aktif enzimler içerir (yağ sindirimi için lipaz)
- Enfeksiyonu önleyen ögeler içerir
- Hormonlar ve büyümeyi sağlayan ögeleri içerir
- Anne sütü alan bebeklerde solunum yolu ve mide-barsak enfeksiyonları daha az görülür.
- Anne sütü verilmesi orta kulak iltihabı riskini azaltır.
- Anne sütü çene ve diş gelişimini sağlar.
- Bazı kronik hastalıkların oluşma riskini azaltır (tip I diyabet, çölyak hastalığı, obezite, koroner kalp hastalığı gibi).
- Alerjiye karşı koruyucudur ve bebeği pişikten korur.
- Bebeğin ruhsal, bedensel ve zihinsel gelişimine yardımcı olur.
- Ucuzdur, hazırlama sorunu gerektirmez.
- Anne ve bebeği arasındaki duygusal bağı güçlendirerek sevgi dolu bir ilişkiyi kolaylaştırır.
- Annenin sağlığını korur. Emziren annelerde göğüs kanseri, yumurtalık kanseri, kemik erimesi ve kansızlık (anemi) oluşumu azalır. Anne sütü uterusun eski haline dönmesine yardımcı olur, anneyi aşırı kan kaybından korur.
Tamamlayıcı Beslenme
Bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesinin sağlanması uygun besinlerin verilmesi ile olanaklıdır. Anne sütü ilk 6 ay tek başına yeterli olmaktadır, ancak bu dönemden sonra bebeklerin gereksinmelerini tek başına karşılayamadığı için bebeklerin beslenme programlarına bazı eklemeler yapmak gerekmektedir. Anne sütünün tek başına süt çocuğunun enerji ve besin öğeleri gereksinmesini tam olarak karşılamadığı dönemde başlayan ve diğer yiyecek ve içeceklerin anne sütü ile birlikte verildiği sürece “tamamlayıcı beslenme” adı verilmektedir. Tamamlayıcı beslenme anne sütünden erişkin birey beslenmesine geçiş dönemi olarak da adlandırılmaktadır. Bu dönemde bebek değişik tat, lezzet ve yapıda besinlerle tanışır. Tamamlayıcı besinler, geçiş besinleri (süt çocuğu için özel hazırlanmış besinler) ve aile yemekleri (ailenin diğer fertlerinin sofrada tükettiği besinler) olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Tamamlayıcı beslenme ile birlikte emzirmenin sürmesi çocuk sağlığı açısından önem taşımaktadır. Uygun zamanda başlatılan ve kurallara uygun şekilde sürdürülen tamamlayıcı beslenme, bebeğin bir yaş civarında aile sofrasındaki yiyecekleri tüketebilecek olgunluğa ulaşmasını sağlar. Tamamlayıcı besinlere zamanında başlanmalı, besinler yeterli, güvenilir ve uygun olmalıdır. Tamamen veya kısmen anne sütü ile beslenirken enerji ve besin öğelerine gereksinmelerinin arttığı dönemde başlanmalıdır (altıncı ay). Büyüyen çocuğun gereksinimi olan enerji, protein ve diğer besin öğelerini karşılayacak oranda olmalıdır. Hijyenik olarak hazırlanıp uygun koşullarda saklanmalı, temiz kaplarda ve temizlik kurallarına uygun olarak servis edilmelidir Çocuğun açlık ve tokluk durumu, iştahı, beslenme şekli (kendi kendine, kaşıkla ezme veya püre olarak) ve öğün aralıkları (günlük beslenme sayısı) düşünülerek planlanmalıdır.
0-1 Yaş Döneminde Sakıncalı Besinler Çay, bitki çayları, bal, bakla gibi besinlerin süt çocukluğu döneminde verilmesi uygun değildir.
Çay: Çay, süt çocukları ve küçük çocuklara önerilmez. İçeriğinde tanin olması, demir ve diğer mineralleri bağlayıcı özelliğinden dolayı demir eksikliğine, içine eklenen şeker ise iştahsızlığa ve diş çürümelerine neden olur.
Bitki Çayları: Papatya çayı, yeşil çay v.s bitki çaylarının da demir emilimini azaltıcı etkisi vardır. Aynı zamanda bazı farmakolojik ajanlar içeren bitki çaylarının, süt çocukları ve küçük çocuklar için güvenilirliği konusunda yeterli bilimsel araştırma yoktur.
Bal: Bal fruktoz (%41), glukoz (%41) ve suyun (%18) bileşiminden oluş- maktadır. Clostridium botulinum sporlarını içerebilmesi nedeni ile botulizm riski taşır. Süt çocuklarının mide asidi düzeyi düşük olduğundan bu sporları öldüremez, bu nedenle bir yaşından küçük çocuklara bal önerilmez.
Şeker: Şeker pancarından elde edilen bir besindir. Şeker pancarı % 16-20 arasında sukroz (glukoz ve fruktoz) içermektedir. Şeker vücuda enerji sağlar, başka bir besin değeri bulunmamaktadır. Boş enerji kaynağı olduğu için bebek beslenmesinde şeker yerine pekmez veya süt şekeri laktozun kullanılması daha doğru bir yaklaşımdır. Ayrıca çocuklarda fazla tüketilmesi iştahsızlığa ve diş çürüklerine, ileriye dönük hatalı beslenme davranışlarının gelişmesine ve dolayısıyla şişmanlığa neden olmaktadır.
Bakla: Toksinli baklanın neden olduğu zehirlenme anemi, hemoglobinüri ve yüksek ateşle karakterizedir. Toksinli bakla yenildikten 24-48 saat sonra etkisi görülür. Zehirlenme taze çiğ baklanın yenmesi ile olur. Bakla pişirildiği zaman toksinin etkisi kalmaz. Favizme neden olabileceği düşü- nüldüğünden süt çocukluğu döneminde bakla önerilmez.
Tamamlayıcı Besinlerin Yeterliliği ve Uygunluğu Yaşamın ilk iki yılında hızlı büyüme ve gelişmeden dolayı, süt çocuğunun kilogramı başına düşen enerji gereksinmesi çok yüksektir. Günde 500 mL anne sütü alan süt çocuklarda, anne sütü 6 aydan sonra günlük enerjinin %31’ini, proteininin %38’ini, A vitamininin %45’ini ve C vitamininin %95’ini karşılamaktadır.
Öğün Sıklığı
Tamamlayıcı besinlerin verilme döneminde öğün sayısı besinlerin enerji yoğunluğuna ve her öğünde tüketilen miktarlarına bağlıdır. Sağlıklı beslenen anne tarafından emzirilen süt çocuğunun tamamlayıcı besinlerden alması gereken günlük öğün sayısı 6-8. aylar arasında 2-3 kez, 9-11. aylar arasında 3-4 kez, 12-24. aylar arasında 3-4 kez olmalıdır. Eğer her öğünde alınan besinin enerji yoğunluğu düşükse veya bebek emzirilmiyorsa öğün sıklığı arttırılmalıdır. Öğün sıklığının gerekenden daha fazla olması, anne sütünün daha az alınmasına yol açar. Ayrıca fazla miktarda besin hazırlığına, besinin uzun süre saklanmasına, bulaşma riskinin artmasına, güç ve zaman kaybına neden olmaktadır. Bir yaş sonrası çocuğun besin tüketimine göre 5 veya 6 farklı besin verilmesi önemlidir.
Tamamlayıcı Besinlerin Güvenilirliği
Zararlı mikroorganizmalarla bulaşmış tamamlayıcı besinler (özellikle besin hazırlanmasında kullanılan su), ishal oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle 6 ay süresince sadece anne sütü alan bebeklerde, tamamlayıcı besinlerin başlanması ile ishal oluşum sıklığı artmaktadır. Dünyada her yıl 1.8 milyon çocuğun ishalli hastalıklar nedeniyle öldüğü bilinmektedir. Besin kaynaklı enfeksiyonlar iştahsızlığa neden olmaktadır. Besin alımının azalması, ishal, kusma malabsorpsiyon ve ateş nedeniyle artan besin öğesi kayıpları bebek ve çocukların immün sistemlerini etkilemekte, büyüme ve gelişmeleri etkilenmektedir. Yapılan çalışmalarda ishalli hastalıkların ve diğer besin kaynaklı enfeksiyonların önemli bir bölümünün ev ortamında besinlerin hijyenik olmayan koşullarda hazırlanması ile oluştuğu gösterilmiştir. Besinlerin kontaminasyon kaynakları çeşitlidir (Şekil 1). Çiğ besinlerin kendileri kontaminasyonun kaynağıdır. Ayrıca besin hazırlama ve depolama koşulları çapraz bulaşma riskini arttırmaktadır. Besin kaynaklı enfeksiyon hastalıklarını önlemek için besinlerin tüketilmeden en az birkaç saat önce hazırlanması, patojenlerin üremesine veya toksinlerin oluşumuna uygun olmayan sıcaklık ve nem ortamlarında saklanması, besindeki patojenleri azaltmak için yeterli miktarda ısıtılması gerekmektedir. Besinlerin hazırlanmasından önce annenin ellerinin, yemekten önce annenin ve bebeğin ellerinin yıkanması uyulması gereken en önemli temizlik kuralıdır. Besinlerin hazırlanması ve sunulmasında temiz kase, bardak, kaşık v.s kullanılmalıdır.
Aylara Göre Verilmesi Önerilen Tamamlayıcı Besinler
0. ay
- SADECE ANNE SÜTÜ (Bebeğin aylara göre büyümesi izlenmelidir)
6. ay
- Anne sütüne devam
- Yoğurt
- Meyve suyu, sebze suyu ve püresi
- Pekmez
- Şekersiz muhallebi (süt + pirinç unu)
- Yumurta sarısı (1/4 oranında)
- Besinlerin hazırlanmasında inek sütü küçük miktarlarda kullanılabilir.
7. ay
- Anne sütüne devam
- Yoğurt
- Meyve suyu, sebze suyu
- Pekmez
- Pirinç unu, pirinç
- Yumurta sarısı (tam)
- Et (balık, tavuk etleri ve kırmızı et)
- Bitkisel yağlar
- Sebze püre veya sebze çorba
8. ay
- Anne sütüne devam
- Yoğurt
- Meyve suyu, sebze suyu
- Pekmez
- Et (balık, tavuk etleri ve kırmızı et), kuzu veya tavuk karaciğeri
- Bitkisel yağlar
- İyi ezilmiş ev yemekleri (kıymalı ve sebzeli)
- Tam yumurta veya pastörize peynir
- Tahıl – kırmızı mercimek, kurufasulye, nohut ezmeleri
Broşür için tıklayınız.
- Öfke, kızgınlık, sevinç gibi olumlu olumsuz tüm duyguların paylaşılması gerekir. Bu dönemdeki çocuklarınızla duygularınızı paylaşın.
- Ergenleri dinleyin ve anlamaya çalışın.
- Yeteneklerini ortaya çıkarmaları ve geliştirmeleri konusunda destek olun.
- Asla başkalarının önünde eleştirmeyin.
- Başkalarıyla kıyaslamayın.
- Ergenin duygusal değişikliklerinden kaynaklanan tepkileri karşısında serinkanlı olun. Kırıcı, sert ve yıkıcı davranışlarda bulunmayın.
- Ergene karşı tutarlı davranın. Kimi kez ödüllendirdiğiniz bir davranışı başka bir zaman kötülemekten kaçının.
- Yaşamı ve giyimi ile ilgili kararlar alırken eleştirmek yerine düşünce ve önerilerini anlayışla karşılayın.
- Konuşma ve tartışmalar sırasında doğru düşündüğü, gerçeği söylediği durumlarda ona hak verin.
- Yapılan konuşma ve tartışmaları onları korkutarak, yıldırarak kesmeyin.
- “Benim gençliğimde” diye başlayan konuşma ve öğütlerden kaçının.
- Ona GÜVEN duyduğunuzu hissettirin.
Unutmayın!
Ergenlik dönemi; gencin aile ve çevre desteğini hissetmeye en fazla ihtiyacı olduğu yaşam dönemidir. Ona bu desteği verin.
Bir ülkenin sosyal ve ekonomik yönden beklenen uygarlık seviyesine ulaşabilmesi ancak bedensel ve zihinsel yönden güçlü, sağlıklı ve yetenekli bireylerin varlığına bağlıdır. Ülkemiz nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan çocuk ve gençlerin yeterli ve dengel i beslenmiş olmaları, onların gelecekte sağlıklı ve üretken bireyler olması için ön koşuldur. Çocuğun kişiliği özellikle okul öncesi dönemde şekillenmekte, yetişkinlik çağındaki davranışları üzerinde etkili olacak alışkanlıkların edinilmesi bu yıllara dayanmaktadır. Okul öncesi çocuklarda hızlı büyüme ve gelişme nedeniyle pek çok besin öğesine olan gereksinim yaşamının diğer dönemlerine oranla daha fazladır. Bu nedenle bu dönemde yeterli ve dengeli beslenme kadar, iyi geliştirilmiş beslenme alışkanlıkları edinmek de çok önemlidir. Çocuğun bu yaşlarda kazandığı sağlıklı beslenme alışkanlıkları hayatının sonraki dönemlerini etkileyerek ileride ortaya çıkabilecek beslenme sorunlarını önlemede temel çözüm yolunu oluşturmaktadır. Çünkü sağlıklı beslenme çocuğun bedensel, sosyal ve duygusal gelişmesi ve davranışları üzerinde önemli bir rol oynamaktadır.
Bir-altı yaş grubu çocukları kapsayan okul öncesi dönemi “oyun çocuğu” dönemi olarak da adlandırılmaktadır. Bu dönemde ilk yaştan itibaren çocuk giderek bağımsızlık kazanmaya başlar, aile içinde çocuk değişmeye başlayan bir birey haline gelir. Bu sayısız gelişme ve değişme döneminde çocuğun yeme alışkanlıkları da doğrudan veya dolaylı olarak ailenin, özellikle anne ve babanın beslenme alışkanlıklarından etkilenir.
Oyun çocuğu döneminde çocuk beslenme bakımından kendisine sunulan besinlere tabidir. Anne, baba ve varsa bakıcılar kendi yiyecek alışkanlıklarının, sevdikleri ve sevmedikleri şeylerin çocuk tarafından taklit edileceğini bilmelidirler. Anne ve babanın yedirme için ısrarları, ödüllendirme, ceza verme gibi yemek yeme sürecini vurgulayan tutumları çocuğun yeme alışkanlıklarını olumsuz yönde etkiler. Çocukların yiyecek tüketimleri günlük olarak değişmektedir ve bazı günler az, bazı günler fazla yemeleri bu yaş grubunun özelliklerindedir. Bununla birlikte yemeklerini belirli saatte vermek, öğünler dışında abur cubur tabir edilen bisküvi, kraker, simit, kola, çikolata gibi besinlerin yenmesine izin vermemek gibi önlemlerle çocuğu düzenli bir beslenme programına alıştırmaya çalışılmalıdır.
Ülkemizde okul öncesi çocuklarda görülen önemli sağlık sorunları arasında protein-enerji malnütrisyonu, D vitamini yetersizliği, anemi, çeşitli vitamin yetersizlikleri, basit guatr ve yaygın diş çürükleri yer almaktadır. Ayrıca son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de okul öncesi ve okul çağı çocuklarda obezite (şişmanlık), yaşam şeklinde ve beslenme alışkanlıklarındaki hızlı değişimlere bağlı olarak hızla artan bir sorun haline gelmiştir. Okul öncesi çocuk grubunun beslenmeleri tamamen başkalarına bağlı oldukları için bu yaş grubunda görülen aşırı yemek yeme yani şişmanlık daha çok anne, baba ve bakıcıların hatasıdır. Enerji tüketiminin artmasıyla fazla tüketilen bu enerji yağ olarak vücutta depolanır ve aşırı kilo alımı ile kendini gösterir.
Okul öncesi çocuklarda sağlıklı beslenmeye ilişkin öneriler aşağıda sıralanmıştır:
- Çocukların sağlıklı beslenmesi için dört besin grubunda bulunan çeşitli besinlerden yeterli miktarlarda ve dengeli bir şekilde tüketmeleri gerekmektedir. Süt grubunda yer alan süt, yoğurt, et grubunda yer alan et, tavuk, yumurta, peynir, kuru baklagiller, sebze ve meyve grubu ve tahıl grubuna giren ekmek, bulgur, makarna, pirinç vb. besinlerin her öğünde yeterli miktarlarda tüketilmesi önerilmektedir.
- Çocukların özellikle kemik ve diş gelişimi için günde 2-3 su bardağı kadar süt veya yoğurt, 1 kibrit kutusu kadar beyaz peynir tüketmeleri önemlidir. Günlük beslenme planı içine yüksek kaliteli proteinlerden 1 yumurta, 500 ml süt veya yoğurt, 1 köfte kadar et veya 1 porsiyon kurubaklagiller tüketiliyorsa çocuk için protein alımı yeterlidir.
- Çocuklar için en önemli öğün kahvaltıdır. Bütün gece süren açlıktan sonra, vücudumuz ve beynimiz güne başlamak için enerjiye gereksinim duymaktadır. Çocukların her sabah düzenli olarak kahvaltı yapma alışkanlığı kazanmalarına özen gösterilmelidir. Peynir, haşlanmış yumurta, taze meyve suyu, birkaç dilim ekmek veya 1 bardak süt, poğaça, mandalina çocuklar için yeterli ve dengeli bir kahvaltı örneğidir.
- Gün boyu fiziksel ve zihinsel performansın en üst düzeyde tutulabilmesi, düzenli olarak ara ve ana öğünlerin tüketilmesi ile mümkündür. Bu nedenle, öğün atlanmamalıdır. Günlük tüketilecek besinlerin 3 ana, 2 ara öğünde alınması en uygun olanıdır.
- Yüksek oranda şeker ve şekerli besinler çocukların beslenmesi için olumlu değildir. Şeker alımı ile iştahsızlık ve diş çürümeleri arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu riski azaltmak veya en aza indirmek için şekerli içeceklerin, tatlıların, bisküvi, çikolata gibi besinlerin fazla tüketilmemesi özellikle ara öğünlerde çocuklara verilmemesi bu besinler yerine taze meyvelerin tüketilmesi önerilmektedir.
- Yetişkinlere ve okul çağındaki çocuklara kıyasla okul öncesi çocukların beslenmesinde şeker besinlerle alınan enerjinin çok daha fazlasını sağlar. Yüksek oranda şeker tüketen çocukların beslenmelerine bakıldığında asıl şeker kaynağının meyveli şekerler, hazır meyve suları, kolalı içecekler oluşturmaktadır. Bu içecekler yerine taze sıkılmış meyve suları, süt, ayran vb. içeceklerin tüketimi tercih edilmelidir.
- Sağlıklı yaşam için çocuklara el yıkama ve diş fırçalama alışkanlığının kazandırılması çok önemlidir. Kirli eller, basit bir soğuk algınlığından ölümcül hastane enfeksiyonlarına kadar pek çok hastalığın nedeni olabilmektedir. Bu nedenle çocuklara, özellikle yemek yemeden önce ve sonra, tuvalete girdikten sonra, dışarıda oyun oynadıktan sonra, dışarıdan eve gelince ellerini, ılık akan su altında sabun ile iyice ovuşturarak yıkamaları konusunda alışkanlık kazandırılması gerekmektedir.
Broşür için tıklayınız.
-
Gençler için:
- Öğrenme gücünü harekete geçiren kaygılar faydalıdır. Sizi güdüler, motivasyonunuzu arttırır. Zamanı iyi kullanma becerilerinizin gelişmesine yardımcı olur.
- Bizleri etkileyen aslında olaylar değil, olaylara karşı bakış açımız, inançlarımız, yorumlarımız ve kalıp düşüncelerimizdir. Bu nedenle sınav için olumlu düşünün. “Yapamayacağım, başaramayacağım” şeklindeki düşüncelerden kurtulun. Kendinize güvenin.
- Sınav kişiliğinizin değil, bilgilerinizin ölçülmesidir. Başarılı olunca çok değerli, başarısız olunca az değerli olmayacaksınız.
- Aynı sebeplerin yeni bir başarısızlığa yol açmasına izin vermeyin. Yanlış yaptığınızda bunu kabul edin, bunun için pişmanlık duymak yerine, bir sonraki sefer için tecrübe olarak kullanın.
- Sınavlar sadece birer fırsattır. Bu fırsatların bir şekilde telafisi vardır. Yapmanız gereken; size sağlanan imkânları, iyi niyetle ve elinizden geldiğince, sınavlara hazırlık için değerlendirmenizdir.
Veliler için:
- Kaygı bulaşıcı bir duygudur. Bu nedenle öncelikle siz kaygılarınızı azaltmaya çalışın.
- Beden dili ve ses tonu ile verdiğiniz mesajlara dikkat edin.
- Zorunluluk ifade eden sözleri mümkün olduğunca az kullanmaya çalışın. Bu tür ifadeler kaygıyı arttıracaktır.
- Çocuklarınıza tekrar tekrar ders çalış demeyin. Sorumluluğunu bilen ve sınavlara hazırlanan öğrenciler için ailelerin uyarılarına ihtiyaç yoktur.
- Negatif motivasyondan uzak durun.
- Gereğinden fazla fedakarlıktan kaçının ve bunları hatırlatmayın.
- Çocuğunuzdan beklentilerinizde gerçekçi olmaya çalışın.
- Bu zor dönemde çocuklarınıza anlayışlı ve destekleyici davranın.
- Çocuğunuzu hiçbir zaman başka çocuklarla kıyaslamayın.
- Çocuğunuza, kazanmak kadar kaybetmenin de hayatın bir parçası olduğu, hayatın sonu olmadığı anlatın.
- Öğrenci sınavda başarılı olamazsa yaşayacağı durumu bir ceza gibi göstermeyin.
Sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenme her yaş döneminde olduğu gibi özellikle de çocuklar için çok önemlidir. Hızlı büyüme ve gelişme nedeni ile okul öncesi çocukların pek çok besin öğesine olan ihtiyacı hayatın diğer dönemlerine oranla daha fazladır ve bu dönemde kazanılacak beslenme alışkanlıkları yaşam boyu sürmektedir. Toplumun çekirdeğini oluşturan ve sürekli bir büyüme gelişme süreci içinde olan çocuklar, beslenme yetersizliklerinden en çok etkilenen gruplardan biridir ve çocukluk döneminde edinilen yanlış beslenme alışkanlıkları kalp hastalıkları, yüksek tansiyon ve şişmanlık gibi hastalıklar için temel risk faktörü oluşturmaktadır.
Sağlıklı beslenmenin yanı sıra çocukların daha hareketli bir yaşam tarzı benimsemeleri, fiziksel aktivite düzeylerinin arttırılması ve bu konuda desteklenmeleri çocukların sosyal, zihinsel ve bedensel gelişimlerine önemli katkılar sağlayacaktır.
- Okul çağı çocukları için günlük tüketilmesi önerilen besin grupları ve diğer öneriler için tıklayınız.
Değerli Eğitimciler, Okul çağı, büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu ve yaşam boyu sürebilecek davranışların büyük ölçüde oluştuğu çok önemli bir dönemdir. Bu dönemde çocuklar yetersiz ve dengesiz beslenirse, hastalıklara karşı dirençsiz olur; sık hastalanır, hastalığı ağır seyreder ve devamsızlık nedeni ile okul başarısı düşer.
- Öğrencilerinize ulaştırmanızı istediğimiz mesajlar için tıklayınız.
Sevgili Anne ve Babalar,
Çocuğunuz çok hızlı bir büyüme ve gelişme dönemi içinde bulunmaktadır. Eskisinden daha fazla ev dışında beslenmektedir. Acaba çocuğunuzun büyümesi ve gelişmesi için gerekli olan besinleri ve bunlardan ne miktarda yemesi gerektiğini biliyor musunuz? Yoksa amacınız sadece çocuğunuzun karnını doyurmak mı? Sizce, çocuğunuzun her sevdiği besin onun için yararlı mı? Çocuğunuzun beslenme alışkanlıkları, sağlığı, başarısı çocuğunuzun güçlü ve mutlu olmasını etkiler mi? Bu soruların cevaplarını merak ediyor ve çocuğunuzun sağlıklı büyümesini, gelişmesini ve okul başarısının artmasını istiyorsanız.
- Anne ve babaların dikkat etmesi gereken hususlar için tıklayınız.
Broşür için tıklayınız.
Ergenlik Döneminde Nasıl Beslenilmelidir?
Sağlıklı beslenme için aşağıda belirtilen temel besin gruplarında bulunan besinlerden öğünlerinizde yeterli miktarda ve dengeli bir şekilde tüketilmesi gereklidir.
Beş besin grubu ve içerdikleri besinler aşağıdaki gibidir:
- Süt ve ürünleri: Süt, yoğurt, peynir, kefir, dondurma vb. içerir.
- Et ve ürünleri, yumurta ve kuru baklagiller ile sert kabuklu yemişler/ yağlı tohumlar: Et, tavuk, balık, yumurta, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi yiyeceklerin yanı sıra ceviz, fındık, fıstık gibi sert kabuklu yemişler/yağlı tohumlar yer alır.
- Sebzeler: Taze ve kuru sebze
- Meyveler: Taze ve kuru meyveleri içerir.
- Ekmek ve tahıllar: Ekmek, makarna, erişte, kuskus, bulgur, yulaf, arpa, pirinç ve kahvaltılık gevrekleri içerir.
Ergenlikte Olası Beslenme Sorunları Nelerdir?
Ergenlik dönemi birçok fiziksel değişimin yaşandığı, bu nedenle de beslenmenin en önemli olduğu dönemlerden biridir. Buna karşın, aynı zamanda en çok beslenme sorunu yaşanan dönemlerden biridir.
Birçok araştırma, ergenlik dönemine özgü sağlıksız beslenme alışkanlıklarına vurgu yapmaktadır. Yanlış alışkanlıklar içinde; öğün atlamak, yemek saatlerinin değişken olması, ayaküstü sağlıksız ürünler tüketmek, şişmanlık korkusu nedeniyle büyüme ve gelişme için gerekli besin öğelerinin alınmaması sayılabilir. Ergenler genellikle yeterli sebze ve meyve tüketmemektedirler. Bu yaş grubunda işlenmemiş tahıl ürünlerinin alımı sınırlı bulunmaktadır. Ergenler sütten çok meşrubat tüketmektedirler. Beslenme saatlerinin düzensizliği ve öğün atlama sık görülen bir sorundur.
Bir farklı sorun alanı ise, ergenlerin kalsiyum alımlarının düşük olmasıdır. Kalsiyum alımı, erişkin kemik sağlığı ve kemik erimesinin önlenmesi için çok önemlidir. Son zamanlarda, ergenlerin daha az süt içmeleri ve bunun yerine daha fazla gazlı içecek tüketmeleri, kalsiyum alımının azalmasıyla birlikte, fosfor/kalsiyum oranını artırarak kalsiyum emiliminin de bozulmasına neden olmaktadır.
Ergenlerin besin seçimini en çok etkileyen faktörler arasında; yemeğin bir sosyalleşme aracı olduğu, arkadaşları ile dışarıda zaman geçiren ergenlerin ‘fast food’ tercihi, ayrıca besin endüstrisinin gelişimi ile hazır besinlerin, bisküvi, çikolata, cips ve kraker gibi atıştırmalıkların çeşitliliği ve tüketiminin artması sayılabilir.
Ergenlikte Sağlıklı Beslenme Olmazsa Nasıl Sorunlarla Karşılaşılır?
- Büyüme ve gelişmeleri olumsuz etkilenir
- Sağlıksız beslenme fazla kiloluluk ya da zayıflığa yol açabilir ve pek çok kronik hastalık için zemin oluşturur,
- Dikkat sürelerini kısaltır, öğrenmede güçlük ve davranış bozukluklarına neden olabilir, okul başarısını düşürür.
Ergenlik Çağındaki Gençlerimizin Sağlıklı Beslenmeleri İçin Ne Önerilir?
Ergenlik çağı gençlerinin sağlıklı beslenmeleri büyüme ve gelişmelerini hızlandırdığı için önemlidir. Bu nedenle; ergenlik çağındaki gençlerimize, beslenmeleri ile ilgili tavsiyelerimiz şunlardır:
- Kahvaltı etme alışkanlığını mutlaka kazanmalısınız
- Asitli içecekler, meşrubat, hazır meyve sularından uzak durmalısınız.
- Su içme alışkanlığını kazanmalısınız.
- Yediklerinizi çok iyi çiğnemelisiniz.
- Televizyon ya da bilgisayar karşısında yemek yememelisiniz
- Aralarda meyve tüketmelisiniz. Sağlıklı besinler tercih edilmelidir. Şeker ve şekerli yiyecek ve içecekler, cips, kızartma gibi yiyecekler, gazlı içecekler yerine süt, yoğurt, ayran, sütlü tatlılar, tam tahıllı ekmekle yapılan sandviç, meyve, taze sıkılmış meyve suyu, kuru meyve veya ceviz, fındık, badem gibi yağlı tohumların (kavrulmamış yağlı tohumlar, çiğ) tüketiminin tercih edilmesi yararlı olacaktır.
- Süt ve süt ürünlerini bolca tüketmelisiniz.
- Günde en az bir bardak süt içmeniz gerekir. Süt içemeyenler kalsiyumu peynir, yoğurt ya da diğer süt ürünlerinden almalıdır.
- Öğün atlamadan her gün aynı saatlerde yemek yemelisiniz. Günlük tüketeceğiniz besinlerin 3 ana, 2 ara öğünde alınması en uygun olanıdır.
- Açıkta satılan besinler yeterince güvenilir ve temiz değildir. Ayrıca, uygun koşullarda muhafaza edilmedikleri için çabuk bozulma riski taşırlar. Bu nedenle açıkta satılan besinler satın alınmamalıdır.
- Vücudunuzun düzenli çalışması, tükettiğiniz besinlerin vücuda yararlılığının artırılması, fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişiminize katkı sağlaması açısından günde 60 dakika fiziksel aktivite yapılmalıdır.
Menopoz, doğurganlık yeteneğinin kaybolduğu 48-55 yaş arası dönemdir.Beslenme durumu, sosyo-ekonomik durum, aşırı alkol ve aşırı kahve içilmesi menopozu etkileyen faktörler arasındadır.
Menopozda, organizmada önemli değişiklikler oluşmaktadır. Bunların başında, hormonal değişiklikler gelir. Hipofizden salgılanan hormonlarda artış gözlenir. Düzgün adet görme ve üreme fonksiyonunu oluşturan sistemdeki bozukluklar nedeniyle yumurtalık fonksiyonu azalır. Bunun sonucunda kadın için önemli bir hormon olan östrojenler düşer, gonadotropinlerde artış ortaya çıkar ve kadında önemli sağlık problemleri gözlenir.
Psikoendokrin Değişiklikler: Bunlar baş ağrısı, sinirlilik, uyku bozuklukları, depresyon, aşırı terleme, halsizlik ve yorgunluktur.
Ciltte Oluşan Değişiklikler: Deride gevşeme, incelme, transparan bir görünüm, damarların belirgin hale gelmesi, yaraların geç iyileşmesi ve morluklar oluşur.
Üregenital Sistemdeki Değişikler: Östrojen eksikliğinde vajen epiteli de incelir.Mikroorganizmaların üremesine uygun hale gelir.
Enerji Harcamasındaki Değişikler: Menopoz döneminde vücutta oluşan bazı değişiklikler (hormonal değişiklikler vb.) nedeniyle enerji harcamasında azalma oluşur. Bunların sonucunda şişmanlık gelişir.
Vücut Kompozisyonundaki Değişiklikler: Vücut kompozisyonundaki değişmenin nedeni olarak; fiziksel aktivitenin azalması ve hormon düzeylerindeki azalma gösterilmektedir. Menopoz sonrası östrojen düzeyindeki azalma besin alımı, fiziksel aktivite seviyesi ve adipoz doku dağılımını etkileyebilmektedir.
Menopoza girmiş kadınlarda kardiyovasküler hastalıklar, osteoporozis gibi hastalıkların gelişme riski fazladır. Kardiyovasküler hastalıkların gelişmesinde sadece östrojen hormonu değil menopoz öncesi kadının beslenme durumu (hayvansal kaynaklı yağların yüksek oranda tüketilmesi gibi), şişmanlık, sigara kullanımı da menopoz sonrası etkendir.
Osteoporozis kemiklerden kalsiyum kaybının artması sonucunda kemiklerin kolaylıkla kırılması hastalığıdır ve menopoza girmiş kadınlarda daha sık görülür.
Çocuk ve adölesanlarda kemik oluşumu kaybından fazladır. 30 yaşından sonra kemik kaybı başlar.Genelde kadınların kemik mineral yoğunluğu erkeklerden düşüktür.Kemik kaybı hızı menopozda önemli ölçüde artar. Menopozdan sonraki kemik kaybının esas nedeni östrojen yetersizliğidir.
Yüksek düzeyde kafein, protein ve sodyum idrarda kalsiyum atımını arttırır. Fosfat içeren içeceklerin aşırı tüketilmesi de kemik yoğunluğunu azaltır. Antikoagulan, antiasit ilaçlar, alkol, barbitüratlar ve sigara osteoporoz riskini arttırır.
Osteoporozisten Korunmak İçin Beslenmede Dikkat Edilecek Hususlar
- Her yaş döneminde yeterli kalsiyum tüketilmelidir. Kalsiyum için en iyi kaynak süt ve süt ürünleridir. Sütün dışında özellikle yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller ve pekmez kalsiyumdan zengindir.
- Mineral içeriği yüksek sert suların içilmesi tercih edilmelidir.
- D vitamini gereksinimi karşılanmalıdır. Güneş ışınlarından uygun şekilde ve düzenli olarak yararlanılmalıdır. Kış günlerinde öğle vakitleri, yaz aylarında ise kuşluk ve ikindi vakitlerinde güneşlenilmelidir.
- İçme ve kullanma sularının florid içeriğinin litrede 0.7-1.2 mg düzeyinde olması kemik ve diş sağlığı açısından önemlidir.
- Aşırı posa tüketiminden sakınılmalıdır.
- Aşırı protein tüketiminden kaçınılmalıdır. Çünkü yüksek proteinli diyet idrarla kalsiyum atımını arttırır ve osteoporozis için önemli bir risk faktörüdür.
- Aşırı fosfor tüketiminden kaçınılmalıdır. Proteinli besinler genelde fosfordan da zengindir.Protein yeterli düzeyde alınırsa aşırı fosfor alımı da önlenir.
- Yemeklere aşırı tuz eklemekten ve tuzlanmış besinleri aşırı tüketmekten sakınılmalıdır. Çünkü aşırı tuz, idrarla kalsiyum atımını arttırmaktadır.
- Sigara içilmemelidir. Sigara kan kortizon düzeyini artırarak 25-hidroksi D vitamininin, Aktif şekli 1-25 dihidroksi D vitaminine dönüşümünü azaltır. Aynı şekilde kandaki C vitamini düzeyini ve serum östrojen düzeyini de düşürür.
- Düzenli fiziksel aktivitede bulunulmalıdır. Fiziksel aktivite gençlikte kemik kütlesini arttırır, yaşlılıkta ise kemik kaybını önler.Her gün en az 30 dakika yürüyüş gereklidir.
- Alkolden sakınılmalıdır. Alkol, kemik oluşum hücrelerini harap eder ve kalsiyum emilimini bozar.
- Aşırı incelikten kaçınılmalıdır. Beden Kütle indeksi 25’in altına inmemelidir.Çünkü menopozdan sonra vücut, yağ dokusundakiöstrojenden de yararlanmaktadır.
- Özellikle aliminyum içeren antiasitlerden, kortizonlu ilaçlardan sakınılmalıdır.
- Aşırı kafein tüketilmemelidir. Kafein içeren içeceklerin sık tüketiminden kaçınılmalıdır.
Osteoporozis, menopozda görülen en önemli sağlık sorunudur.Yukarıdaki beslenme önerilerinin yanı sıra, menopozda kardiyovasküler hastalık ve şişmanlık riskinin yüksek olması nedeniyle diyetin enerjisi ve yağ oranına da dikkat edilmelidir.
Broşür için tıklayınız.